Kepçe Kulak Ameliyatı Zor Mudur?
Kepçe kulak ameliyatları her gecen gün yenilenen ve gelişmekte olan teknolojiyle beraber, bilhassa çocukluk çağlarının alay konusu olan kepçe kulak deformitelerini önüne geçiyor. Kepçe kulak ameliyatı olmak isteyenlerin yaş ortalamasının düşmesindeki sebepte budur. Artık aileler gönül rahatlığı ile 6 yaşını geçtikten sonra çocuklarına kepçe kulak ameliyatı yaptırabiliyorlar.
Kepçe kulak ameliyatına uygun olan adaylara baktığımızda, kafatasına hatalı bir açı veren kıkırdak sorunundan kaynaklı bir deformite ile karşılaşırız. Bu hatalı kıkırdak sorunu, açının kafatasına dik şekilde yer etmesine ve kepçe kulağın oluşmasına yol açar. Kepçe kulak ameliyatlarında işte bu hatalı kıkırdak düzeltilerek doğru açı verilmektedir. Ameliyat ortalama olarak 1 saat sürmektedir ve genel aneztezi uygulaması ile yapılmaktadır. Hasta kepçe kulak ameliyatı sonrası birkaç gün kulağında sargıyla gezer ve kulakların darbe almasından kaçınılır. Yatarken ise, yastık ve yorgandan etkilenmemesi için, birkaç gün hafif oturur vaziyette uyku pozisyonu alınması önerilmektedir.
Kepçe kulak ameliyatları ayrıca, iple kepçe kulak estetiği şekilde de yapılmaktadır. İple kepçe kulak estetiği ayakta tedavi protokollerinin uygulandığı bir operasyondur ve kepçe kulak ameliyatıyla arasında bir dizi farklılıklar bulunur. İple kepçe kulak ameliyatı arzu edilirse lokal aneztezi uygulaması ile yapılabilir. Kepçe kulak ameliyatında ise, genel anestezi şart koşulur. Kepçe kulak ameliyatında kesi yapılarak mevcut deformite düzeltilirken, iple yapılmakta olan teknikte yalnızca kulağın iple açısı değiştirilir. İğneler aracılığıyla kulağa sokulan ipler gerilerek mevcut sorun giderilir. Bu şekilde yapılmakta olan estetikte herhangi bir kesi yapılmaz ve dolayısıyla kesi izi kalmaz.
Klasik kepçe kulak ameliyatında kesi yapıldığından iyileşme süreci uzamaktadır. İple kepçe kulak estetiğinde ise, hasta işlemden sonra derhal sosyal hayatına geçiş yapmaktadır. Kepçe kulak ameliyatında kulaklar sargılanır, iple kepçe kulak işleminde ise yalnızca kulakların üzerine gelecek şekilde ince saç bandı takılır.
Kepçe kulak ameliyatını tercih eden hastalara bakıldığında, cerrahi metodu birçoğu kez açılma olmaması için ipli tekniği seçmediklerini söylerler fakat esasında iple kepçe kulak operasyonunun yalnızca %2 lik bir kısım hastada bu sorun görülür. Bu da hastanın iyileşme süreci boyunca tavsiye edilen uyarıları dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır. Kepçe kulak ameliyatı diğer estetik ameliyatlar göz önüne alındığında onlara nazaran daha kolay bir ameliyattır ve daha az rahatsız eder.
İlgili aramalar: kepçe kulak ameliyatı zor mudur, kepçe kulak estetiği zor bir ameliyat mıdır
Online Bilgiler,Online Hesaplamalar ve Aslında içinde Online geçen Herşey hakkında Bilgiler veren Bir Platform
27 Şubat 2015 Cuma
Sağlığa Zararlı ve Yararlı İçecekler
Sağlığa Zararlı ve Yararlı İçecekler
Diyet yapan kişilerin aklına en fazla takılan sorulardan biri içecek tüketimidir. Genellikle içecekler çok masum görünür ve bazı zamanlar diyeti bozmamıza neden olmaktadır. Eğer sizde diyet yapıyor fakat sonuca ulaşamıyor iseniz, içecek listemizi gözden geçirmenizde fayda bulunmakta.
SU: Diyetin vazgeçilmezi. Kendimizi daha uzun süre tok hissetmemizin yanı sıra metabolizmamızı da hızlandırmaya yardımcı. Zira vücutta yetersiz sıvı olması ya da sıvı kaybının aşırı olduğu hallerde vücut alarm veriyor ve metabolizmayı yavaşlatıyor. Kabızlık probleminin en mühim önleyicilerinden olan su, vücudumuzun ödem tutmamasını, kan dolaşımının düzgün sağlanmasını da sağlıyor. Tüm bu olumlu yönde tesirlerinin yanı sıra zayıflama sırasında vücutta yıkılan ve zararlı etkiyi olabilecek öğelerin vücuttan uzaklaştırılmasını da sağlıyor.
Diyetteyseniz günlük en az 1,5 litre su içmeyi boşlamayın.
Mineral bakımından zenginleştirilmiş sular: İçerisine potasyum ve magnezyum eklenmiş sular bilhassa diyetin yanı sıra egzersiz yapanlar için önemli. Terle atılan potasyumun karşılanmasını kolaylaştırdıklarından ötürü, olabilecek kas kramplarını önlüyorlar. Magnezyum, kabızlıktan koruyan minerallerden biri olduğu için ötürü diyette yaşanmakta olan en büyük sorun lerden bir tanesi olan kabızlığın da önüne geçmeye yardımcı.
Maden suyu: Maden suyu olarak bildiğimiz doğal mineralli sular, içerdikleri mineraller ile sağlığımızı korumaya ve geliştirmeye yardımcı. Aynı zamanda yemeği hızlı tükettiğimiz ya da fazla yediğimiz zamanlar için de kurtarıcı. Hipertansiyon hastası olanların uzak durması lazım olan içeceklerden biri.
Sebze Suları: Kalorisi düşük ve tokluk hissetmeye yardımcı sebze suları diyet yapanlar için ideal olabilir. Sebze suları birçok vitamin ve mineralden aynı anda antioksidanlardan zengindir. Fakat birtakım çeşitlerinin sodyum içeriğinin yüksek olduğu unutulmamalı. Hipertansiyon hastası olanların dikkat etmesi lazım olan içeceklerden biri.
Yarım yağlı süt: İçerdiği protein ile tokluk duygusu sağlar ve metabolizmanın hızlanmasına destek olmaktadır. Kalsiyum mineralinin düzenli alınmasının bilhassa göbek etrafında yağlanmanın düşmanı olduğu bilinir. Tam yağlı sütlere göre daha az kalori, doymuş yağ ve kolesterol ihtiva eder. Günde 2 bardak süt tüketilmesi kemik sağlığını korumak amacıyla gerekli ve aynı anda zayıflamaya destektir.
Filtre kahve: Günde 3* 4 kupa kahve tüketmenin kafein sebebiyle konsantrasyonu güçlendirdiği ve metabolizmayı hızlandırdığı bilinir. Yapılan son bilimsel çalışmalar kahvenin şeker ve kanser hastalıklarına karşı koruma sağlayabileceği sonucuna ulaştı. Hipertansiyon hastaları ve kolesterol yüksekliği hastası olanların günde 1 kupanın üzerine çıkmaması gerekmektedir.
Meyve çayları: İştahı azaltıcı etkiyi olduğu düşünülüyor. Kalori maliyeti olmayan bir içecek çeşidi. Diyette yer almasında sorun yoktur. Su içemeyenler için su yerine geçecek sağlıklı bir alternatif olarak kabul edilebilmektedir. Şekerli asitli içecekler: Yüksek şeker içerdiklerinden ötürü kalorisi yüksek olan bu çeşit içecekler gizli kalori almaya neden olarak kilo verememenize sebep olabilir.
Yeşil çay: İçerdiği kateşin ile metabolizma hızlandırmaya yardımcı ve yaşlanmayı geciktirici tesirleri bulunmakta. Antioksidan muhteviyatı ile kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Günde 2 kupa tüketimi sağlıklı. Reflüsü olan ya da hipotansiyonu bulunanların tüketmemesi gerekli.
Kremalı kahveler: İçerdiği krema oranına ve kahvenin boyutuna göre bir hamburger kadar kalori içerebilecek içeceklerdir. Gizli kalori bombası olan bu çeşit içecekler tüketilecek ise, küçük boy seçilmeli ve ara öğün yerine tüketilmelidir.
Enerji içecekleri: Kalori ve şeker içerikleri yüksek başka bir içecek grubudur. Yüksek kafein içerikleri ile genelde tüketilmeleri önerilmez.
Alkollü içecekler: İçerdikleri alkol oranına göre kalorileri yükselen içeceklerdir. Bir gram alkol 7 kalori ihtiva eder. Bundan başka vücutta yağ yakmayı güçleştirir ve ödem tutmaya sebep olabilir.
İlgili aramalar: sağlığa zararlı içecekler, sağlığa yararlı içecekler, zararlı ve faydalı içecekler nelerdir
Diyet yapan kişilerin aklına en fazla takılan sorulardan biri içecek tüketimidir. Genellikle içecekler çok masum görünür ve bazı zamanlar diyeti bozmamıza neden olmaktadır. Eğer sizde diyet yapıyor fakat sonuca ulaşamıyor iseniz, içecek listemizi gözden geçirmenizde fayda bulunmakta.
SU: Diyetin vazgeçilmezi. Kendimizi daha uzun süre tok hissetmemizin yanı sıra metabolizmamızı da hızlandırmaya yardımcı. Zira vücutta yetersiz sıvı olması ya da sıvı kaybının aşırı olduğu hallerde vücut alarm veriyor ve metabolizmayı yavaşlatıyor. Kabızlık probleminin en mühim önleyicilerinden olan su, vücudumuzun ödem tutmamasını, kan dolaşımının düzgün sağlanmasını da sağlıyor. Tüm bu olumlu yönde tesirlerinin yanı sıra zayıflama sırasında vücutta yıkılan ve zararlı etkiyi olabilecek öğelerin vücuttan uzaklaştırılmasını da sağlıyor.
Diyetteyseniz günlük en az 1,5 litre su içmeyi boşlamayın.
Mineral bakımından zenginleştirilmiş sular: İçerisine potasyum ve magnezyum eklenmiş sular bilhassa diyetin yanı sıra egzersiz yapanlar için önemli. Terle atılan potasyumun karşılanmasını kolaylaştırdıklarından ötürü, olabilecek kas kramplarını önlüyorlar. Magnezyum, kabızlıktan koruyan minerallerden biri olduğu için ötürü diyette yaşanmakta olan en büyük sorun lerden bir tanesi olan kabızlığın da önüne geçmeye yardımcı.
Maden suyu: Maden suyu olarak bildiğimiz doğal mineralli sular, içerdikleri mineraller ile sağlığımızı korumaya ve geliştirmeye yardımcı. Aynı zamanda yemeği hızlı tükettiğimiz ya da fazla yediğimiz zamanlar için de kurtarıcı. Hipertansiyon hastası olanların uzak durması lazım olan içeceklerden biri.
Sebze Suları: Kalorisi düşük ve tokluk hissetmeye yardımcı sebze suları diyet yapanlar için ideal olabilir. Sebze suları birçok vitamin ve mineralden aynı anda antioksidanlardan zengindir. Fakat birtakım çeşitlerinin sodyum içeriğinin yüksek olduğu unutulmamalı. Hipertansiyon hastası olanların dikkat etmesi lazım olan içeceklerden biri.
Yarım yağlı süt: İçerdiği protein ile tokluk duygusu sağlar ve metabolizmanın hızlanmasına destek olmaktadır. Kalsiyum mineralinin düzenli alınmasının bilhassa göbek etrafında yağlanmanın düşmanı olduğu bilinir. Tam yağlı sütlere göre daha az kalori, doymuş yağ ve kolesterol ihtiva eder. Günde 2 bardak süt tüketilmesi kemik sağlığını korumak amacıyla gerekli ve aynı anda zayıflamaya destektir.
Filtre kahve: Günde 3* 4 kupa kahve tüketmenin kafein sebebiyle konsantrasyonu güçlendirdiği ve metabolizmayı hızlandırdığı bilinir. Yapılan son bilimsel çalışmalar kahvenin şeker ve kanser hastalıklarına karşı koruma sağlayabileceği sonucuna ulaştı. Hipertansiyon hastaları ve kolesterol yüksekliği hastası olanların günde 1 kupanın üzerine çıkmaması gerekmektedir.
Meyve çayları: İştahı azaltıcı etkiyi olduğu düşünülüyor. Kalori maliyeti olmayan bir içecek çeşidi. Diyette yer almasında sorun yoktur. Su içemeyenler için su yerine geçecek sağlıklı bir alternatif olarak kabul edilebilmektedir. Şekerli asitli içecekler: Yüksek şeker içerdiklerinden ötürü kalorisi yüksek olan bu çeşit içecekler gizli kalori almaya neden olarak kilo verememenize sebep olabilir.
Yeşil çay: İçerdiği kateşin ile metabolizma hızlandırmaya yardımcı ve yaşlanmayı geciktirici tesirleri bulunmakta. Antioksidan muhteviyatı ile kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Günde 2 kupa tüketimi sağlıklı. Reflüsü olan ya da hipotansiyonu bulunanların tüketmemesi gerekli.
Kremalı kahveler: İçerdiği krema oranına ve kahvenin boyutuna göre bir hamburger kadar kalori içerebilecek içeceklerdir. Gizli kalori bombası olan bu çeşit içecekler tüketilecek ise, küçük boy seçilmeli ve ara öğün yerine tüketilmelidir.
Enerji içecekleri: Kalori ve şeker içerikleri yüksek başka bir içecek grubudur. Yüksek kafein içerikleri ile genelde tüketilmeleri önerilmez.
Alkollü içecekler: İçerdikleri alkol oranına göre kalorileri yükselen içeceklerdir. Bir gram alkol 7 kalori ihtiva eder. Bundan başka vücutta yağ yakmayı güçleştirir ve ödem tutmaya sebep olabilir.
İlgili aramalar: sağlığa zararlı içecekler, sağlığa yararlı içecekler, zararlı ve faydalı içecekler nelerdir
26 Şubat 2015 Perşembe
Stres Kilo Aldırır Mı?
Stres Kilo Aldırır Mı?
Hareketsiz bir yaşam sürmek, düzensiz ve fast-food dediğimiz ayak üstü beslenme nedeniyle obezite sorunu gün geçtikçe artmaktadır. Obezite problemini yaşayanların sayısı da günden güne artar. Peki, çağın rahatsızlıklarından birisi olarak kabul edilen obezitenin arkasında yatan sebepler yalnızca yemek alışkanlıkları ile mi ilgili?
Aşırı kilo alımı sağlıksız beslenme, gerekli egzersizlerin yapılmaması, düzensiz yemek yeme alışkanlıkları ile doğru bağlantılı olsa bile bunun arkasında yatan bir neden daha var ki o da psikolojik. İdeal ve sağlıklı bir kiloya inmede kişinin kendisini doğru algılaması, aşırı yiyecek tüketiminde nelerin kendisini tetiklediğini anlaması büyük ehemmiyet taşıyor. İşte bu noktada psikolojik destek kilolarla savaşınızda size büyük artılar kazandırıyor. Kilo yönetiminde kişiye yardımcı olan psikolojik yardımı Liv HOSPITAL’dan Klinik Psikolog Beril Yardımcı anlattı.
Son süreçte kilo alma oranının artmış olduğu söylenebilir mi?
Fazla kilo ve obezite sorununa dair son 50 sene içerisinde bütün dünyada ciddi bir artma olduğu gözleniyor. Türkiye’de bilhassa son 20 sene içerisinde bu sayı daha da arttı ve Türkiye obezitenin yaygın olduğu ülkeler listesinde ilk 20 ülke arasında yer alıyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı büyük ölçekli yaygınlık çalışmalarına göre, yetişkin kadınların obezite oranı yüzde 30 ile 44, erkeklerin ise yüzde 13 ila 25 arasında seyretmekte olduğu izlemleniyor. Oranlar; cinsiyet, yaş, yaşanılmakta olan alana göre de farklılık gösterebiliyor. Bu kronik hastalığın çocukluk döneminde da yaygınlaşıyor. Tüm Türkiye genelini kapsayan net bir yüzde verilmemekle beraber oranlar bölgelere ve yaş gruplarına göre yüzde 2 ile 18 arasında değişebiliyor.
Kilo sorununa çözüm olarak diyet, ilaçla tedavi, cerrahi müdahale gibi çözümler düşünülüyor. Psikolojik destek bu çözümler arasında nasıl yer alıyor?
Hekim, kişinin beden parça indeksine, sağlık haline ve gereksinimlerine göre uygun tedaviyi seçer. Durumu bütüncül bakış açısına göre hem fiziksel hem de psikolojik boyutta ele alıp tedavinin etkinliğini fazlalaştırır. Lakin biliyoruz ki, hangi tedavi oluyor ise olsun kişi yemek alışkanlıklarını uzun vadede değiştirmediğinde tedavi yetersiz kalır. Dolayısıyla konu elzem olarak beyinsel ve duygusal süreçlere dayanıyor. Psikolojik destek yalnız başına ya da diyet, ilaç ve cerrahi müdahaleye paralel bir şekilde uygulanabiliyor.
Kilo probleminin nedenleri için ne söylenebilir?
Kilo sorunu ve obezite karışık bir tablo olarak önümüze çıkabilir. Kişinin kilo sorununu incelendiğinde, genetik, endokrinolojik, nörolojik, çevresel ve duygusal çok farklı nedenler meydana gelebilir. Bunlar yalnız başına ya da birbiriyle etkileşim içinde kişinin bünyesini etkilemektedir. Sorunun etiyolojisini doğru tanımlamak, tedavi amaçlı de yol gösterici olmaktadır.
Bu alanda psikolojik destek ne kadar işe yarar?
Beslenmek bir davranıştır ve davranış değişikliği psikolojinin konusudur. Diyet ve egzersize paralel bir şekilde uygulanmakta olan bilişsel* davranışçı psikoterapilerin, kilo verme ve verilen kiloyu tutmada en tesirli metod olduğu bilinir. Yeme alışkanlıklarının arkasında düşünceler, duygular ve ilişkilerle ilgili etkenler bulunmaktadır. Kişi, bu faktörlerin farkına varması ve ihtiyacına hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırması yönünde desteklenir. Örnek verecek olursak bir kişi günde yaklaşık 50* 60 defa yiyecek seçer ve bunu otomatik olarak geçmişten getirdiği alışkanlıklar doğrultusunda yapmaktadır. Farkındalık geliştirmek ve yeni alışkanlıklar edinmek gelişmekte olan kaslar gibidir; odaklanmak, emek vermek, üstünde çalışmak gerekir. Profesyonel destek almak, kişinin kendini, bedenini ve yemek alışkanlıklarını daha öncekinden farklı ele almasına imkan vermektedir.
Diyet yapmak kişinin kilo sorunu ile savaşında ne kadar etkilidir?
Araştırmalar, dönemsel diyetlerle zayıflayan 10 kişiden 9’unun en az eskisi kadar kilo aldığı izlemlenmiştir. Geçici olarak diyet uygulamak, kalıcı sonuç getirmez. Bu noktada biz daha derin bir teşebbüs sistemi uyguluyoruz. Kilo problemini bir belirti olarak ele alırsak, belirtilerin zemininde yatan dinamikleri fark etmek, yemenin hangi ihtiyaçlara hizmet ettiğine yönelik iç görü geliştirmek büyük ehemmiyet taşımaktadır. Aksi takdirde kişinin eski alışkanlıklarına geri dönme meyilinde olması doğaldır. Alanında uzman bir psikoterapistin konu ile alakalı olarak eşlik etmesi, kişinin motivasyonunu fazlalaştırır.
Psikolojik destek verirken hangi konuları öne çıkarıyorsunuz?
Psikolojik destekte süreç her zaman danışanın ihtiyacına göre yapılandırılır. Kimisi için yemek alışkanlığının düzensizleştiği haller yolculukve sosyal ortamlar olurken, başka birisi içinse yalnızlıktır. Konular değişik olabilmektedir, fakat her zaman benzeyen bir tema vardır: Sınır. Kilo sorunu olan birçoğu kişi, sınırlarını kilo aldıracak yiyeceklere fazla açıyordur. Belki bazı zamanlar sınırını çok katı tutup yemeyi reddediyordur; fakat bir uç genelde diğerini beraberinde getirir. "Tıkabasa yemek yeme" (binge eating) olarak tanımlanan kısa zamanda çok kalorisi yüksek yiyeceklerin tüketildiği haller olabilir. ‘Gece yemek sendromu’ dediğimiz, kişinin akşam saat 7’den sonra yüksek kalori aldığı haller olabilir. Kişinin kilo ve yemek hikayesi değerlendirilerek, riskli haller tayin edilmektedir. Kişinin ne çeşit hallerde kendisini yiyeceklere fazla açtığını, ihtiyacından fazla yediğini saptamak ve sınır koyma becerileri üstünde çalışmak gerekir. Geçmişten getirdiği, kendisini sabote edici yemek alışkanlıklarına, yemek miktarlarına, sosyal ortamlarda yaşadığı yemek baskısına bakmak gerekir. Bununla birlikte bedenin sinyallerini duymayı öğrenmek, açlık* tokluk farkındalığı ve çevresel faktörleri düzenleme konuları üstünde de çalışılır. Bunlar direkt kilo yönetimine yönelik konular, elbette bir de obeziteye bağlı ya da obeziteye sebep olan psikolojik şikayetler ve psikiyatrik rahatsızlıklar bulunmakta. Onlar da ayrıca ele alınmaktadır.
Obezite sorunu yaşayan insanların kendi bedenleriyle ilişkisi nasıl olur?
Kişinin bedeni hakkındaki düşünceleri ve duyguları, bedenini nasıl algıladığını gözler önüne serer. Kilo sorunu yaşamak, menfi beden algısı için bir risk faktörüdür. Daha detaylandıracak olursak, kilo probleminin çocukluk süreci boyunca başladığı hallerde kişi dalga geçilmiş ve eleştirilmişse, damgalayıcı ve ayırımcı bir ortamda bulunuyorsa, kilo alma* verme döngüsü içerisinde tıkanırcasına yemek davranışı sergiliyorsa, beden algısının menfi olma olasılığı oldukça yüksektir. Olumsuz beden algısıyla ilişkisi olan olarak, bedeni kişinin kendisini eleştirdiği, kendisini sevmediği bir alan haline gelebilir. Öte yandan beden hepimiz için en temel olandır. Açlık, tokluk, gerilim, gevşeme, zevk, ağrı gibi duyumsamalarla bize varoluşumuza dair devamlı bilgi vermektedir. Kilo verme süreci boyunca beden ilişkisi üstünde çalışırız. Kişinin bedenine yeniden temas etmesini, açlık–tokluk durumlarını fark etmesini, bedeninde olumlu deneyimler yaşamasını destekleriz.
İlgili aramalar: stres kilo aldırır mı, stres kilo yapar mı, stres şişmanlatır mı
Hareketsiz bir yaşam sürmek, düzensiz ve fast-food dediğimiz ayak üstü beslenme nedeniyle obezite sorunu gün geçtikçe artmaktadır. Obezite problemini yaşayanların sayısı da günden güne artar. Peki, çağın rahatsızlıklarından birisi olarak kabul edilen obezitenin arkasında yatan sebepler yalnızca yemek alışkanlıkları ile mi ilgili?
Aşırı kilo alımı sağlıksız beslenme, gerekli egzersizlerin yapılmaması, düzensiz yemek yeme alışkanlıkları ile doğru bağlantılı olsa bile bunun arkasında yatan bir neden daha var ki o da psikolojik. İdeal ve sağlıklı bir kiloya inmede kişinin kendisini doğru algılaması, aşırı yiyecek tüketiminde nelerin kendisini tetiklediğini anlaması büyük ehemmiyet taşıyor. İşte bu noktada psikolojik destek kilolarla savaşınızda size büyük artılar kazandırıyor. Kilo yönetiminde kişiye yardımcı olan psikolojik yardımı Liv HOSPITAL’dan Klinik Psikolog Beril Yardımcı anlattı.
Son süreçte kilo alma oranının artmış olduğu söylenebilir mi?
Fazla kilo ve obezite sorununa dair son 50 sene içerisinde bütün dünyada ciddi bir artma olduğu gözleniyor. Türkiye’de bilhassa son 20 sene içerisinde bu sayı daha da arttı ve Türkiye obezitenin yaygın olduğu ülkeler listesinde ilk 20 ülke arasında yer alıyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı büyük ölçekli yaygınlık çalışmalarına göre, yetişkin kadınların obezite oranı yüzde 30 ile 44, erkeklerin ise yüzde 13 ila 25 arasında seyretmekte olduğu izlemleniyor. Oranlar; cinsiyet, yaş, yaşanılmakta olan alana göre de farklılık gösterebiliyor. Bu kronik hastalığın çocukluk döneminde da yaygınlaşıyor. Tüm Türkiye genelini kapsayan net bir yüzde verilmemekle beraber oranlar bölgelere ve yaş gruplarına göre yüzde 2 ile 18 arasında değişebiliyor.
Kilo sorununa çözüm olarak diyet, ilaçla tedavi, cerrahi müdahale gibi çözümler düşünülüyor. Psikolojik destek bu çözümler arasında nasıl yer alıyor?
Hekim, kişinin beden parça indeksine, sağlık haline ve gereksinimlerine göre uygun tedaviyi seçer. Durumu bütüncül bakış açısına göre hem fiziksel hem de psikolojik boyutta ele alıp tedavinin etkinliğini fazlalaştırır. Lakin biliyoruz ki, hangi tedavi oluyor ise olsun kişi yemek alışkanlıklarını uzun vadede değiştirmediğinde tedavi yetersiz kalır. Dolayısıyla konu elzem olarak beyinsel ve duygusal süreçlere dayanıyor. Psikolojik destek yalnız başına ya da diyet, ilaç ve cerrahi müdahaleye paralel bir şekilde uygulanabiliyor.
Kilo probleminin nedenleri için ne söylenebilir?
Kilo sorunu ve obezite karışık bir tablo olarak önümüze çıkabilir. Kişinin kilo sorununu incelendiğinde, genetik, endokrinolojik, nörolojik, çevresel ve duygusal çok farklı nedenler meydana gelebilir. Bunlar yalnız başına ya da birbiriyle etkileşim içinde kişinin bünyesini etkilemektedir. Sorunun etiyolojisini doğru tanımlamak, tedavi amaçlı de yol gösterici olmaktadır.
Bu alanda psikolojik destek ne kadar işe yarar?
Beslenmek bir davranıştır ve davranış değişikliği psikolojinin konusudur. Diyet ve egzersize paralel bir şekilde uygulanmakta olan bilişsel* davranışçı psikoterapilerin, kilo verme ve verilen kiloyu tutmada en tesirli metod olduğu bilinir. Yeme alışkanlıklarının arkasında düşünceler, duygular ve ilişkilerle ilgili etkenler bulunmaktadır. Kişi, bu faktörlerin farkına varması ve ihtiyacına hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırması yönünde desteklenir. Örnek verecek olursak bir kişi günde yaklaşık 50* 60 defa yiyecek seçer ve bunu otomatik olarak geçmişten getirdiği alışkanlıklar doğrultusunda yapmaktadır. Farkındalık geliştirmek ve yeni alışkanlıklar edinmek gelişmekte olan kaslar gibidir; odaklanmak, emek vermek, üstünde çalışmak gerekir. Profesyonel destek almak, kişinin kendini, bedenini ve yemek alışkanlıklarını daha öncekinden farklı ele almasına imkan vermektedir.
Diyet yapmak kişinin kilo sorunu ile savaşında ne kadar etkilidir?
Araştırmalar, dönemsel diyetlerle zayıflayan 10 kişiden 9’unun en az eskisi kadar kilo aldığı izlemlenmiştir. Geçici olarak diyet uygulamak, kalıcı sonuç getirmez. Bu noktada biz daha derin bir teşebbüs sistemi uyguluyoruz. Kilo problemini bir belirti olarak ele alırsak, belirtilerin zemininde yatan dinamikleri fark etmek, yemenin hangi ihtiyaçlara hizmet ettiğine yönelik iç görü geliştirmek büyük ehemmiyet taşımaktadır. Aksi takdirde kişinin eski alışkanlıklarına geri dönme meyilinde olması doğaldır. Alanında uzman bir psikoterapistin konu ile alakalı olarak eşlik etmesi, kişinin motivasyonunu fazlalaştırır.
Psikolojik destek verirken hangi konuları öne çıkarıyorsunuz?
Psikolojik destekte süreç her zaman danışanın ihtiyacına göre yapılandırılır. Kimisi için yemek alışkanlığının düzensizleştiği haller yolculukve sosyal ortamlar olurken, başka birisi içinse yalnızlıktır. Konular değişik olabilmektedir, fakat her zaman benzeyen bir tema vardır: Sınır. Kilo sorunu olan birçoğu kişi, sınırlarını kilo aldıracak yiyeceklere fazla açıyordur. Belki bazı zamanlar sınırını çok katı tutup yemeyi reddediyordur; fakat bir uç genelde diğerini beraberinde getirir. "Tıkabasa yemek yeme" (binge eating) olarak tanımlanan kısa zamanda çok kalorisi yüksek yiyeceklerin tüketildiği haller olabilir. ‘Gece yemek sendromu’ dediğimiz, kişinin akşam saat 7’den sonra yüksek kalori aldığı haller olabilir. Kişinin kilo ve yemek hikayesi değerlendirilerek, riskli haller tayin edilmektedir. Kişinin ne çeşit hallerde kendisini yiyeceklere fazla açtığını, ihtiyacından fazla yediğini saptamak ve sınır koyma becerileri üstünde çalışmak gerekir. Geçmişten getirdiği, kendisini sabote edici yemek alışkanlıklarına, yemek miktarlarına, sosyal ortamlarda yaşadığı yemek baskısına bakmak gerekir. Bununla birlikte bedenin sinyallerini duymayı öğrenmek, açlık* tokluk farkındalığı ve çevresel faktörleri düzenleme konuları üstünde de çalışılır. Bunlar direkt kilo yönetimine yönelik konular, elbette bir de obeziteye bağlı ya da obeziteye sebep olan psikolojik şikayetler ve psikiyatrik rahatsızlıklar bulunmakta. Onlar da ayrıca ele alınmaktadır.
Obezite sorunu yaşayan insanların kendi bedenleriyle ilişkisi nasıl olur?
Kişinin bedeni hakkındaki düşünceleri ve duyguları, bedenini nasıl algıladığını gözler önüne serer. Kilo sorunu yaşamak, menfi beden algısı için bir risk faktörüdür. Daha detaylandıracak olursak, kilo probleminin çocukluk süreci boyunca başladığı hallerde kişi dalga geçilmiş ve eleştirilmişse, damgalayıcı ve ayırımcı bir ortamda bulunuyorsa, kilo alma* verme döngüsü içerisinde tıkanırcasına yemek davranışı sergiliyorsa, beden algısının menfi olma olasılığı oldukça yüksektir. Olumsuz beden algısıyla ilişkisi olan olarak, bedeni kişinin kendisini eleştirdiği, kendisini sevmediği bir alan haline gelebilir. Öte yandan beden hepimiz için en temel olandır. Açlık, tokluk, gerilim, gevşeme, zevk, ağrı gibi duyumsamalarla bize varoluşumuza dair devamlı bilgi vermektedir. Kilo verme süreci boyunca beden ilişkisi üstünde çalışırız. Kişinin bedenine yeniden temas etmesini, açlık–tokluk durumlarını fark etmesini, bedeninde olumlu deneyimler yaşamasını destekleriz.
İlgili aramalar: stres kilo aldırır mı, stres kilo yapar mı, stres şişmanlatır mı
Metabolizma Nasıl Hızlandırılır?
Metabolizma Nasıl Hızlandırılır?
Bu tavsiyeler yardımıyla vücudunuzdaki yağları yakmanızı daha da kolaylaştıracağız. İşte metabolizmayı çalıştırıp yağların yakılmasına yardımcı olacak 12 adet püf noktası...
Bazı arkadaşlarınız diyet yapmadan senelerdir formunu korurken, siz ise adeta "su içsem yarıyor" diyen gruba mı giriyor sunuz? Bunun sebebi belki de metabolizmanızın yavaş çalışmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yaz mevsimi yaklaşırken şimdi metabolizmayı hızlandırmanın tam da sırası..
Metabolizma hızı, vücudun temel işlevlerini devam ettirebilişi için kişinin bir günde ihtiyacı olan minimum enerji miktarı olarak tanımlanıyor. Metabolizmanın en büyük belirleyicisi ise bazal metabolizma hızı. Bu hız dinlenirken ya da uyurken, bir başka deyişle hiç bir aktivite yapmadığımızda harcadığımız kalori miktarını kapsıyor ve günlük harcanan kalorinin yüzde 60* 80 gibi büyük bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla bazal metabolizmanız hızlıysa şanslısınız, çünkü bu durumda vücudunuz enerji meydana getirmek amacı ile daha çabuk kalori yakıyor. Bunun tam tersi bazal metabolizma hızınız yavaşsa, kilo alma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor. Lakin beslenme ve yaşam alışkanlıklarınızda yapacak olduğunuz değişimlerle metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış metabolizmanızı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı.
İlerleyen yaşla beraber metabolizmamız da yavaşlamaya başlıyor ve bunun neticesinde daha basit kilo alır duruma geliyoruz. Bununla birlikte yaptığımız hatalı diyetler, hareketsiz bir yaşam sürmek, kilomuz, türlü hastalıklar ve genlerimiz de metabolizmamızın yavaş çalışmasında rol oynayan mühim faktörleri oluşturuyor.
1* Sabah kalkar kalkmaz kahvaltı edin: Akşam yemeği ile kahvaltı arasında yaklaşık 11 ila 12 saatlik bir müddet geçiyor. Kahvaltı yapılmadığında bu süre 16 * 17 saate çıkar. Uzun süreli açlık, metabolizma hızını yavaşlatacağı için kilo almaya yol açıyor. Metabolizmanızı harekete geçirmek amacı ile sabah uyanır uyanmaz, en geç 1 saat içinde kahvaltınızı yapın. Kahvaltıda karbonhidrat, protein, lifli gıdalar, vitamin ve mineralden zengin ve yağı az gıdaları tercih edin . Böylelikle günün ilerleyen saatlerinde atıştırma dürtüleri ortadan kalkar ve kan şekeriniz belli bir seviyede kalacağı için açlık krizleri çekmezsiniz.
2* 10 ila 12 bardak su için: İnsan vücudundan normal koşullarda günlük ortalama olarak 2,5 litre su yitimi olmaktadır. Su miktarında azalış ise vücutta depolanan yağ miktarının artışına neden olmaktadır. Bununla birlikte az su tüketilmesi yüzünden böbrekler çalışmayınca, bu organın görevini karaciğer üstlenmek zorunda kalıyor. Bu durumda karaciğer daha az yağı enerjiye dönüştürebiliyor.
3* Günde 6 öğün yapın: 3 ana 3 ara öğün olmak üzere, en az 6 öğün tüketmek metabolizmayı hızlandırıyor. Bununla birlikte yemekleri yavaşça yemeniz de sindirim sistemi düzeni yönünden çok önemli. Az az ve sıklıkla yemenin en mühim etkiyi ise kan şekerini belli bir seviyede tutarak, ani düşüş ve yükselişleri önlemek. 2* 3 saatte bir, birazcık da olsa bir şeyler yemeyi ihmal etmeyin ve sık beslenip metabolizmanızı hızlandırın.
4* 2 ila 3 fincan yeşil çay yudumlayın: Yeşil çay metabolizma hızını artırarak, yağ yakımına yardımcı olmaktadır. Çayın miktarı ve demine göre farklılık göstermekle beraber günde 2* 3 fincan yeşil çay yiyebilirsiniz. Lakin unutmayın, bu miktardan fazlası çarpıntı ve uykusuzluk oluşturabiliyor.
5* Proteinsiz kalmayın: Vücudumuz et, balık, yumurta ve peynir gibi proteinleri sindirirken daha fazla enerji harcıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor. Lakin hiç karbonhidrat almadan sırf protein tüketilerek yapılmakta olan diyetlerden kaçının Bu tür diyetlerle hızla kilo verseniz bile sonrası verdiğiniz kiloları hızla almanızın yanı sıra damar hastalığına yakalanma riskiniz de artmaktadır.
6* Bir dilim peynir ya da 3 bardak süt: Yapılan son çalışmalarda diyette kalsiyum arttırılmasının yağ yıkımını hızlandırarak kilo vermeyi desteklediği ortaya kondu. Süt ve süt ürünleri, pekmez, fındık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru meyveler iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Yeterli kalsiyum almak amacıyla günlük olarak 1 dilim kaşar peyniri ya da 3 bardak süt kafi gelecektir.
7* Posa tüketimini artırın: Lif oranı yüksek olan yiyecekler, bilhassa taze meyve ve sebzeler, kuru baklagiller ile tam tahıllı ürünleri de düzenli tüketmeniz şart. Zira lif metabolizmayı hızlandırıyor. Bununla birlikte posa, gıdaların kan şekerinin yükselme hızını düşürüyor ve vücudun insüline olan gereksinimini azaltarak diyabete karşı koruyor.
8* Yemeklerinize ve içeceklerinize tarçın katın: Tarçın kan şekerini dengeleyen bir etkiye sahip. Tarçının içermiş olduğu krom minerali insülinin etkisini iyileştirdiği için daha az insüline gereksinim olmaktadır. Hem kendinizi daha uzun süre tok hissetmek, hem de kan şekerinizin dengede kalması için yarım çay kaşığı tarçını içeceklerinizde ya da yemeklerinizde kullanabilirsiniz.
9* Bu üçlüyü sofranızda bulundurun: Acı biberin içermiş olduğu kapsaisin adlı madde metabolik hızı arttırıyor. Zencefilin köklerindeki yumrular dolaşım ve sindirim sistemini uyarıyor. Bununla birlikte yapılmakta olan çalışmalarda badem tüketen kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha basit kilo vermiş olduğu ortaya konmuş. Günde 1 çay kaşığı acı biber, 1 çay kaşığı zencefil ya da 6* 8 adet badem tüketmenizde fayda bulunmakta.
10* Soğan ya da sarımsaksız olmaz: Soğan ve sarımsağın içinde yer alan alicin maddesi kanın vücutta dolaşımını uyarıyor, sindirimi harekete geçiriyor, vücutta bulunan fazla suyun atılmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra metabolizmayı hızlandırarak, yağ yakmayı arttırıyor. Soğan, sarımsak ve taze soğanı hem yemeklerinize hem de salatalarınıza eklemeyi unutmayın.
11* Yemekler den evvel greyfurt yiyin: Yapılan bir çalışmada yemek öncesi tüketilen yarım greyfurdun kilo vermeye yardımcı olduğu ortaya kondu. Bununla birlikte greyfurt içermiş olduğu limonoids ve likopen ile kansere karşı koruyucu etki gösterir.
12* Fiziksel aktivitenizi artırın: Her gün yapılmakta olan fiziksel aktiviteyi, günlük yaşantınızın bir parçası haline getirin. Fiziksel aktivite daha enerjik hissetmenizi, hareketli ve zinde kalmanızı sağlayarak metabolizmanızı hızlandıracaktır. Bundan ötürü her gün en azından yarım saat hızlı tempoda yürümeniz yararlı olacaktır.
Günde En Az 6 Saat Uyumalısınız
Fazla veya az uyumak metabolizmanın hızını menfi şekilde etkilemektedir. Bundan ötürü uzmanlar günlük en az 6, en fazla 8 saat uyumanızı tavsiye ediyor. Vücudumuz için en sağlıklı uyku saatleri ise gece 23.00 ila 06.00 arasıdır. Bu saatlerde uyanık olmak metabolizma hızı üstünde menfi etki yaratacaktır.
İlgili aramalar: metabolizma nasıl hızlandırılır, metabolizmayı hızlandırmak için ne yapmalıyız, metabolizmayı hızlandıran şeyler nelerdir
Bu tavsiyeler yardımıyla vücudunuzdaki yağları yakmanızı daha da kolaylaştıracağız. İşte metabolizmayı çalıştırıp yağların yakılmasına yardımcı olacak 12 adet püf noktası...
Bazı arkadaşlarınız diyet yapmadan senelerdir formunu korurken, siz ise adeta "su içsem yarıyor" diyen gruba mı giriyor sunuz? Bunun sebebi belki de metabolizmanızın yavaş çalışmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yaz mevsimi yaklaşırken şimdi metabolizmayı hızlandırmanın tam da sırası..
Metabolizma hızı, vücudun temel işlevlerini devam ettirebilişi için kişinin bir günde ihtiyacı olan minimum enerji miktarı olarak tanımlanıyor. Metabolizmanın en büyük belirleyicisi ise bazal metabolizma hızı. Bu hız dinlenirken ya da uyurken, bir başka deyişle hiç bir aktivite yapmadığımızda harcadığımız kalori miktarını kapsıyor ve günlük harcanan kalorinin yüzde 60* 80 gibi büyük bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla bazal metabolizmanız hızlıysa şanslısınız, çünkü bu durumda vücudunuz enerji meydana getirmek amacı ile daha çabuk kalori yakıyor. Bunun tam tersi bazal metabolizma hızınız yavaşsa, kilo alma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor. Lakin beslenme ve yaşam alışkanlıklarınızda yapacak olduğunuz değişimlerle metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış metabolizmanızı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı.
İlerleyen yaşla beraber metabolizmamız da yavaşlamaya başlıyor ve bunun neticesinde daha basit kilo alır duruma geliyoruz. Bununla birlikte yaptığımız hatalı diyetler, hareketsiz bir yaşam sürmek, kilomuz, türlü hastalıklar ve genlerimiz de metabolizmamızın yavaş çalışmasında rol oynayan mühim faktörleri oluşturuyor.
1* Sabah kalkar kalkmaz kahvaltı edin: Akşam yemeği ile kahvaltı arasında yaklaşık 11 ila 12 saatlik bir müddet geçiyor. Kahvaltı yapılmadığında bu süre 16 * 17 saate çıkar. Uzun süreli açlık, metabolizma hızını yavaşlatacağı için kilo almaya yol açıyor. Metabolizmanızı harekete geçirmek amacı ile sabah uyanır uyanmaz, en geç 1 saat içinde kahvaltınızı yapın. Kahvaltıda karbonhidrat, protein, lifli gıdalar, vitamin ve mineralden zengin ve yağı az gıdaları tercih edin . Böylelikle günün ilerleyen saatlerinde atıştırma dürtüleri ortadan kalkar ve kan şekeriniz belli bir seviyede kalacağı için açlık krizleri çekmezsiniz.
2* 10 ila 12 bardak su için: İnsan vücudundan normal koşullarda günlük ortalama olarak 2,5 litre su yitimi olmaktadır. Su miktarında azalış ise vücutta depolanan yağ miktarının artışına neden olmaktadır. Bununla birlikte az su tüketilmesi yüzünden böbrekler çalışmayınca, bu organın görevini karaciğer üstlenmek zorunda kalıyor. Bu durumda karaciğer daha az yağı enerjiye dönüştürebiliyor.
3* Günde 6 öğün yapın: 3 ana 3 ara öğün olmak üzere, en az 6 öğün tüketmek metabolizmayı hızlandırıyor. Bununla birlikte yemekleri yavaşça yemeniz de sindirim sistemi düzeni yönünden çok önemli. Az az ve sıklıkla yemenin en mühim etkiyi ise kan şekerini belli bir seviyede tutarak, ani düşüş ve yükselişleri önlemek. 2* 3 saatte bir, birazcık da olsa bir şeyler yemeyi ihmal etmeyin ve sık beslenip metabolizmanızı hızlandırın.
4* 2 ila 3 fincan yeşil çay yudumlayın: Yeşil çay metabolizma hızını artırarak, yağ yakımına yardımcı olmaktadır. Çayın miktarı ve demine göre farklılık göstermekle beraber günde 2* 3 fincan yeşil çay yiyebilirsiniz. Lakin unutmayın, bu miktardan fazlası çarpıntı ve uykusuzluk oluşturabiliyor.
5* Proteinsiz kalmayın: Vücudumuz et, balık, yumurta ve peynir gibi proteinleri sindirirken daha fazla enerji harcıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor. Lakin hiç karbonhidrat almadan sırf protein tüketilerek yapılmakta olan diyetlerden kaçının Bu tür diyetlerle hızla kilo verseniz bile sonrası verdiğiniz kiloları hızla almanızın yanı sıra damar hastalığına yakalanma riskiniz de artmaktadır.
6* Bir dilim peynir ya da 3 bardak süt: Yapılan son çalışmalarda diyette kalsiyum arttırılmasının yağ yıkımını hızlandırarak kilo vermeyi desteklediği ortaya kondu. Süt ve süt ürünleri, pekmez, fındık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru meyveler iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Yeterli kalsiyum almak amacıyla günlük olarak 1 dilim kaşar peyniri ya da 3 bardak süt kafi gelecektir.
7* Posa tüketimini artırın: Lif oranı yüksek olan yiyecekler, bilhassa taze meyve ve sebzeler, kuru baklagiller ile tam tahıllı ürünleri de düzenli tüketmeniz şart. Zira lif metabolizmayı hızlandırıyor. Bununla birlikte posa, gıdaların kan şekerinin yükselme hızını düşürüyor ve vücudun insüline olan gereksinimini azaltarak diyabete karşı koruyor.
8* Yemeklerinize ve içeceklerinize tarçın katın: Tarçın kan şekerini dengeleyen bir etkiye sahip. Tarçının içermiş olduğu krom minerali insülinin etkisini iyileştirdiği için daha az insüline gereksinim olmaktadır. Hem kendinizi daha uzun süre tok hissetmek, hem de kan şekerinizin dengede kalması için yarım çay kaşığı tarçını içeceklerinizde ya da yemeklerinizde kullanabilirsiniz.
9* Bu üçlüyü sofranızda bulundurun: Acı biberin içermiş olduğu kapsaisin adlı madde metabolik hızı arttırıyor. Zencefilin köklerindeki yumrular dolaşım ve sindirim sistemini uyarıyor. Bununla birlikte yapılmakta olan çalışmalarda badem tüketen kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha basit kilo vermiş olduğu ortaya konmuş. Günde 1 çay kaşığı acı biber, 1 çay kaşığı zencefil ya da 6* 8 adet badem tüketmenizde fayda bulunmakta.
10* Soğan ya da sarımsaksız olmaz: Soğan ve sarımsağın içinde yer alan alicin maddesi kanın vücutta dolaşımını uyarıyor, sindirimi harekete geçiriyor, vücutta bulunan fazla suyun atılmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra metabolizmayı hızlandırarak, yağ yakmayı arttırıyor. Soğan, sarımsak ve taze soğanı hem yemeklerinize hem de salatalarınıza eklemeyi unutmayın.
11* Yemekler den evvel greyfurt yiyin: Yapılan bir çalışmada yemek öncesi tüketilen yarım greyfurdun kilo vermeye yardımcı olduğu ortaya kondu. Bununla birlikte greyfurt içermiş olduğu limonoids ve likopen ile kansere karşı koruyucu etki gösterir.
12* Fiziksel aktivitenizi artırın: Her gün yapılmakta olan fiziksel aktiviteyi, günlük yaşantınızın bir parçası haline getirin. Fiziksel aktivite daha enerjik hissetmenizi, hareketli ve zinde kalmanızı sağlayarak metabolizmanızı hızlandıracaktır. Bundan ötürü her gün en azından yarım saat hızlı tempoda yürümeniz yararlı olacaktır.
Günde En Az 6 Saat Uyumalısınız
Fazla veya az uyumak metabolizmanın hızını menfi şekilde etkilemektedir. Bundan ötürü uzmanlar günlük en az 6, en fazla 8 saat uyumanızı tavsiye ediyor. Vücudumuz için en sağlıklı uyku saatleri ise gece 23.00 ila 06.00 arasıdır. Bu saatlerde uyanık olmak metabolizma hızı üstünde menfi etki yaratacaktır.
İlgili aramalar: metabolizma nasıl hızlandırılır, metabolizmayı hızlandırmak için ne yapmalıyız, metabolizmayı hızlandıran şeyler nelerdir
Meyve Yiyerek Zayıflanır Mı?
Meyve Yiyerek Zayıflanır Mı?
Tamamiyle yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken meyve tüketimini gözden geçirmenizde fayda bulunmakta.
Meyveler vitamin deposu olabilir, doğal ve masum besinler olabilirler. Lakin dikkat etmek gerekir. Hedefiniz yağ azaltmaksa, meyvenin içeriğindeki şeker, bu planınıza mani olabilir.
Tamamen yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken meyve tüketimini gözden geçirmenizde fayda bulunmakta. Muscle & Fitness dergisinde ki habere göre meyvelerin içinde mevcut olan glisemik asit ve meyve ile alakalı bilinmeyen bütün gerçekler.
Niçin kötü: Meyveler, doğal bir şeker olan fruktoz ihtiva eder. Dolayısıyla meyve tüketilmesi vücut yağlarını yakmanıza engel teşkil edebilmektedir.
Nasıl kötü: Vücudumuz fruktozu direkt bir yakıt olarak kullanamaz. Furuktozon öncelikli olarak karaciğere gidip glikoza dönüşmesi gerekiyor. Meyvenin birçoğu kez kandaki glikoz ve insülin seviyelerini hızlı arttırmayan, düşük derecede glisemik bir karbonhidrat olmasının sebebi de budur. Eğer karaciğer glikojen ile dolu ise, gelen furuktozu glikoza değil, yağa dönüştürür.
Düşmandan uzak durun!
Siz siz olun, daima taze ürünleri tercih edin. İşlenmiş, paketlenmiş veya konservelenmiş ürünleri satın almamaya özen gösterin. İşlenmiş ürünler genel olarak daha çok şekerle doyuma ulaşmıştır ve tıpkı meyve sularında olduğu gibi, uzak durulması gerekli olan ürünlerin başında yer alırlar.
Glisemik indeks nedir?
Gıdaların kan şekerini yükseltme hızına glisemik indeks denilir. Eşit miktarda karbonhidrat içerseler de yiyeceklerin kan şekerini arttıran tesirleri birbirinden değişiktir.Nedeni ise yiyeceklerdeki karbonhidratların sindirim sisteminden farklı hızda geçmesi ve emilmesidir. Farklı besinler yemek sonrası kanın glukoz içeriğinin artışı üzerine değişik tesirleri vardır.
Diyette dikkat edilecek hususlar
* Meyve seçiminde kullanabilecek olduğunuz en iyi referans "glisemik endeks" değerleridir. Bir meyvenin glisemik indeksi ne kadar düşükse diyetinizde o kadar yer verebilirsiniz.
* Glisemik indeksi düşük besinlerin seviyesi 55 ve altıdır; spordan sonra haricinde glisemik endeksi 70'i aşan meyveleri tercih etmeyin.
* Glisemik indeksi düşük karbonhidratlar, kandaki glikoz ve insülin seviyelerinde küçük dalgalanmalara yol açarlar.
Glisemik İndeksi Tablosunda Meyveler
BAZI MEYVELERİN GLİSEMİK İNDEKS DEĞERİ
Elma 38
Muz 52
Greyfurt 25
Kuru üzüm 56
Kivi 58
Üzüm 46
Mango 51
Portakal 42
Şeftali 42
Armut 38
Ananas 66
Hurma 103
Çilek 40
Karpuz 72
İlgili aramalar: meyve yiyerek zayıflanır mı, hangi meyveler zayıflatır, glikoz indeksi nedir, hangi meyvalar yağ yakar, meyveyle zayıflamak mümkün mü
Tamamiyle yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken meyve tüketimini gözden geçirmenizde fayda bulunmakta.
Meyveler vitamin deposu olabilir, doğal ve masum besinler olabilirler. Lakin dikkat etmek gerekir. Hedefiniz yağ azaltmaksa, meyvenin içeriğindeki şeker, bu planınıza mani olabilir.
Tamamen yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken meyve tüketimini gözden geçirmenizde fayda bulunmakta. Muscle & Fitness dergisinde ki habere göre meyvelerin içinde mevcut olan glisemik asit ve meyve ile alakalı bilinmeyen bütün gerçekler.
Niçin kötü: Meyveler, doğal bir şeker olan fruktoz ihtiva eder. Dolayısıyla meyve tüketilmesi vücut yağlarını yakmanıza engel teşkil edebilmektedir.
Nasıl kötü: Vücudumuz fruktozu direkt bir yakıt olarak kullanamaz. Furuktozon öncelikli olarak karaciğere gidip glikoza dönüşmesi gerekiyor. Meyvenin birçoğu kez kandaki glikoz ve insülin seviyelerini hızlı arttırmayan, düşük derecede glisemik bir karbonhidrat olmasının sebebi de budur. Eğer karaciğer glikojen ile dolu ise, gelen furuktozu glikoza değil, yağa dönüştürür.
Düşmandan uzak durun!
Siz siz olun, daima taze ürünleri tercih edin. İşlenmiş, paketlenmiş veya konservelenmiş ürünleri satın almamaya özen gösterin. İşlenmiş ürünler genel olarak daha çok şekerle doyuma ulaşmıştır ve tıpkı meyve sularında olduğu gibi, uzak durulması gerekli olan ürünlerin başında yer alırlar.
Glisemik indeks nedir?
Gıdaların kan şekerini yükseltme hızına glisemik indeks denilir. Eşit miktarda karbonhidrat içerseler de yiyeceklerin kan şekerini arttıran tesirleri birbirinden değişiktir.Nedeni ise yiyeceklerdeki karbonhidratların sindirim sisteminden farklı hızda geçmesi ve emilmesidir. Farklı besinler yemek sonrası kanın glukoz içeriğinin artışı üzerine değişik tesirleri vardır.
Diyette dikkat edilecek hususlar
* Meyve seçiminde kullanabilecek olduğunuz en iyi referans "glisemik endeks" değerleridir. Bir meyvenin glisemik indeksi ne kadar düşükse diyetinizde o kadar yer verebilirsiniz.
* Glisemik indeksi düşük besinlerin seviyesi 55 ve altıdır; spordan sonra haricinde glisemik endeksi 70'i aşan meyveleri tercih etmeyin.
* Glisemik indeksi düşük karbonhidratlar, kandaki glikoz ve insülin seviyelerinde küçük dalgalanmalara yol açarlar.
Glisemik İndeksi Tablosunda Meyveler
BAZI MEYVELERİN GLİSEMİK İNDEKS DEĞERİ
Elma 38
Muz 52
Greyfurt 25
Kuru üzüm 56
Kivi 58
Üzüm 46
Mango 51
Portakal 42
Şeftali 42
Armut 38
Ananas 66
Hurma 103
Çilek 40
Karpuz 72
İlgili aramalar: meyve yiyerek zayıflanır mı, hangi meyveler zayıflatır, glikoz indeksi nedir, hangi meyvalar yağ yakar, meyveyle zayıflamak mümkün mü
Çocuğum Yürürken Topallıyor Diyorsanız
Çocuğum Yürürken Topallıyor Diyorsanız
Daha çok erkek çocuklarında görülmekte olan Perthes hastalığı genel olarak aksama, topallama gibi sıkıntılarla ortaya çıkmaktadır. Genelde 4 – 10 yaş arasında görülmekte olan Perthes hastalığı ne kadar erken teşhis edilirse, tedavisi de o kadar başarılı yapılabilmektedir.
İstanbul Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi'nde Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı olarak görevli Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı ile ilgili en çok öğrenilmek istenen soruları cevaplandırıyor.
Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin mühim hastalıklarından bir tanesidir. Perthes Hastalığı, femur başı denilen uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişmektedir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz denilen kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumuyla giden bir süreç içerisinde seyreder. Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!
Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı genelde 4 * 10 yaş arasında bulunan çocuklarda rastlanan bir rahatsızlıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülmektedir. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmayacak denilen yapıda çocuklardır.
Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, genelde aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları bazı zamanlar şiddetlenir, bazı zamanlar hafifler. Perthes hastası olanların muayenelerinde eklem hareketleri sınırlı olmaktadır ve eklem hareketleri esnasında çocuk ağrıdan şikayet edebilmektedir. İleri vakalarda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilmektedir.
Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük bölümünde MR ya da tomografiye gereksinim duyulmamaktadır. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi halinde MR tetkikine gereksinim duyulabilmektedir. Erken yaşta teşhis yapılması Perthes hastalığı tedavisi için çok önemli!
Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bazısı veya tamamında nekroz denilen kemik ölümü görülmektedir. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı elde edilebilir. Bu yeniden yapım süreci boyunca kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğundan atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilmektedir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bundan dolayı tedavide femur başını asetabulum denilen kalça eklemini yuva kısmının içinde tutuluşu amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.
Perthes hastalığının tedavisinde ana gaye eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Bilhassa ağrılı dönemlerde dinlenme ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilmektedir. Perthes hastalığının süreci 2 * 2.5 sene kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına olanaklı oldukça mani olunmalıdır. Bununla birlikte çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.
Femur başı topunu yuvada tutmak amacıyla bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bazı ortezler kullanımı ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafı ile kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 * 2.5 yıl) çocukların alçı ya da ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bundan dolayı bir çok ortopedist gerekli vakalarda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini meydana getirmek amacı ile asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.
Perthes hastalığı nasıl seyrediyor?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların mühim bazısı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil deformitesi (bozukluğu) görülmektedir.
Daha çok erkek çocuklarında görülmekte olan Perthes hastalığı genel olarak aksama, topallama gibi sıkıntılarla ortaya çıkmaktadır. Genelde 4 – 10 yaş arasında görülmekte olan Perthes hastalığı ne kadar erken teşhis edilirse, tedavisi de o kadar başarılı yapılabilmektedir.
İstanbul Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi'nde Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı olarak görevli Prof. Dr. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı ile ilgili en çok öğrenilmek istenen soruları cevaplandırıyor.
Perthes hastalığı çocuk ortopedisinin mühim hastalıklarından bir tanesidir. Perthes Hastalığı, femur başı denilen uyluk en üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesinin kan akımının geçici olarak duraksaması ile gelişmektedir. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz denilen kemik ölümü ve akabinde yeniden nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumuyla giden bir süreç içerisinde seyreder. Perthes hastalığı erkeklerde 4 kat daha fazla görülüyor!
Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklarda görülür?
Perthes hastalığı genelde 4 * 10 yaş arasında bulunan çocuklarda rastlanan bir rahatsızlıktır. Perthes hastalığı erkek çocuklarda kızlardan 4 kat daha çok görülmektedir. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmayacak denilen yapıda çocuklardır.
Perthes hastalığının bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, genelde aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar. Hastaların bulguları bazı zamanlar şiddetlenir, bazı zamanlar hafifler. Perthes hastası olanların muayenelerinde eklem hareketleri sınırlı olmaktadır ve eklem hareketleri esnasında çocuk ağrıdan şikayet edebilmektedir. İleri vakalarda bacak çapında incelme ve kısalık görülebilmektedir.
Perthes hastalığında tanı nasıl koyulur?
Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur. Perthes hastalığı tanısında olguların büyük bölümünde MR ya da tomografiye gereksinim duyulmamaktadır. Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir. Radyolojik bulguların normal olması ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmemesi halinde MR tetkikine gereksinim duyulabilmektedir. Erken yaşta teşhis yapılması Perthes hastalığı tedavisi için çok önemli!
Perthes hastalığının tedavisinde ne yapılır?
Perthes hastalığında femur başının beslenmesinin bozulmasıyla femur başı kemiğinin bazısı veya tamamında nekroz denilen kemik ölümü görülmektedir. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı elde edilebilir. Bu yeniden yapım süreci boyunca kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğundan atlama, zıplama ve düşme gibi travmalarda baş kemiğinde kırık ve çökmeler görülebilmektedir. Yeniden yapılanırken femur başı aldığı basıya göre şekil alır. Bundan dolayı tedavide femur başını asetabulum denilen kalça eklemini yuva kısmının içinde tutuluşu amaçlanır. Bu şekilde küresel yapıda gelişimi hedeflenir.
Perthes hastalığının tedavisinde ana gaye eklem hareket açıklığının korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin. Bilhassa ağrılı dönemlerde dinlenme ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilmektedir. Perthes hastalığının süreci 2 * 2.5 sene kadar sürmektedir. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktivitelerde bulunması, yüksekten atlaması ve temas sporuna katılımına olanaklı oldukça mani olunmalıdır. Bununla birlikte çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez.
Femur başı topunu yuvada tutmak amacıyla bacaklar açık posizyonda alçı uygulaması, bazı ortezler kullanımı ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafı ile kullanılan yöntemlerdir. Hastalığın seyrinin uzun olması (2 * 2.5 yıl) çocukların alçı ya da ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir. Bundan dolayı bir çok ortopedist gerekli vakalarda cerrahi tedaviye yönelirler. Cerrahide ana amaç, femur başının küresel yapıda gelişimini meydana getirmek amacı ile asetabulum yuvasının içinde yerleşmesini sağlamaktır.
Perthes hastalığı nasıl seyrediyor?
Perthes hastalığında klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır. Genel kural olarak 6 yaş altında Perthes hastalığının seyri oldukça iyidir. 8 yaş üstü hastalarda ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir. Hastaların mühim bazısı sekelsiz iyileşirken az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başında şekil deformitesi (bozukluğu) görülmektedir.
24 Şubat 2015 Salı
Göz Şişlikleri Nasıl Önlenir?
Göz Şişlikleri Nasıl Önlenir?
Sabahları şiş gözlerle kalkıyor ve bundan huzursuz oluyorsanız bir gece öncesinden almanız lazım olan birkaç kolay tedbir bulunmakta.
Beslenme: Alkollü içeceklerden ve tuzlu besinlerden uzak durunuz.
Uyku: Yeterince ve mümkünse deliksiz uyuyun.
Bakım: Yatma dan evvel göz çevrenize nemlendirici krem sürmeyin. Bunun yerine jel kullanınız. Jelli kremler, göz etrafını rahatlatır ve sıkılaştırır. Hatta, daha iyi bir sonuç sağlamak istiyor iseniz göz jelinizi buzdolabında iyice soğuttuktan sonra kullanınız. Bu her zamankinden daha ferah bir his yaratır.
TAVSİYELER
Tüm bunlara rağmen sabah şiş gözlerle uyandıysanız, üzülmeyin kısa zamanda eski duruma gelebilmeniz bir kaç ipucu:
Çiğ patatesi yuvarlak dilimler halinde kesin. Gözlerinizin üzerine birer adet yerleştirip 10* 20 dakika arası tutun. Bundan başka antioksidan içeren kremler de şişlerin inmesine yardımcı olacaktır.
Sorununuz kronikleştiyse, yani ne yaparsanız yapın şiş gözlerle uyanmaktan kurtulamıyorsanız kardiyovasküler egzersizler yapmanız gerekir. Yürüyüş, koşu, aerobik ve bisiklet bunların başlıcaları. Bu hareketler, vücutta ödeme sebep olan tuz ve toksinlerin atılmasını sağlar ve yalnızca göz altlarınızdaki değil, bütün vücudunuzdaki şişliklerin giderilmesine destek olmaktadır.
Şişliklerin inmesini beklemek amacı ile fazla zamanınız yoksa, bir parça buzu göz çevrenizde hafif hafif gezdirin. Bundan daha tesirli bir başka metot ise, içerisine soğuk su ve buz küpleri doldurduğunuz bir naylon torbayı yüzünüze kapatıp dayanabilecek olduğunuz kadar beklemek. İşe yaradığını göreceksiniz.
Bu yöntemlerin hiçbiri işe yaramıyorsa, tek çare var: Şişlikleri makyajla kamufle etmek. Teninizin rengindeki kapatıcıyı elmacık kemiklerinize kadar olan geniş alana ince bir katman halinde sürün. Farınızı koyu renklerden seçin. Bordo, koyu gri veya koyu pembe olabilir örneğin. Koyu renk bir rimeli, yalnızca üst kirpiklerinizin en ucuna doğru sürün. Alt gözkapağınızdaki kirpiklere rimel sürmek dikkatleri bu noktaya çekeceğinden şişlikler ortaya çıkmaktadır.
İlgili aramalar: göz şişmeleri nasıl önlenir, sabah göz şişmeleri neden olur, sabah kalkınca gözlerde şişlik
Sabahları şiş gözlerle kalkıyor ve bundan huzursuz oluyorsanız bir gece öncesinden almanız lazım olan birkaç kolay tedbir bulunmakta.
Beslenme: Alkollü içeceklerden ve tuzlu besinlerden uzak durunuz.
Uyku: Yeterince ve mümkünse deliksiz uyuyun.
Bakım: Yatma dan evvel göz çevrenize nemlendirici krem sürmeyin. Bunun yerine jel kullanınız. Jelli kremler, göz etrafını rahatlatır ve sıkılaştırır. Hatta, daha iyi bir sonuç sağlamak istiyor iseniz göz jelinizi buzdolabında iyice soğuttuktan sonra kullanınız. Bu her zamankinden daha ferah bir his yaratır.
TAVSİYELER
Tüm bunlara rağmen sabah şiş gözlerle uyandıysanız, üzülmeyin kısa zamanda eski duruma gelebilmeniz bir kaç ipucu:
Çiğ patatesi yuvarlak dilimler halinde kesin. Gözlerinizin üzerine birer adet yerleştirip 10* 20 dakika arası tutun. Bundan başka antioksidan içeren kremler de şişlerin inmesine yardımcı olacaktır.
Sorununuz kronikleştiyse, yani ne yaparsanız yapın şiş gözlerle uyanmaktan kurtulamıyorsanız kardiyovasküler egzersizler yapmanız gerekir. Yürüyüş, koşu, aerobik ve bisiklet bunların başlıcaları. Bu hareketler, vücutta ödeme sebep olan tuz ve toksinlerin atılmasını sağlar ve yalnızca göz altlarınızdaki değil, bütün vücudunuzdaki şişliklerin giderilmesine destek olmaktadır.
Şişliklerin inmesini beklemek amacı ile fazla zamanınız yoksa, bir parça buzu göz çevrenizde hafif hafif gezdirin. Bundan daha tesirli bir başka metot ise, içerisine soğuk su ve buz küpleri doldurduğunuz bir naylon torbayı yüzünüze kapatıp dayanabilecek olduğunuz kadar beklemek. İşe yaradığını göreceksiniz.
Bu yöntemlerin hiçbiri işe yaramıyorsa, tek çare var: Şişlikleri makyajla kamufle etmek. Teninizin rengindeki kapatıcıyı elmacık kemiklerinize kadar olan geniş alana ince bir katman halinde sürün. Farınızı koyu renklerden seçin. Bordo, koyu gri veya koyu pembe olabilir örneğin. Koyu renk bir rimeli, yalnızca üst kirpiklerinizin en ucuna doğru sürün. Alt gözkapağınızdaki kirpiklere rimel sürmek dikkatleri bu noktaya çekeceğinden şişlikler ortaya çıkmaktadır.
İlgili aramalar: göz şişmeleri nasıl önlenir, sabah göz şişmeleri neden olur, sabah kalkınca gözlerde şişlik
Şişmanlıkla Nasıl Baş Edilir?
Şişmanlıkla Nasıl Baş Edilir?
Günümüzde şişmanlık "harcadığından fazla kalori almanın kaçınılmaz sonucu" gibi görülmekte olsa bile esasında bu söylem büyük bir sorunu basite indirgemektir. Tüketilen gıdaların içerisindeki gizli düşmanlar da kilo almayı sağlamakta ve başta obezite olmak üzere birçok hastalığın kapılarını açmaktadır.
Memorial Ataşehir Hastanesi'nde ve Etiler Tıp Merkezi'nde Endokrinoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Özışık, şişmanlıkla baş etmenin yolları ile ilgili bilgi verdi.
Toksik Yağlar Vücutta Birikir
İnsanlığın eski düşmanı şişmanlığı, toksik yağların olmayışı lazım olan yerde depolanıp vücudun tahammül edemeyeceği miktarlara ulaşması biçiminde tanımlamak doğru olacaktır. Aşırı yemek, durağanlık kilo almak amacıyla şüphesiz birer faktördür. Örneğin; bir deney hayvanı fazla beslendiği zaman veya tokluk merkezini kontrol edici tek bir geni/hormonu yok edildiğinde obeziteye yol açılabilir. Bu tablonun esasında "hücresel düzeyde kapasite zorlanması"" yatmaktadır. Lakin günümüz insanındaki durum çok daha değişiktir.Nedeni ise tükettiğimiz besinlerin organizmamızın tanımadığı şeker, yağ ve amino asitlerle dolu oluşudur. Kısacası bunlar doğal olmaz ve sorunun gerçek sebebidir.
Karaciğer Bir Taşıma Şirketi Gibi Çalışır
Sindirim yolu ile kana karışan bütün besinler kimi kendi başına kimi de onları tanıyıp refakat edici özel proteinlerce doğru karaciğere götürülmektedir. Karaciğer bunları ayırmakta ve gerektiğinde de işleme elbette tutmaktadır. Bir kargo mantığı ile çalışarak "lipoprotein" olarak isimlendirilen ve adeta kargo kutularını andıran özel proteinlerle paketlemekte, üzerine de içinde ne olduğunu ve nereye teslim edileceğini gösteren bir barkod yapıştırıp sonrdan tekrar kana verir. Hemen göndermeyeceklerini ise depolamaktadır. Eğer bu kargonun içerisindeki madde ""trans yağ, oksitlenmiş yağ veya vücudun tanımadığı bir şey"" ise hücreler bu kargoyu almak istemez ve geri gönderirler. Karaciğer ise bu iade edilen bozuk kargoyu gözden uzak bir yere (cilt altı gibi) adeta sürgüne göndermektedir. Basit mantıkla, toksik maddeden kurtulmaya çalışmakta, adeta onları yağ dokusu içinde izole etmeye çalışmaktadır. Sonuç şişmanlık yani istenmeyen yerlerde yağların birikimi ve vücudun deforme oluşudur.
Cilt Yaşlanır, Yaşlanma Çabuklaşır, Kanser Kapıyı Çalabilir
Hücre içerisine giren toksinler hastalık ve kansere giden yolu açmaktadır. Yağ depolarında istiflenen toksinler ise; olduğu yerde bulunmakta olan dolaşımı bozmakta ve insülin, leptin, adiponektin, cinsiyet hormonları gibi hormonlara itaat etmemeye kadar bir dizi metabolik soruna yol açmaktadır. Zamanla bu durum daha da kötüleşerek kontrolden çıkar. Giderek daha da kilo alma ve vücudun deforme olması bir yana cilt sağlığı bozulmuş, kırışıklıklar, lekeler ve selülit ortaya çıkmış, yaşlanma hızlanmıştır. Kanser, kronik organ hasarı, beyin ve sinir sistemini dejenere edici hastalıklar (Alzheimer gibi) ise işin başka bir boyutudur.
Şişmanlıktan Korunmanın İpuçları
1. Öğünleri aceleye getirmeyin, sakin ve rahat bir ortamda yemeye çalışın. İyi çiğneyin.
2. Lokmalar arasında birkaç yudumdan fazla su içmeyin.
3. Günlük kalorinin 03.Nis’ünü kahvaltı ve öğlen yemeğinde almaya çalışın, akşam yemeğidan sonra atıştırmalardan kaçının.
4. Doğal/geleneksel metodlarla beslenmiş hayvanların etini, yumurtasını tercih edin. Dana ve tavuk etini ızgara yerine güveçte pişirin.
5. Kahvaltı haricinde yemekle, meyve tüketmeyin.
6. Sebze/meyve satın alırken bilinç sahibi davranın.
7. Pastörize günlük sütten yapılmış yoğurt ve kefir tercih edin.
8. Yağsız/light ürünleri bilinç sahibi tüketin.
9. Salatalarınıza elma sirkesi, nar ekşisi koyun, uygun miktarda turşu tüketin (cam şişede bulunanları tercih edin).
10. Tiroit hormonlarınızı, insülin düzeylerinizi ve idrarınızın pH’sını kontrol ettirin.
11. Konserve, işlenmiş, hazır gıdaları bilinç sahibi tüketin, tatlandırıcıları (doğal olsa bile) doktorunuzdan tavsiye almadan kullanmayınız.
12. Güneşten yeteri kadar faydalanın.
13. Kaliteli uyku ve egzersizi ihmal etmeyin, stresi nasıl yöneteceğinizi öğrenin.
14. Sağlıklı bir bağırsak florasını nasıl idame ettireceğinizi öğrenin.
15. Ağız hijyenini boşlamayın.
İlgili aramalar: şişmanlıkla nasıl baş edilir, şişmanlık nasıl önlenir, şişmanlığın tedavisi nedir
Günümüzde şişmanlık "harcadığından fazla kalori almanın kaçınılmaz sonucu" gibi görülmekte olsa bile esasında bu söylem büyük bir sorunu basite indirgemektir. Tüketilen gıdaların içerisindeki gizli düşmanlar da kilo almayı sağlamakta ve başta obezite olmak üzere birçok hastalığın kapılarını açmaktadır.
Memorial Ataşehir Hastanesi'nde ve Etiler Tıp Merkezi'nde Endokrinoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Özışık, şişmanlıkla baş etmenin yolları ile ilgili bilgi verdi.
Toksik Yağlar Vücutta Birikir
İnsanlığın eski düşmanı şişmanlığı, toksik yağların olmayışı lazım olan yerde depolanıp vücudun tahammül edemeyeceği miktarlara ulaşması biçiminde tanımlamak doğru olacaktır. Aşırı yemek, durağanlık kilo almak amacıyla şüphesiz birer faktördür. Örneğin; bir deney hayvanı fazla beslendiği zaman veya tokluk merkezini kontrol edici tek bir geni/hormonu yok edildiğinde obeziteye yol açılabilir. Bu tablonun esasında "hücresel düzeyde kapasite zorlanması"" yatmaktadır. Lakin günümüz insanındaki durum çok daha değişiktir.Nedeni ise tükettiğimiz besinlerin organizmamızın tanımadığı şeker, yağ ve amino asitlerle dolu oluşudur. Kısacası bunlar doğal olmaz ve sorunun gerçek sebebidir.
Karaciğer Bir Taşıma Şirketi Gibi Çalışır
Sindirim yolu ile kana karışan bütün besinler kimi kendi başına kimi de onları tanıyıp refakat edici özel proteinlerce doğru karaciğere götürülmektedir. Karaciğer bunları ayırmakta ve gerektiğinde de işleme elbette tutmaktadır. Bir kargo mantığı ile çalışarak "lipoprotein" olarak isimlendirilen ve adeta kargo kutularını andıran özel proteinlerle paketlemekte, üzerine de içinde ne olduğunu ve nereye teslim edileceğini gösteren bir barkod yapıştırıp sonrdan tekrar kana verir. Hemen göndermeyeceklerini ise depolamaktadır. Eğer bu kargonun içerisindeki madde ""trans yağ, oksitlenmiş yağ veya vücudun tanımadığı bir şey"" ise hücreler bu kargoyu almak istemez ve geri gönderirler. Karaciğer ise bu iade edilen bozuk kargoyu gözden uzak bir yere (cilt altı gibi) adeta sürgüne göndermektedir. Basit mantıkla, toksik maddeden kurtulmaya çalışmakta, adeta onları yağ dokusu içinde izole etmeye çalışmaktadır. Sonuç şişmanlık yani istenmeyen yerlerde yağların birikimi ve vücudun deforme oluşudur.
Cilt Yaşlanır, Yaşlanma Çabuklaşır, Kanser Kapıyı Çalabilir
Hücre içerisine giren toksinler hastalık ve kansere giden yolu açmaktadır. Yağ depolarında istiflenen toksinler ise; olduğu yerde bulunmakta olan dolaşımı bozmakta ve insülin, leptin, adiponektin, cinsiyet hormonları gibi hormonlara itaat etmemeye kadar bir dizi metabolik soruna yol açmaktadır. Zamanla bu durum daha da kötüleşerek kontrolden çıkar. Giderek daha da kilo alma ve vücudun deforme olması bir yana cilt sağlığı bozulmuş, kırışıklıklar, lekeler ve selülit ortaya çıkmış, yaşlanma hızlanmıştır. Kanser, kronik organ hasarı, beyin ve sinir sistemini dejenere edici hastalıklar (Alzheimer gibi) ise işin başka bir boyutudur.
Şişmanlıktan Korunmanın İpuçları
1. Öğünleri aceleye getirmeyin, sakin ve rahat bir ortamda yemeye çalışın. İyi çiğneyin.
2. Lokmalar arasında birkaç yudumdan fazla su içmeyin.
3. Günlük kalorinin 03.Nis’ünü kahvaltı ve öğlen yemeğinde almaya çalışın, akşam yemeğidan sonra atıştırmalardan kaçının.
4. Doğal/geleneksel metodlarla beslenmiş hayvanların etini, yumurtasını tercih edin. Dana ve tavuk etini ızgara yerine güveçte pişirin.
5. Kahvaltı haricinde yemekle, meyve tüketmeyin.
6. Sebze/meyve satın alırken bilinç sahibi davranın.
7. Pastörize günlük sütten yapılmış yoğurt ve kefir tercih edin.
8. Yağsız/light ürünleri bilinç sahibi tüketin.
9. Salatalarınıza elma sirkesi, nar ekşisi koyun, uygun miktarda turşu tüketin (cam şişede bulunanları tercih edin).
10. Tiroit hormonlarınızı, insülin düzeylerinizi ve idrarınızın pH’sını kontrol ettirin.
11. Konserve, işlenmiş, hazır gıdaları bilinç sahibi tüketin, tatlandırıcıları (doğal olsa bile) doktorunuzdan tavsiye almadan kullanmayınız.
12. Güneşten yeteri kadar faydalanın.
13. Kaliteli uyku ve egzersizi ihmal etmeyin, stresi nasıl yöneteceğinizi öğrenin.
14. Sağlıklı bir bağırsak florasını nasıl idame ettireceğinizi öğrenin.
15. Ağız hijyenini boşlamayın.
İlgili aramalar: şişmanlıkla nasıl baş edilir, şişmanlık nasıl önlenir, şişmanlığın tedavisi nedir
Romatizmanın Tedavisi Var Mı?
Romatizmanın Tedavisi Var Mı?
Yazdan kalma günlerin ansızın başlayan soğuklarla sona ermesiyle yalnızca ruhumuzu değil; bedenimizi de zorlayan hastalıklar yavaşça bizleri ziyaret etmeye başladı. Bunlardan bir tanesi de romatizma.
Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Soy ile Dünya Artrit Gününde kışın alevlenen romatizmal hastalıklar hususunda doğru bilinen yanlışları konuştuk.
Romatizma hastalıklarının toplumda çok sık görülmekte olan hastalıklar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Soy; "Romatizmal hastalıklarla savaşan kişiler günlük yaşamlarının etkilenmesi, yaşam kalitelerinin düşmesi ve ülkemizde kafi sayıda romatoloji uzmanı olmayışı gibi sebeplerle ne yazık ki genelde kulaktan dolma bilgilere başvuruyorlar. Bu da beraberinde doğru bilinen yanlışları getirmektedir." açıklamasında bulundu.
Yanlış: Romatizma yalnızca eklemleri tutan bir rahatsızlıktır.
Doğru: Romatizmaların bazısı yalnızca eklemleri tutsa da mühim bazısı eklemler haricinde deri, mukozalar, göz, kan elemanları, akciğer, böbrekleröncelikli olmak üzere birçok doku ve organı etkileyebilir. Hatta bazı zamanlar eklem haricinde bir yakınma da (tekrarlayan aftlar: Behçet hastalığı, gözde Üveitler: Ankilozan Spondilit ve Sarkoidoz, Ateş: SLE, Ailesel Akdeniz Ateşi) romatizma belirtisi olabilir.
Yanlış: Romatizma yalnızca yaşlılarda görülmekte olan bir hastalıktır, gençlerde olmaz.
Doğru: Halk arasında kireçlenme olarak bilinmekte olan Osteoartrit genelde yaşlılarda görülmekle beraber başka birçok romatizma türü genç ve orta yaşlı hastalarda ortaya çıkmaktadır. Sistemik Lupus Eritematozus, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar ülkemizde ve bilhassa genç yaş grubunda çok sık görülmektedir.
Yanlış: Romatizma yalnızca kadınların hastalığıdır. Doğru: Romatizmal hastalıkların çoğunun kadınlarda daha sık görüldüğü doğrudur. Lakin birçok romatizmal hastalık erkekleri de en az kadınlar kadar etkilemektedir. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Antifosfolipid Sendromu, Sjögren Sendromu ön planda kadınlarda sık görülürken birtakım vaskülit türleri erkekleri daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte erkeklerde Behçet Hastalığı ve Ankilozan Spondilit grubu birtakım hastalıklar daha ağır seyreder.
Yanlış: Romatizmalar yalnızca soğukta ortaya çıkmaktadır.
Doğru: Osteoartrit gibi birtakım romatizmaların soğuk ve yağışlı havalarda hastayı daha fazla huzursuz ettikleri doğrudur. Muhtemelen dış ortamdaki basınç değişikliklerinin ekleme yansıması nedeniyle daha fazla yakınma olmaktadır. Öte yandan güneş birtakım hastalıklara iyi gelse de, Sistemik Lupus Eritematozus gibi romatizmaları alevlendirebilir. Yani romatizmalar yalnızca soğukta veya kışın ortaya çıkmaz, her mevsimde meydana gelebilir.
Yanlış: Romatizmaların tedavisi bulunmaz.
Doğru: Eskiden romatizma hastası olanların tedavisi kısıtlıydi. Gerek romatizmal hastalıklar uzmanı sayısının yetersizliği gerekse de tedavi imkânlarının sınırlı olması nedeniyle birçok romatizmal hastalık yeteri kadar tedavi edilemiyordu. Günümüzde birçok romatizmal hastalık amaçlı modern tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Bilhassa romatoid artrit, Ankilozan Spondilit gibi hastalıkların tedavisinde mühim başarılar sağlanmıştır.
Yanlış: Eklem sıvısının alınması zararlıdır.
Doğru: Eklem sıvısı esasında eklemler içinde az miktarlarda mevcut olan ve eklemlerin rahat hareket etmesine imkan veren kaygan bir sıvıdır. Lakin iltihabi veya travmatik birçok nedenden dolayı eklem sıvısında artma olabilir. Bu hallerde sıvının mikroskopta incelenmesi, kültürünün yapılışı gibi tanısal amaçlarla ya da fazla sıvıyı alarak eklemi rahatlatmak amacıyla alınması gerekebilmektedir. Bu hallerde uygun şekilde yapıldığında, sıvı alınmasının ekleme herhangi bir zararı gibi bir durum mevzubahis olmayıp tam tersi faydası olmaktadır.
Yanlış: Kortizon kullanımı katiyyen zararlıdır.
Doğru: Elbette her ilaçta olduğu halde kortizonun da gereksiz yere kullanımı zararlıdır. Lakin birtakım hallerde ilaçları mecburen kullanmamız gerekir. Hatta bazı zamanlar kullanılmazsa daha fazla zarar görmemiz olanaklıdır. Kortizon da böyle bir grup ilaçtır. Gereksiz yere kullanılırsa zarar verebilir fakat gerekli olduğu hallerde da kullanılmazsa, hasta zarar görebileceğinden mecburen hastalarımıza kafi doz ve miktarlarda reçete edilir. Kortizon iltihaplı romatizmaların tedavisinde genelde başvurulan ana ilaçlardan bir tanesidir. Bu hastalıkların birçoğunun bilhassa alevlenme zamanlarında kullanılır. Doktorun önerdiği şekilde kullanımı ile zararları asgariye iner. Başka şekilde önerilmedi ise sabahları tek dozda alınması önerilmektedir. Bununla birlikte olanaklı olan en düşük dozda ve sürede kullanılmadır. Bundan dolayı bilhassa aşırı dozda kortizon kullanması lazım olan hastaların sıklıkla doktoruyla görüşmesi gerekir. Aynı şekilde vücuttan kalsiyum ve D vitamini dengesini bozabileceğinden kalsiyumdan zengin beslenilmesi, D vitamini desteği alınmasında yarar bulunur. Tuzdan, yağdan ve karbonhidrattan kısıtlı, proteinden zengin besinler alınmalıdır. Bununla birlikte, potasyumdan zengin olan patates, muz, narenciye türleri gibi meyve ve sebzelerin tüketimi yararlı olmaktadır.
Yanlış: Bitkisel ilaçlar zararsız olup romatizmaya daha iyi gelirler.
Doğru: Çeşitli bitkisel ilaçlar, türlü madenlerden yapılmış olan bilezikler ve daha birçok alternatif tıp ürünü halk arasında çok sık kullanılıyor. Lakin bilimsel olarak bunların hiçbirisinin işe yaradığına dair kanıt bulunmaz. Üstelik almakta olduğunuz başka ilaçlarla etkileşip zarar da verebilirler. Hekiminize danışmadan, bu çeşit ilaçları kullanmak doğru olmaz.
İlgili aramalar: romatizmanın tedavisi var mı, romatizmanın tedavisi nedir, romatizma nasıl tedavi edilir
Yazdan kalma günlerin ansızın başlayan soğuklarla sona ermesiyle yalnızca ruhumuzu değil; bedenimizi de zorlayan hastalıklar yavaşça bizleri ziyaret etmeye başladı. Bunlardan bir tanesi de romatizma.
Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Soy ile Dünya Artrit Gününde kışın alevlenen romatizmal hastalıklar hususunda doğru bilinen yanlışları konuştuk.
Romatizma hastalıklarının toplumda çok sık görülmekte olan hastalıklar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Soy; "Romatizmal hastalıklarla savaşan kişiler günlük yaşamlarının etkilenmesi, yaşam kalitelerinin düşmesi ve ülkemizde kafi sayıda romatoloji uzmanı olmayışı gibi sebeplerle ne yazık ki genelde kulaktan dolma bilgilere başvuruyorlar. Bu da beraberinde doğru bilinen yanlışları getirmektedir." açıklamasında bulundu.
Yanlış: Romatizma yalnızca eklemleri tutan bir rahatsızlıktır.
Doğru: Romatizmaların bazısı yalnızca eklemleri tutsa da mühim bazısı eklemler haricinde deri, mukozalar, göz, kan elemanları, akciğer, böbrekleröncelikli olmak üzere birçok doku ve organı etkileyebilir. Hatta bazı zamanlar eklem haricinde bir yakınma da (tekrarlayan aftlar: Behçet hastalığı, gözde Üveitler: Ankilozan Spondilit ve Sarkoidoz, Ateş: SLE, Ailesel Akdeniz Ateşi) romatizma belirtisi olabilir.
Yanlış: Romatizma yalnızca yaşlılarda görülmekte olan bir hastalıktır, gençlerde olmaz.
Doğru: Halk arasında kireçlenme olarak bilinmekte olan Osteoartrit genelde yaşlılarda görülmekle beraber başka birçok romatizma türü genç ve orta yaşlı hastalarda ortaya çıkmaktadır. Sistemik Lupus Eritematozus, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar ülkemizde ve bilhassa genç yaş grubunda çok sık görülmektedir.
Yanlış: Romatizma yalnızca kadınların hastalığıdır. Doğru: Romatizmal hastalıkların çoğunun kadınlarda daha sık görüldüğü doğrudur. Lakin birçok romatizmal hastalık erkekleri de en az kadınlar kadar etkilemektedir. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Antifosfolipid Sendromu, Sjögren Sendromu ön planda kadınlarda sık görülürken birtakım vaskülit türleri erkekleri daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte erkeklerde Behçet Hastalığı ve Ankilozan Spondilit grubu birtakım hastalıklar daha ağır seyreder.
Yanlış: Romatizmalar yalnızca soğukta ortaya çıkmaktadır.
Doğru: Osteoartrit gibi birtakım romatizmaların soğuk ve yağışlı havalarda hastayı daha fazla huzursuz ettikleri doğrudur. Muhtemelen dış ortamdaki basınç değişikliklerinin ekleme yansıması nedeniyle daha fazla yakınma olmaktadır. Öte yandan güneş birtakım hastalıklara iyi gelse de, Sistemik Lupus Eritematozus gibi romatizmaları alevlendirebilir. Yani romatizmalar yalnızca soğukta veya kışın ortaya çıkmaz, her mevsimde meydana gelebilir.
Yanlış: Romatizmaların tedavisi bulunmaz.
Doğru: Eskiden romatizma hastası olanların tedavisi kısıtlıydi. Gerek romatizmal hastalıklar uzmanı sayısının yetersizliği gerekse de tedavi imkânlarının sınırlı olması nedeniyle birçok romatizmal hastalık yeteri kadar tedavi edilemiyordu. Günümüzde birçok romatizmal hastalık amaçlı modern tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Bilhassa romatoid artrit, Ankilozan Spondilit gibi hastalıkların tedavisinde mühim başarılar sağlanmıştır.
Yanlış: Eklem sıvısının alınması zararlıdır.
Doğru: Eklem sıvısı esasında eklemler içinde az miktarlarda mevcut olan ve eklemlerin rahat hareket etmesine imkan veren kaygan bir sıvıdır. Lakin iltihabi veya travmatik birçok nedenden dolayı eklem sıvısında artma olabilir. Bu hallerde sıvının mikroskopta incelenmesi, kültürünün yapılışı gibi tanısal amaçlarla ya da fazla sıvıyı alarak eklemi rahatlatmak amacıyla alınması gerekebilmektedir. Bu hallerde uygun şekilde yapıldığında, sıvı alınmasının ekleme herhangi bir zararı gibi bir durum mevzubahis olmayıp tam tersi faydası olmaktadır.
Yanlış: Kortizon kullanımı katiyyen zararlıdır.
Doğru: Elbette her ilaçta olduğu halde kortizonun da gereksiz yere kullanımı zararlıdır. Lakin birtakım hallerde ilaçları mecburen kullanmamız gerekir. Hatta bazı zamanlar kullanılmazsa daha fazla zarar görmemiz olanaklıdır. Kortizon da böyle bir grup ilaçtır. Gereksiz yere kullanılırsa zarar verebilir fakat gerekli olduğu hallerde da kullanılmazsa, hasta zarar görebileceğinden mecburen hastalarımıza kafi doz ve miktarlarda reçete edilir. Kortizon iltihaplı romatizmaların tedavisinde genelde başvurulan ana ilaçlardan bir tanesidir. Bu hastalıkların birçoğunun bilhassa alevlenme zamanlarında kullanılır. Doktorun önerdiği şekilde kullanımı ile zararları asgariye iner. Başka şekilde önerilmedi ise sabahları tek dozda alınması önerilmektedir. Bununla birlikte olanaklı olan en düşük dozda ve sürede kullanılmadır. Bundan dolayı bilhassa aşırı dozda kortizon kullanması lazım olan hastaların sıklıkla doktoruyla görüşmesi gerekir. Aynı şekilde vücuttan kalsiyum ve D vitamini dengesini bozabileceğinden kalsiyumdan zengin beslenilmesi, D vitamini desteği alınmasında yarar bulunur. Tuzdan, yağdan ve karbonhidrattan kısıtlı, proteinden zengin besinler alınmalıdır. Bununla birlikte, potasyumdan zengin olan patates, muz, narenciye türleri gibi meyve ve sebzelerin tüketimi yararlı olmaktadır.
Yanlış: Bitkisel ilaçlar zararsız olup romatizmaya daha iyi gelirler.
Doğru: Çeşitli bitkisel ilaçlar, türlü madenlerden yapılmış olan bilezikler ve daha birçok alternatif tıp ürünü halk arasında çok sık kullanılıyor. Lakin bilimsel olarak bunların hiçbirisinin işe yaradığına dair kanıt bulunmaz. Üstelik almakta olduğunuz başka ilaçlarla etkileşip zarar da verebilirler. Hekiminize danışmadan, bu çeşit ilaçları kullanmak doğru olmaz.
İlgili aramalar: romatizmanın tedavisi var mı, romatizmanın tedavisi nedir, romatizma nasıl tedavi edilir
22 Şubat 2015 Pazar
Hastalık Hastası (Fibromiyalji) Nedir?
Hastalık Hastası (Fibromiyalji) Nedir?
Hiç çalışmadığınız zamanlarda bile kendinizi devamlı yorgun ve uykulu hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan bütün enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; bel ki de fibromiyalji hastalığına yakalanmışınızdır.
Ağrı ve bitkinlik şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafı ile "hastalık hastası" olarak damgalanan birçok kişi esasında fibromiyalji hastası.
Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülmekte olan sinsi hastalık ile ilgili şu bilgileri verdi:
Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, halsizlik ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği; kas, eklem ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir rahatsızlıktır. Fibromiyalji 2 tür olarak sınıflandırılabilir. Birinci tür daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tür ise spesifik; yaralanma ve cerrahiden sonra gelişmektedir. Kalıtsal etkenlerin de etkisi bulunur. Aile hikayesi bulunanlarda daha sık görülmekte.
Fibromiyalji hastası olanların en az üçte ikisi her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların birçoğu kez yaygın vücut ağrısı olmasına rağmen, ana odak bir ya da iki bölgedir. Ağrı yanıcı, zonklayıcı ya da sabit olabilir. Genellikle sabahları daha kötüdür, gün içinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir. Bir başka belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların üçte birinde büyüme hormonu salgısı azdır. Uyku düzensizliğinin en büyük sebeplerinden biri budur. Hastaların %60 ila 90’ında kötü uyku bulunur. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük bölümü uykuya dalmak için ve uykuyu devam ettirmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar. Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Karakteristik olarak uyku hafif ve huzursuzdur. En göze çarpan özelliklerinden bir tanesi de yorgunluktur. Şiddeti farklılık göstermektedir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.
18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastalarında birtakım duyarlı noktalar bulunur. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en mühim kriterdir. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunmaktadır. Hastalığa baş dönmesi, soğuk intoleransı, migren, sık idrara çıkma, çene ağrısı, karpal tünel sendromu, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilmektedir. Tanı koymak için 18 duyarlı noktanın en az 11’inde ağrı tespit edilmelidir.
FİBROMİYALJİ NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Atakların şiddeti ve sıklığının kontrol altına alınabildiğini belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, fibromiyaljinin klinik seyri ve tedavi yöntemleri ile ilgili şunları söyledi:
Fibromiyalji tedavisinde asıl gaye ağrı – spazm* ağrı halkasının kırılmasıdır. Manuel olarak dokulara yapılmakta olan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artışına yüzeysel kan akışının artışına ve ağrının azalışına destek olmaktadır.
Omurgaya yönelik yapılmakta olan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan veya ayıran dokunun hareketini arttırmaktadır. Ağrıya duyarlı oluşumlar üstündeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa neden olarak kas spazmını azaltır ve endorfin salgılanmasına yol açar. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırıp ağrıyı azaltmaktadır.
Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi süreci boyunca etkindir. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir. Kişinin egzersiz eğitiminde büyük ehemmiyet arz eder.
KAFEİN, ŞEKER VE ALKOL TÜKETİMİNE DİKKAT EDİN
Fibromiyalji hastalarında beslenme de çok önemlidir. Stresi yok etmeye vücutta bulunan toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sisteminin desteklemeye destek olmaktadır. Bu hastaların bilhassa şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekiyor. Bazı araştırmalara göre magnezyum desteği fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya destek olmaktadır.""
Hiç çalışmadığınız zamanlarda bile kendinizi devamlı yorgun ve uykulu hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan bütün enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; bel ki de fibromiyalji hastalığına yakalanmışınızdır.
Ağrı ve bitkinlik şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafı ile "hastalık hastası" olarak damgalanan birçok kişi esasında fibromiyalji hastası.
Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülmekte olan sinsi hastalık ile ilgili şu bilgileri verdi:
Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, halsizlik ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği; kas, eklem ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir rahatsızlıktır. Fibromiyalji 2 tür olarak sınıflandırılabilir. Birinci tür daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tür ise spesifik; yaralanma ve cerrahiden sonra gelişmektedir. Kalıtsal etkenlerin de etkisi bulunur. Aile hikayesi bulunanlarda daha sık görülmekte.
Fibromiyalji hastası olanların en az üçte ikisi her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların birçoğu kez yaygın vücut ağrısı olmasına rağmen, ana odak bir ya da iki bölgedir. Ağrı yanıcı, zonklayıcı ya da sabit olabilir. Genellikle sabahları daha kötüdür, gün içinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir. Bir başka belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların üçte birinde büyüme hormonu salgısı azdır. Uyku düzensizliğinin en büyük sebeplerinden biri budur. Hastaların %60 ila 90’ında kötü uyku bulunur. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük bölümü uykuya dalmak için ve uykuyu devam ettirmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar. Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Karakteristik olarak uyku hafif ve huzursuzdur. En göze çarpan özelliklerinden bir tanesi de yorgunluktur. Şiddeti farklılık göstermektedir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.
18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastalarında birtakım duyarlı noktalar bulunur. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en mühim kriterdir. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunmaktadır. Hastalığa baş dönmesi, soğuk intoleransı, migren, sık idrara çıkma, çene ağrısı, karpal tünel sendromu, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilmektedir. Tanı koymak için 18 duyarlı noktanın en az 11’inde ağrı tespit edilmelidir.
FİBROMİYALJİ NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Atakların şiddeti ve sıklığının kontrol altına alınabildiğini belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, fibromiyaljinin klinik seyri ve tedavi yöntemleri ile ilgili şunları söyledi:
Fibromiyalji tedavisinde asıl gaye ağrı – spazm* ağrı halkasının kırılmasıdır. Manuel olarak dokulara yapılmakta olan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artışına yüzeysel kan akışının artışına ve ağrının azalışına destek olmaktadır.
Omurgaya yönelik yapılmakta olan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan veya ayıran dokunun hareketini arttırmaktadır. Ağrıya duyarlı oluşumlar üstündeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa neden olarak kas spazmını azaltır ve endorfin salgılanmasına yol açar. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırıp ağrıyı azaltmaktadır.
Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi süreci boyunca etkindir. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir. Kişinin egzersiz eğitiminde büyük ehemmiyet arz eder.
KAFEİN, ŞEKER VE ALKOL TÜKETİMİNE DİKKAT EDİN
Fibromiyalji hastalarında beslenme de çok önemlidir. Stresi yok etmeye vücutta bulunan toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sisteminin desteklemeye destek olmaktadır. Bu hastaların bilhassa şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekiyor. Bazı araştırmalara göre magnezyum desteği fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya destek olmaktadır.""
Kalp Hastaları Nelere Dikkat Etmelidir?
Kalp Hastaları Nelere Dikkat Etmelidir?
Kalp hastalığı kader olmaz. Daha da ileri gitmek gerekirse akıllı insan kalpten ölmez. Başka bir deyişle yaşamayı seven, hayattan zevk alan insan kalpten ölmez. Kalp ve damar hastalıkları önüne geçilebilir hastalıklardır.
Dünyada bir numaralı ölüm nedeninin kalp ve damar hastalıkları olduğuna dikkat çeken Bayındır Hastanesi İçerenköy Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, hemen hemen iki kişiden birinin kalp ve damar hastalıklarından öldüğü bir ülkede yaşadığımızı belirtti.
Peki Suçlu Kim?
Kimler kalp hastası olur sorusunun cevabı daltonlara boyun eğenlerdir. Daltonları herkes bilir. Bu 4 azılı kardeş eskiden bankaları soyar, paraları çalardı. Şimdilerde ise sağlığımızı çalıyorlar. 80 yıllık ömrünüzü 50 seneye indiren, 30 yılımızı çalan bu Daltonlar gerçekten de işlerinin ustasıdır. Lakin işin iyi yanı bunlarla mücadele edip 30 yılımızı kurtarmak olanaklıdır. Modern tıp bugün kalp ve damar hastalıklarının bir kader olmadığını kanıtladı.
Bu dört kardeşi kolesterol, tansiyon, sigara ve şeker hastalığı olarak tanınır. Her biri çok tehlikeli, ömrümüzü kısaltan azılı haydutlardır. Daha da kötüsü eğer beraber dolaşırlarsa ortalıktan yok olmakta fayda bulunmakta.En çok konuşulansa kolestrol.
Kolesterol Hakkında Bilimsel Gerçekler
Gün geçmiyor ki medyada kolesterolle ilgili yeni bir haber olmasın. "Kolesterol esasında zararlı olmaz. Kolesterolü düşürmeye gerek bulunmaz. Kolesterol ilaçları zararlıdır" gibi... Başka yandan bilim insanlarına sorduğunuzda kolesterol en azılı düşmandır derler. Hangisine inanmalı.
Kolesterol hücrelerimizin yapı taşı olmazsa olmazıdır. Sağlıklı kolesterol düzeyi için şunu söylemek uygun olur; azı karar, birçoğu zarardır. Doktorunuz kolesterolden bahsederken LDL kolesterolden (düşük dansiteli lipopreotein) bahseder. Kan testlerini yaptırdığınızda genelde 4 farklı kolesterol değeri verilmektedir. Lakin akılda tutuluşu lazım olan nokta en tehlikeli ve öldürücüsünün LDL kolesterol olduğudur. L harfi ile başladığı için "Lanetli kolesterol""de denebilir. Bilimsel gerçekler kalpten ölmek istenmiyorsa şu iki rakamın unutulmaması gerektiğinin altını çiziyor. Daltonlardan hiçbiri yoksa, lanetli kolesterol değeriniz 130 dan küçük, daltonlarla çoktan tanışıldıysa LDL’nin 70 dolayında olması gerekiyor.
Kolesterol oganların yapı taşıdır, fakat fazlası da o organlara giden can damarlarını tıkar. Evinizdeki musluktan akan su kireçli ise o musluğun bir müddet sonra kireçle kaplanarak tıkanacağını ve artık su akmayacağını herkes bilir. Kolesterolde böyledir. Eğer kanınızdaki kolesterol düzeyi çok yüksek ise bir müddet sonra kalbinize, beyninize, böbreğinize, bacaklarınıza giden damarlar aynen kireçli suyun yapmış olduğu gibi tıkanır. Kalp krizi geçirirsiniz. Felç geçirirsiniz. 50 metre yürüyünce bacaklarınız ağrır, durmak zorunda kalırsınız. Kolesterol başka dalton kardeşlerden biri ya da birden fazlası ile bir araya gelecek olursa o zaman yukarıda sayılan hastalıklar çok daha ağır geçer ve ölümle sonuçlanabilir.
Kolesterol Ne Kadar Düşerse Tehlikeli Olur?
Yeni doğan sağlıklı bir çocuğun göbek kordonundaki LDL kolesterol düzeyi 30 – 50 mg/dl düzeyindedir. Bu düzeylerde bile çocuk sağlıklı doğabilmektedir. Bazı kalıtsal hastalıklarda LDL seviyeleri 10* 15 mg/dl düzeyindedir ve bu insanlar çok uzun yaşar ve kalpten ölmezler. Yukarıda belirtildiği üzere kolestrol hedefi Daltonlarla karşılaşmamış bulunanlar için 130, karşılaşmış bulunanlar için 70’dir. Bu hedefler insan sağlığını bozmaz tam tersi yaşamı uzatır. Daltonların yıllarınızı çalmasını engeller.
Yaşam Tarzınızı Değiştirin
Yaşam tarzı değişikliği, hareketli olmak ve sağlıklı beslenmek manasına gelmektedir. Yürüyün, merdiven çıkın, az yiyin, sık yiyin, ambalajdan, poşetten çıkan hiç bir şeyi tüketmeyin, yalnızca doğal topraktan çıkan yiyecekleri tüketin. Akdeniz mutfağı ile tanışın, sigaradan nefret edin. Bunları yaparken damak tadınızı da unutmayın. Haftada bir gün kaçamak yapın, sevdiğiniz kebabı yiyin.
Kolesterolün asıl fabrikası karaciğerdedir. Karaciğer siz hiç kolesterol yemeseniz de kolesterolü üretmeye devam eder. Yani yalnızca yiyeceklerle kolesterolü düşüremeyebiliriz. Kolesterolünüzü düşürmek amacı ile karaciğerdeki fabrikanın kapısına kilit vurarak üretimi düşürmek gerekir. Bunun içinde fabrikadaki üretimi azaltacak olan kolesterol ilaçlarını kullanmak gerekir. Bu ilaçları 20 senedir kullanıyoruz ve artık doktor gözetiminde kullanıldığı zaman oldukça güvenilir ilaçlar olduklarını bilmekteyiz. Güvenli ve yaşam uzatan ilaçlar.
Unutulmaması Gerekenler
1* Daltonlar ömrümüzü çalan dört azılı kardeştir: Tansiyon, kolesterol, şeker ve sigara...
2* Daltonlarla daha önce hiç karşılaşmadıysanız LDL düzeyiniz 130’dan, karşılaştıysanız 70’den küçük olmasına dikkat edin.
3* Akıllı adam kalpden ölmez. Kalp hastalığı kader olmaz.
Kalp hastalığı kader olmaz. Daha da ileri gitmek gerekirse akıllı insan kalpten ölmez. Başka bir deyişle yaşamayı seven, hayattan zevk alan insan kalpten ölmez. Kalp ve damar hastalıkları önüne geçilebilir hastalıklardır.
Dünyada bir numaralı ölüm nedeninin kalp ve damar hastalıkları olduğuna dikkat çeken Bayındır Hastanesi İçerenköy Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, hemen hemen iki kişiden birinin kalp ve damar hastalıklarından öldüğü bir ülkede yaşadığımızı belirtti.
Peki Suçlu Kim?
Kimler kalp hastası olur sorusunun cevabı daltonlara boyun eğenlerdir. Daltonları herkes bilir. Bu 4 azılı kardeş eskiden bankaları soyar, paraları çalardı. Şimdilerde ise sağlığımızı çalıyorlar. 80 yıllık ömrünüzü 50 seneye indiren, 30 yılımızı çalan bu Daltonlar gerçekten de işlerinin ustasıdır. Lakin işin iyi yanı bunlarla mücadele edip 30 yılımızı kurtarmak olanaklıdır. Modern tıp bugün kalp ve damar hastalıklarının bir kader olmadığını kanıtladı.
Bu dört kardeşi kolesterol, tansiyon, sigara ve şeker hastalığı olarak tanınır. Her biri çok tehlikeli, ömrümüzü kısaltan azılı haydutlardır. Daha da kötüsü eğer beraber dolaşırlarsa ortalıktan yok olmakta fayda bulunmakta.En çok konuşulansa kolestrol.
Kolesterol Hakkında Bilimsel Gerçekler
Gün geçmiyor ki medyada kolesterolle ilgili yeni bir haber olmasın. "Kolesterol esasında zararlı olmaz. Kolesterolü düşürmeye gerek bulunmaz. Kolesterol ilaçları zararlıdır" gibi... Başka yandan bilim insanlarına sorduğunuzda kolesterol en azılı düşmandır derler. Hangisine inanmalı.
Kolesterol hücrelerimizin yapı taşı olmazsa olmazıdır. Sağlıklı kolesterol düzeyi için şunu söylemek uygun olur; azı karar, birçoğu zarardır. Doktorunuz kolesterolden bahsederken LDL kolesterolden (düşük dansiteli lipopreotein) bahseder. Kan testlerini yaptırdığınızda genelde 4 farklı kolesterol değeri verilmektedir. Lakin akılda tutuluşu lazım olan nokta en tehlikeli ve öldürücüsünün LDL kolesterol olduğudur. L harfi ile başladığı için "Lanetli kolesterol""de denebilir. Bilimsel gerçekler kalpten ölmek istenmiyorsa şu iki rakamın unutulmaması gerektiğinin altını çiziyor. Daltonlardan hiçbiri yoksa, lanetli kolesterol değeriniz 130 dan küçük, daltonlarla çoktan tanışıldıysa LDL’nin 70 dolayında olması gerekiyor.
Kolesterol oganların yapı taşıdır, fakat fazlası da o organlara giden can damarlarını tıkar. Evinizdeki musluktan akan su kireçli ise o musluğun bir müddet sonra kireçle kaplanarak tıkanacağını ve artık su akmayacağını herkes bilir. Kolesterolde böyledir. Eğer kanınızdaki kolesterol düzeyi çok yüksek ise bir müddet sonra kalbinize, beyninize, böbreğinize, bacaklarınıza giden damarlar aynen kireçli suyun yapmış olduğu gibi tıkanır. Kalp krizi geçirirsiniz. Felç geçirirsiniz. 50 metre yürüyünce bacaklarınız ağrır, durmak zorunda kalırsınız. Kolesterol başka dalton kardeşlerden biri ya da birden fazlası ile bir araya gelecek olursa o zaman yukarıda sayılan hastalıklar çok daha ağır geçer ve ölümle sonuçlanabilir.
Kolesterol Ne Kadar Düşerse Tehlikeli Olur?
Yeni doğan sağlıklı bir çocuğun göbek kordonundaki LDL kolesterol düzeyi 30 – 50 mg/dl düzeyindedir. Bu düzeylerde bile çocuk sağlıklı doğabilmektedir. Bazı kalıtsal hastalıklarda LDL seviyeleri 10* 15 mg/dl düzeyindedir ve bu insanlar çok uzun yaşar ve kalpten ölmezler. Yukarıda belirtildiği üzere kolestrol hedefi Daltonlarla karşılaşmamış bulunanlar için 130, karşılaşmış bulunanlar için 70’dir. Bu hedefler insan sağlığını bozmaz tam tersi yaşamı uzatır. Daltonların yıllarınızı çalmasını engeller.
Yaşam Tarzınızı Değiştirin
Yaşam tarzı değişikliği, hareketli olmak ve sağlıklı beslenmek manasına gelmektedir. Yürüyün, merdiven çıkın, az yiyin, sık yiyin, ambalajdan, poşetten çıkan hiç bir şeyi tüketmeyin, yalnızca doğal topraktan çıkan yiyecekleri tüketin. Akdeniz mutfağı ile tanışın, sigaradan nefret edin. Bunları yaparken damak tadınızı da unutmayın. Haftada bir gün kaçamak yapın, sevdiğiniz kebabı yiyin.
Kolesterolün asıl fabrikası karaciğerdedir. Karaciğer siz hiç kolesterol yemeseniz de kolesterolü üretmeye devam eder. Yani yalnızca yiyeceklerle kolesterolü düşüremeyebiliriz. Kolesterolünüzü düşürmek amacı ile karaciğerdeki fabrikanın kapısına kilit vurarak üretimi düşürmek gerekir. Bunun içinde fabrikadaki üretimi azaltacak olan kolesterol ilaçlarını kullanmak gerekir. Bu ilaçları 20 senedir kullanıyoruz ve artık doktor gözetiminde kullanıldığı zaman oldukça güvenilir ilaçlar olduklarını bilmekteyiz. Güvenli ve yaşam uzatan ilaçlar.
Unutulmaması Gerekenler
1* Daltonlar ömrümüzü çalan dört azılı kardeştir: Tansiyon, kolesterol, şeker ve sigara...
2* Daltonlarla daha önce hiç karşılaşmadıysanız LDL düzeyiniz 130’dan, karşılaştıysanız 70’den küçük olmasına dikkat edin.
3* Akıllı adam kalpden ölmez. Kalp hastalığı kader olmaz.
21 Şubat 2015 Cumartesi
Kötü Nefes Kokusu Nasıl Geçer?
Kötü Nefes Kokusu Nasıl Geçer?
Kötü nefes ve ağız kokusu hemen her yaş insanda ve kesimde görülmekte olan yaygın bir sağlık sorunudur. İş hayatında, eşler arasında, arkadaşlıklarda gerçek bir problem yaratır. Bunun neticesinde de psikolojik olarak da bireyi etkiler ve istenmeyen sonuçlara sebep olabilir.
* Kötü nefes ve ağız kokusu, güzel olmayan bir koku ile karakterizedir. Kişinin çoğu zaman kendisinin de farkına varacağı bu koku çevreki insanlar tarafından hissedilir. Ağızda acı bir tat, dil yüzeyi paslı gibi hissi duyulur.
KÖTÜ NEFES KOKUSU HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN GERÇEKLER
Sebep ne olursa olsun hayatı her açıdan olumsuz olarak etkilemektedir. Sebep olan etken doğru şekilde tespit edilmelidir:
1* Sabah kalkınca olan nefes kokusu.Uykuda tükürük üretimi yavaşladığı için ağızda mevcut olan (normal flora) bakteriler koku yapabilir. Sabah kalkınca ilk olarak diş ve dil fırçalanmalıdır.Böylece koku ortadan kalkar.
2* Diş etinin kolay ya da ilerlemiş hastalıkları mutlak suretle şiddeti artan koku ile seyreder. Aynı şekilde çürük ve apseli dişler, yarım gömülü 20 yaş dişleri koku kaynağıdır.
3* Ağız kuruluğu: Eğer tükürük akışında problem var ise bu kuruluk kokuya sebep olmaktadır. Çeşitli ilaçlar,bazı bağ dokusu hastalıkları,tükürük bezi taşları sebep olabilir.
4* Genel sağlık sorunları; Bademcik yüzeyinde meydana gelen taşlar ( çürük yumurta kokusu), sinüs enfeksiyonları, geniz akıntıları,bronşit,asit reflü gibi hastalıklar da kokuya neden olmaktadır.
5* Tütün ve tütün mamülleri (sigara puro,pipo) belirli koku yapmaktadır.
6* Bakımı doğru ve düzenli bir şekilde yapılmayan sabit ve hareketli protezler, gevşek kaplamalar, köprüler
7* Alkol kullanılışı
8* Sürekli kokan besinlerle beslenmek
AĞIZ KOKUSUNUN BELİRTİLERİ
Ağız ve dilde güzel olmayan bir tat
Ağız kuruluğu
Diş etlerinin kanaması ve kırmızı olması
Siyah renkli görünen ve sızlayan çürük dişler
Paslı bir dil, dil üzerinde bir renk değişimi ve tabaka oluşması
AĞIZ KOKUSU NASIL TEDAVİ EDİLİR?
* Düzenli ve doğru diş fırçalama ve ara yüz bakımı(diş ipi,arayüz fırçası veya ağız duşu) yapılması
* Diş eti hastalığı ,çürük gibi problemlerin acil tedavisi
* Yenilen besinlerin seçimi ve bilhassa kokulu besinlerdan sonra bakım (doğru gargara, sakız ya da şeker kullanımı)
* Sistemik muayeneleri olmak (check up yaptırmak)
* Sigara ve alkol kullanmamak
* Sigara, alkol bırakılamıyırsa mutlak suretle uygun yani çinko muhteviyatlı gargara, sakız veya şeker kullanmak (geçici de olsa koku engellemek amacı ile çok etkilidir)
AĞIZ KOKUSU İÇİN NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURMAK GEREKİR?
Diş etleri kırmızı ve kanamalı ise
Ağrıyan dişler varsa
Sürekli apse yapan 20 yaş dişi varsa
Ağız kuruluğu varsa ise
Ağızda ve dilde yaralar varsa
Gece ağız açık uyunuyorsa öncelikli olarak diş doktoruna başvurulmalıdır.Asıl olan düzenli şekilde 6 ayda bir kontrollere gitmektir.
Ağız kokusu tedavi edilen bir haldir. Yalnızca doğru teşhis ve tedavi amaçlı doktorunuza başvurmanız gereklidir. Bilhassa bu konuyla ilgili hekimleri seçmek ve tedavi olmak gereklidir.
Kötü nefes ve ağız kokusu hemen her yaş insanda ve kesimde görülmekte olan yaygın bir sağlık sorunudur. İş hayatında, eşler arasında, arkadaşlıklarda gerçek bir problem yaratır. Bunun neticesinde de psikolojik olarak da bireyi etkiler ve istenmeyen sonuçlara sebep olabilir.
* Kötü nefes ve ağız kokusu, güzel olmayan bir koku ile karakterizedir. Kişinin çoğu zaman kendisinin de farkına varacağı bu koku çevreki insanlar tarafından hissedilir. Ağızda acı bir tat, dil yüzeyi paslı gibi hissi duyulur.
KÖTÜ NEFES KOKUSU HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN GERÇEKLER
Sebep ne olursa olsun hayatı her açıdan olumsuz olarak etkilemektedir. Sebep olan etken doğru şekilde tespit edilmelidir:
1* Sabah kalkınca olan nefes kokusu.Uykuda tükürük üretimi yavaşladığı için ağızda mevcut olan (normal flora) bakteriler koku yapabilir. Sabah kalkınca ilk olarak diş ve dil fırçalanmalıdır.Böylece koku ortadan kalkar.
2* Diş etinin kolay ya da ilerlemiş hastalıkları mutlak suretle şiddeti artan koku ile seyreder. Aynı şekilde çürük ve apseli dişler, yarım gömülü 20 yaş dişleri koku kaynağıdır.
3* Ağız kuruluğu: Eğer tükürük akışında problem var ise bu kuruluk kokuya sebep olmaktadır. Çeşitli ilaçlar,bazı bağ dokusu hastalıkları,tükürük bezi taşları sebep olabilir.
4* Genel sağlık sorunları; Bademcik yüzeyinde meydana gelen taşlar ( çürük yumurta kokusu), sinüs enfeksiyonları, geniz akıntıları,bronşit,asit reflü gibi hastalıklar da kokuya neden olmaktadır.
5* Tütün ve tütün mamülleri (sigara puro,pipo) belirli koku yapmaktadır.
6* Bakımı doğru ve düzenli bir şekilde yapılmayan sabit ve hareketli protezler, gevşek kaplamalar, köprüler
7* Alkol kullanılışı
8* Sürekli kokan besinlerle beslenmek
AĞIZ KOKUSUNUN BELİRTİLERİ
Ağız ve dilde güzel olmayan bir tat
Ağız kuruluğu
Diş etlerinin kanaması ve kırmızı olması
Siyah renkli görünen ve sızlayan çürük dişler
Paslı bir dil, dil üzerinde bir renk değişimi ve tabaka oluşması
AĞIZ KOKUSU NASIL TEDAVİ EDİLİR?
* Düzenli ve doğru diş fırçalama ve ara yüz bakımı(diş ipi,arayüz fırçası veya ağız duşu) yapılması
* Diş eti hastalığı ,çürük gibi problemlerin acil tedavisi
* Yenilen besinlerin seçimi ve bilhassa kokulu besinlerdan sonra bakım (doğru gargara, sakız ya da şeker kullanımı)
* Sistemik muayeneleri olmak (check up yaptırmak)
* Sigara ve alkol kullanmamak
* Sigara, alkol bırakılamıyırsa mutlak suretle uygun yani çinko muhteviyatlı gargara, sakız veya şeker kullanmak (geçici de olsa koku engellemek amacı ile çok etkilidir)
AĞIZ KOKUSU İÇİN NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURMAK GEREKİR?
Diş etleri kırmızı ve kanamalı ise
Ağrıyan dişler varsa
Sürekli apse yapan 20 yaş dişi varsa
Ağız kuruluğu varsa ise
Ağızda ve dilde yaralar varsa
Gece ağız açık uyunuyorsa öncelikli olarak diş doktoruna başvurulmalıdır.Asıl olan düzenli şekilde 6 ayda bir kontrollere gitmektir.
Ağız kokusu tedavi edilen bir haldir. Yalnızca doğru teşhis ve tedavi amaçlı doktorunuza başvurmanız gereklidir. Bilhassa bu konuyla ilgili hekimleri seçmek ve tedavi olmak gereklidir.
Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi?
Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi?
Koku alma duyusu en mühim duyularımızdan biridir ve beynimizin duygu, bilinç ve yaratıcılığı etkisi altına alan bölümünde yer alır.
Koku alma duyusu 24 saat boyunca kesintisiz çalışır ve hiç bir zaman "kapatılamayan" tek duyudur.
Vücudun ilk ve en belirgin deneme mekanizmasıdır, bir ortamın iyi veya kötü olduğunu anında değerlendirir. Kokunun bizde bıraktığı ilk iz o kişiyi veya o hadiseyi hatırlamada daima hafızamızda kalmasıdır. Birlikte olduğunuz, konuştuğunuz, öpüştüğünüz veya uyuduğunuz kişinin sizde kalan en mühim izi kokusudur. Bu kokunun kötü bir ağız kokusu olması bütün ilişkileri negatif olarak etkileyebilmektedir.
İnsanda koku duyusu, günlük duyguların %75’ini etkiler ve hafızada mühim bir rolü bulunur. İnsan, 10,000’in üstünde koku molekülünü birbirinden ayırt edebilmektedir. Koku alma sistemi beyinde yer aldığından, koku alma duyusu hafıza, psikolojik durum, stres ve konsantrasyon ile yakınen ilişiktir.
Duyguların iletişimi de koku ile yapılabilir. Kokunun psikolojik durum, duygular, hafıza, eş seçimi, bağışıklık sistemi ve hormonları etkilemiş olduğu yönünde de iddialar bulunur. Uzmanlar ve araştırmacılar, kokunun en kolay tanımıyla istekleri doğrulayan bir ruh hali ortaya çıkardığı ve bundan ötürü tesirli olduğu hususunda fikir birliği içerisindedirler.
Bu bilgiler kokunun hayat içerisindeki yeridir. İnsan sosyal bir varlıktır. İletişim kurmak hayatımızdaki en mühim davranıştır ve iletişim kurarken ilk adım konuşmaktır. İşte o an kokular devreye girer. İlk kelimede ağızdan yayılan pis bir koku karşıdaki insanda sizin için ilk kayıt olarak hafızada kalacaktır.Sizi ilk belirleyen şey belki de ağız kokunuz olacaktır. Ağız kokusu birçoğu kez size dişleriniz bir sinyalidir. Ağzınız hastayım diye uyarı yollamaktadır. Bu sinyalleri dikkate almak ilerideki problemler ve tedaviler için önemlidir.
Tüm kokuların algılanması nesneldir ve insanın kültürel yapısına ya da duygusal haline bağlıdır. Ağız kokusu her kültürde ve her yerde aynıdır ve kişiye kendisini kötü hissettirir. Kader olmaz. Sebep birçoğu kez diş ve diş etleridir. Tedavi edilmektedir. Aristo’nun tanımladığı beş duyudan ikisi olan koku ve tat alma, "kimyasal duyular" olarak adlandırılır ve bazı zamanlar birbirinden ayrı değil bir tek duyu olarak değerlendirme yapılmaktadır. Daha iyi tatmak, ağız kokusu olmadan yaşamak hayattan alınan bütün tatları arttırmaktadır.
Algıladığımız her koku zihnimizde güzel anılar bırakmalıdır. Sizi başkasının hafızasında öne çıkaran kötü ağız kokunuz olmasın.
AĞIZ KOKUSUNUN TEŞHİSİ
Ağız kokusu türlü methodlarla ölçülebilir. Bu konuda tecrübeli hekim kendi uyguladığı sistemle kokuya sebep olan gazları ölçerek teşhis eder. Bu ölçüm ile teşhis konulur ve hangi tedavinin uygulanacağına karar verilmektedir.
AĞIZ KOKUSUNUN TEDAVİSİ
1* Ağız kokusu anlatılır,oral hijyen eğitimi verilmektedir.
2* Profesyonel ağız temizliği ve ileri diş eti tedavisi yapılmaktadır.
3* Hastanın bütün bulguları açıklanır, tekrar hijyen eğitimi, türlü ürünlerin bilgilendirmesi yapılmaktadır.
4* Teşhise göre psikiyatrik değerlendirme yapılmaktadır.
Ağız dışı odaklı kokular ise mutlak suretle araştırılışı lazım olan durumlardır. Pek çok sistemik hastalığın bulgusu olabilir dahiliye ve kulak burun boğaz hekimlerince değerlendirilmelidir.
İlgili aramalar: ağız kokusu tedavi edilebilir mi, ağız kokusunun tedavisi nedir, ağız kokusu nasıl tedavi edilir
Koku alma duyusu en mühim duyularımızdan biridir ve beynimizin duygu, bilinç ve yaratıcılığı etkisi altına alan bölümünde yer alır.
Koku alma duyusu 24 saat boyunca kesintisiz çalışır ve hiç bir zaman "kapatılamayan" tek duyudur.
Vücudun ilk ve en belirgin deneme mekanizmasıdır, bir ortamın iyi veya kötü olduğunu anında değerlendirir. Kokunun bizde bıraktığı ilk iz o kişiyi veya o hadiseyi hatırlamada daima hafızamızda kalmasıdır. Birlikte olduğunuz, konuştuğunuz, öpüştüğünüz veya uyuduğunuz kişinin sizde kalan en mühim izi kokusudur. Bu kokunun kötü bir ağız kokusu olması bütün ilişkileri negatif olarak etkileyebilmektedir.
İnsanda koku duyusu, günlük duyguların %75’ini etkiler ve hafızada mühim bir rolü bulunur. İnsan, 10,000’in üstünde koku molekülünü birbirinden ayırt edebilmektedir. Koku alma sistemi beyinde yer aldığından, koku alma duyusu hafıza, psikolojik durum, stres ve konsantrasyon ile yakınen ilişiktir.
Duyguların iletişimi de koku ile yapılabilir. Kokunun psikolojik durum, duygular, hafıza, eş seçimi, bağışıklık sistemi ve hormonları etkilemiş olduğu yönünde de iddialar bulunur. Uzmanlar ve araştırmacılar, kokunun en kolay tanımıyla istekleri doğrulayan bir ruh hali ortaya çıkardığı ve bundan ötürü tesirli olduğu hususunda fikir birliği içerisindedirler.
Bu bilgiler kokunun hayat içerisindeki yeridir. İnsan sosyal bir varlıktır. İletişim kurmak hayatımızdaki en mühim davranıştır ve iletişim kurarken ilk adım konuşmaktır. İşte o an kokular devreye girer. İlk kelimede ağızdan yayılan pis bir koku karşıdaki insanda sizin için ilk kayıt olarak hafızada kalacaktır.Sizi ilk belirleyen şey belki de ağız kokunuz olacaktır. Ağız kokusu birçoğu kez size dişleriniz bir sinyalidir. Ağzınız hastayım diye uyarı yollamaktadır. Bu sinyalleri dikkate almak ilerideki problemler ve tedaviler için önemlidir.
Tüm kokuların algılanması nesneldir ve insanın kültürel yapısına ya da duygusal haline bağlıdır. Ağız kokusu her kültürde ve her yerde aynıdır ve kişiye kendisini kötü hissettirir. Kader olmaz. Sebep birçoğu kez diş ve diş etleridir. Tedavi edilmektedir. Aristo’nun tanımladığı beş duyudan ikisi olan koku ve tat alma, "kimyasal duyular" olarak adlandırılır ve bazı zamanlar birbirinden ayrı değil bir tek duyu olarak değerlendirme yapılmaktadır. Daha iyi tatmak, ağız kokusu olmadan yaşamak hayattan alınan bütün tatları arttırmaktadır.
Algıladığımız her koku zihnimizde güzel anılar bırakmalıdır. Sizi başkasının hafızasında öne çıkaran kötü ağız kokunuz olmasın.
AĞIZ KOKUSUNUN TEŞHİSİ
Ağız kokusu türlü methodlarla ölçülebilir. Bu konuda tecrübeli hekim kendi uyguladığı sistemle kokuya sebep olan gazları ölçerek teşhis eder. Bu ölçüm ile teşhis konulur ve hangi tedavinin uygulanacağına karar verilmektedir.
AĞIZ KOKUSUNUN TEDAVİSİ
1* Ağız kokusu anlatılır,oral hijyen eğitimi verilmektedir.
2* Profesyonel ağız temizliği ve ileri diş eti tedavisi yapılmaktadır.
3* Hastanın bütün bulguları açıklanır, tekrar hijyen eğitimi, türlü ürünlerin bilgilendirmesi yapılmaktadır.
4* Teşhise göre psikiyatrik değerlendirme yapılmaktadır.
Ağız dışı odaklı kokular ise mutlak suretle araştırılışı lazım olan durumlardır. Pek çok sistemik hastalığın bulgusu olabilir dahiliye ve kulak burun boğaz hekimlerince değerlendirilmelidir.
İlgili aramalar: ağız kokusu tedavi edilebilir mi, ağız kokusunun tedavisi nedir, ağız kokusu nasıl tedavi edilir
C Vitamini Soğuk Algınlığına İyi Gelir Mi?
C Vitamini Soğuk Algınlığına İyi Gelir Mi?
Dengeli beslenmeyen ve kafi Vitamin C almayan insanların soğuk algınlığı geçirme riski ve grip gibi kış hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek.
Vitaminler ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üstündeki tesirleri gözardı edilemez diyor, Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber. Neredeyse her birinin ayrı bir görevi bulunmakta. Vitamin ve mineral yetersizliklerinde vücut direncinin azaldığı, hastalıklara daha basit yakalanıldığı ve hastalık süresinin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen gerçekler. C vitamininin bağışıklık sistemi haricinde da bedenimizde mühim görevleri bulunmakta. Fakat bağışıklık sistemi için önemi ayrı.
Doku tamamiyetini sağlayan kollejenlerin sentezinde görev alması ve vücutta demir mineralinin daha iyi kullanımı görevleri bile bağışıklık sistemini destekleyen olgular. Bundan başka antioksidan olması ve vücutta meydana gelen zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olması sebebiyle hem bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Vitamin C yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlarda kanama kolaylaşabiliyor ve birtakım vitamin ve minerallerin vücutta bulunan yararlı tesirleri azalıyor.
Bilenin tam tersi portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller Vitamin C içerseler de, C vitamininin en zengin kaynağı değiller. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamininin en zengin kaynakları. Fakat günlük tüketim miktarları genelde sınırlı olduğu için ötürü günlük ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar. Çilek ve kuşburnu da Vitamin C muhteviyatı fazla olan meyvelerden. Yeşil biber ve kivi başka en iyi Vitamin C kaynakları. Aynı oranda olmasa bile bütün meyve ve sebzelerde Vitamin C bulunduğunu da hatırlatmak gerek. 1 adet kivi, günlük Vitamin C gereksiniminin yaklaşık %80’ini, bir tane portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar.
C VİTAMİNİ DESTEĞİNİ KİMLER ALMALI?
Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun süren ve yüksek tempolu egzersiz yapanların Vitamin C desteği kullanması gerekebilmektedir. Zira spordan hemen sonra vücutta serbest radikal –zararlı madde miktarında artma gözleniyor. Sigara içenlerin Vitamin C ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla. Zira sigara da vücutta zararlı maddelerin artışına neden olmaktadır. Fakat bilinçsiz Vitamin C desteği uzun süreçte böbrek taşı rizikosu yaratabileceğinden ötürü, kişiler Vitamin C desteği başlama dan evvel mutlak suretle doktorlarına danışmalılar.
SOĞUK ALGINLIĞI İÇİN C VİTAMİNİ ALMALI MI?
Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar hala devam etmektedir. Finlandiya’da yapılmakta olan bir çalışmada, ek Vitamin C almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa bile, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlarda gerçekleştiği için, hareketsiz kişilerde sonuç net olmaz. Başka çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresini kısaltmaya yardımcı olduğunu fakat hastalığın gidişatını değiştirmediği ortaya çıkmış durumda. Günde 1 gram Vitamin C alımının olumlu yönde tesirleri olabilir. Erkeklerin günlük Vitamin C ihtiyacı 90 mg, kadınların 75 mg’dır.
GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILIYOR MUSUNUZ!
C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük Vitamin C gereksinme sinin tamamından fazlasını karşılar.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet portakal
2 adet kivi
2 dilim ananas
Hazırlanması: Bütün meyveleri yıkayarak soyun. Tüm malzemeleri blenderdan geçirin. Her seferinde taze hazırlayın ve bekletmeden için. Beklediğinde meyve suyunda Vitamin C kaybına neden olur.
İlgili aramalar: c vitamini soğuk algınlığına iyi gelir mi, soğuk algınlığına ne iyi gelir, c vitamini gribe karşı korur mu
Dengeli beslenmeyen ve kafi Vitamin C almayan insanların soğuk algınlığı geçirme riski ve grip gibi kış hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek.
Vitaminler ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üstündeki tesirleri gözardı edilemez diyor, Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber. Neredeyse her birinin ayrı bir görevi bulunmakta. Vitamin ve mineral yetersizliklerinde vücut direncinin azaldığı, hastalıklara daha basit yakalanıldığı ve hastalık süresinin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen gerçekler. C vitamininin bağışıklık sistemi haricinde da bedenimizde mühim görevleri bulunmakta. Fakat bağışıklık sistemi için önemi ayrı.
Doku tamamiyetini sağlayan kollejenlerin sentezinde görev alması ve vücutta demir mineralinin daha iyi kullanımı görevleri bile bağışıklık sistemini destekleyen olgular. Bundan başka antioksidan olması ve vücutta meydana gelen zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olması sebebiyle hem bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Vitamin C yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlarda kanama kolaylaşabiliyor ve birtakım vitamin ve minerallerin vücutta bulunan yararlı tesirleri azalıyor.
Bilenin tam tersi portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller Vitamin C içerseler de, C vitamininin en zengin kaynağı değiller. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamininin en zengin kaynakları. Fakat günlük tüketim miktarları genelde sınırlı olduğu için ötürü günlük ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar. Çilek ve kuşburnu da Vitamin C muhteviyatı fazla olan meyvelerden. Yeşil biber ve kivi başka en iyi Vitamin C kaynakları. Aynı oranda olmasa bile bütün meyve ve sebzelerde Vitamin C bulunduğunu da hatırlatmak gerek. 1 adet kivi, günlük Vitamin C gereksiniminin yaklaşık %80’ini, bir tane portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar.
C VİTAMİNİ DESTEĞİNİ KİMLER ALMALI?
Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun süren ve yüksek tempolu egzersiz yapanların Vitamin C desteği kullanması gerekebilmektedir. Zira spordan hemen sonra vücutta serbest radikal –zararlı madde miktarında artma gözleniyor. Sigara içenlerin Vitamin C ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla. Zira sigara da vücutta zararlı maddelerin artışına neden olmaktadır. Fakat bilinçsiz Vitamin C desteği uzun süreçte böbrek taşı rizikosu yaratabileceğinden ötürü, kişiler Vitamin C desteği başlama dan evvel mutlak suretle doktorlarına danışmalılar.
SOĞUK ALGINLIĞI İÇİN C VİTAMİNİ ALMALI MI?
Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar hala devam etmektedir. Finlandiya’da yapılmakta olan bir çalışmada, ek Vitamin C almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa bile, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlarda gerçekleştiği için, hareketsiz kişilerde sonuç net olmaz. Başka çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresini kısaltmaya yardımcı olduğunu fakat hastalığın gidişatını değiştirmediği ortaya çıkmış durumda. Günde 1 gram Vitamin C alımının olumlu yönde tesirleri olabilir. Erkeklerin günlük Vitamin C ihtiyacı 90 mg, kadınların 75 mg’dır.
GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILIYOR MUSUNUZ!
C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük Vitamin C gereksinme sinin tamamından fazlasını karşılar.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet portakal
2 adet kivi
2 dilim ananas
Hazırlanması: Bütün meyveleri yıkayarak soyun. Tüm malzemeleri blenderdan geçirin. Her seferinde taze hazırlayın ve bekletmeden için. Beklediğinde meyve suyunda Vitamin C kaybına neden olur.
İlgili aramalar: c vitamini soğuk algınlığına iyi gelir mi, soğuk algınlığına ne iyi gelir, c vitamini gribe karşı korur mu
20 Şubat 2015 Cuma
Saç Ektirmeden Önce İyi Araştırın
Saç Ektirmeden Önce İyi Araştırın
Medical Park'ın Göztepe Hastanesi Saç Sağlığı ve Saç Nakli Ünitesi'nde Genel Koordinatör olarak görev yapan Songül Alcı, saç ekimi hususunda uyardı: "Saç ektireyim derken sakın çim adam' dönmeyin!"
Saçlarındaki dökülmeden yakınan bireyler telaşla türlü tedavi yollarına başvuruyor. Kiminin eczaneden dökülmeye karşı ilaç ve şampuanlar aldığını kiminin ise aktara gidip bakım yağları hazırlattığını belirten Songül Alcı, "Birçok kişi de doktora başvurmaktansa ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/ güzellik salonlarında saç ektiriyor" dedi.
Görüşmeyi Uzman Hekimlerle Yapın
Uzman Songül Alcı, saçla ilgili görüşmelerin pazarlamacı değil hekimle yapılışı gerektiğine dikkat çekip "Saç ekimi kolay bir hadise olmaz. Mutlaka hastane ortamında ve uzman plastik cerrahi doktorları veya dermatologlar tarafından yapılmalıdır. Aksi halde çim adama dönülebilir" uyarısında bulundu. Alcı, Sağlık Bakanlığı’nın son yayınladığı tebliğ ile merdiven altı çalışmakta olan klinikler ve güzellik merkezlerinde saç ektirmeyi yasakladığına işaret etti.
Geri Dönüşü İmkansız Sonuçlarla Karşılaşmayın
Ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/güzellik salonlarında saç ektiren kişilerin, bazı zamanlar geri dönüşü imkansız sonuçlarla karşılaşılabildiği belirten Songül Alcı, saçlarındaki dökülmeden yakınan kişiler için en tesirli çözümün saç ekimi olduğunu belirtti ve ekledi: "Bu metodu uygulamayı düşünen bireyler mutlak suretle hastane ortamında bulunmalı ve uzmanlardan görüş alıp saç ekimini yaptırmalıdır." Kısacası saç hekimi uzmanlık isteyen bir ciddi bir iştir. Bunu yanısıra saç ekimini yapan uzman bir sanatçı edasıyla bu olaya yaklaşmalıdır. Saç gelişi güzel ekilmez. Doğal ekim olması gerekir. Aksi halde toplum içerisinde komik duruma düşebilir ve eski kel halinizi arayabilirsiniz.
Medical Park'ın Göztepe Hastanesi Saç Sağlığı ve Saç Nakli Ünitesi'nde Genel Koordinatör olarak görev yapan Songül Alcı, saç ekimi hususunda uyardı: "Saç ektireyim derken sakın çim adam' dönmeyin!"
Saçlarındaki dökülmeden yakınan bireyler telaşla türlü tedavi yollarına başvuruyor. Kiminin eczaneden dökülmeye karşı ilaç ve şampuanlar aldığını kiminin ise aktara gidip bakım yağları hazırlattığını belirten Songül Alcı, "Birçok kişi de doktora başvurmaktansa ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/ güzellik salonlarında saç ektiriyor" dedi.
Görüşmeyi Uzman Hekimlerle Yapın
Uzman Songül Alcı, saçla ilgili görüşmelerin pazarlamacı değil hekimle yapılışı gerektiğine dikkat çekip "Saç ekimi kolay bir hadise olmaz. Mutlaka hastane ortamında ve uzman plastik cerrahi doktorları veya dermatologlar tarafından yapılmalıdır. Aksi halde çim adama dönülebilir" uyarısında bulundu. Alcı, Sağlık Bakanlığı’nın son yayınladığı tebliğ ile merdiven altı çalışmakta olan klinikler ve güzellik merkezlerinde saç ektirmeyi yasakladığına işaret etti.
Geri Dönüşü İmkansız Sonuçlarla Karşılaşmayın
Ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/güzellik salonlarında saç ektiren kişilerin, bazı zamanlar geri dönüşü imkansız sonuçlarla karşılaşılabildiği belirten Songül Alcı, saçlarındaki dökülmeden yakınan kişiler için en tesirli çözümün saç ekimi olduğunu belirtti ve ekledi: "Bu metodu uygulamayı düşünen bireyler mutlak suretle hastane ortamında bulunmalı ve uzmanlardan görüş alıp saç ekimini yaptırmalıdır." Kısacası saç hekimi uzmanlık isteyen bir ciddi bir iştir. Bunu yanısıra saç ekimini yapan uzman bir sanatçı edasıyla bu olaya yaklaşmalıdır. Saç gelişi güzel ekilmez. Doğal ekim olması gerekir. Aksi halde toplum içerisinde komik duruma düşebilir ve eski kel halinizi arayabilirsiniz.
Kar Yenir Mi?
Kar Yenir Mi?
Hemen hemen tüm yurtta görülen beyaz tablo aldatıyor. Renginden ötürü temiz olduğu düşünülen kar, içinde pek çok kimyasalı ve mikrobu barındırıyor.
Kar yağışının mikropları öldüreceği ve kar yemenin bağışıklık sisteminin direncini arttıracağı inançları üzerine açıklamada bulunun Prof. Dr. Yonca Tabak; kar yağışı ile beraber hava sıcaklığındaki düşüşün, birtakım mikropların yaşam alanlarını kısıtladığını, fakat bunun bütün mikropların yok olduğu manasına gelmediğini belirtiyor.
Soğuk mikropları öldürmüyor
Dr. Tabak, "İddia edilenin tam tersi olarak soğuk mikrobu kırmıyor. Yapılan çalışmalar soğuk ve kuru havanın grip virüsünün yaşam süresini uzattığını ve havada daha uzun süre kaldığını gösterir. Şu an kar ve soğuk hava ile beraber grip virüsü yayılımı için en uygun hava şartları oluşmuş durumdadır." Açıklamasında bulunuyor Yonca Tabak; soğuk havanın bağışıklık sistemimizi de zayıflattığına değinerek hastalıklara karşı dikkatli olmamız gerektiği hususunda uyarıyor.
Beyaz rengine aldanarak sakın kar yemeyin!
Yağan karın yenilmesinin, bağışıklık sisteminin direncini arttırdığı düşüncesine de değinen Yonca Tabak, büyük şehirlerde karın, beyaz rengi gibi temiz olmadığını belirtiyor. Hava kirliliği, atıklar ve daha pek çok etken yağan kar ile birleşiyor. Kar yemek mikropları bilerek bedeninize almanız demektir diyor.
Tek kat giyinmek yerine kat kat giyinin
Bilhassa soğuk havalarda giydiğimiz giysilere özen gösterilişi gerektiğine dikkat çeken Tabak, birkaç kat giyecekin üst üste giyilmesinin, giyecek katları arasında bulunan hava geçişi sebebiyle kalın tek bir kat giyilmesinden daha sağlıklı olabileceğini belirtiyor.
Yünlü giysilerin, bilhassa astımı olan kişilerde, terlemeyle birlikte alerjiyi tetikleyebileceğine değinen Tabak, yünlü kumaşlar kullanılacaksa mutlak suretle pamuklu bir kumaşın üzerine giyilmelidir diyor. Mümkün olduğunca, terlemeye neden olabilecek, polyester ve naylon karışımı kumaşlar yerine pamuklu kumaşların tercih edilmesini tavsiye ediyor.
Bağışıklık sisteminizi güçlendirin
Bilhassa kış aylarında soğuk ve kar ile zayıflayan bağışıklık sisteminin güçlendirilişi gerektiğine değinen Tabak, kış boyunca dikkat edilişi gerekenleri sıralıyor:
D Vitamini: Yeterince güneş görülmeyen kış aylarında cilt üstünde D vitamini bireşimi yetersiz kalır, eksikliğinde enfeksiyonlar daha zor atlatılır. D vitamini bağışıklık sistemi için mutlak suretle gereklidir. Bundan dolayı kış aylarında D vitamini desteği şarttır.
Omega 3: Enfeksiyona karşı direnci arttıran bir başka madde de omega 3 yağ asitleridir. Balık ve balık yağında bol bulunmakta olan bu maddenin kış aylarında çocuklara destek olarak verilişi bağışıklık istemini güç vermektedir.
Beslenme: Beslenme bağışıklık sistemi için çok önemlidir. Bol meyve sebze, tavuk, balık, kırmızı et ve tahıldan zengin beslenme antioksidan düzeyini arttırıp kışın daha iyi geçişine imkan vermektedir.
Su: En iyi balgam söktürücü maddenin su olduğu düşünüldüğü zaman çocukların meyve suyu yerine su tüketilmesi hususunda teşvik edilişi de çok önemlidir.
Hemen hemen tüm yurtta görülen beyaz tablo aldatıyor. Renginden ötürü temiz olduğu düşünülen kar, içinde pek çok kimyasalı ve mikrobu barındırıyor.
Kar yağışının mikropları öldüreceği ve kar yemenin bağışıklık sisteminin direncini arttıracağı inançları üzerine açıklamada bulunun Prof. Dr. Yonca Tabak; kar yağışı ile beraber hava sıcaklığındaki düşüşün, birtakım mikropların yaşam alanlarını kısıtladığını, fakat bunun bütün mikropların yok olduğu manasına gelmediğini belirtiyor.
Soğuk mikropları öldürmüyor
Dr. Tabak, "İddia edilenin tam tersi olarak soğuk mikrobu kırmıyor. Yapılan çalışmalar soğuk ve kuru havanın grip virüsünün yaşam süresini uzattığını ve havada daha uzun süre kaldığını gösterir. Şu an kar ve soğuk hava ile beraber grip virüsü yayılımı için en uygun hava şartları oluşmuş durumdadır." Açıklamasında bulunuyor Yonca Tabak; soğuk havanın bağışıklık sistemimizi de zayıflattığına değinerek hastalıklara karşı dikkatli olmamız gerektiği hususunda uyarıyor.
Beyaz rengine aldanarak sakın kar yemeyin!
Yağan karın yenilmesinin, bağışıklık sisteminin direncini arttırdığı düşüncesine de değinen Yonca Tabak, büyük şehirlerde karın, beyaz rengi gibi temiz olmadığını belirtiyor. Hava kirliliği, atıklar ve daha pek çok etken yağan kar ile birleşiyor. Kar yemek mikropları bilerek bedeninize almanız demektir diyor.
Tek kat giyinmek yerine kat kat giyinin
Bilhassa soğuk havalarda giydiğimiz giysilere özen gösterilişi gerektiğine dikkat çeken Tabak, birkaç kat giyecekin üst üste giyilmesinin, giyecek katları arasında bulunan hava geçişi sebebiyle kalın tek bir kat giyilmesinden daha sağlıklı olabileceğini belirtiyor.
Yünlü giysilerin, bilhassa astımı olan kişilerde, terlemeyle birlikte alerjiyi tetikleyebileceğine değinen Tabak, yünlü kumaşlar kullanılacaksa mutlak suretle pamuklu bir kumaşın üzerine giyilmelidir diyor. Mümkün olduğunca, terlemeye neden olabilecek, polyester ve naylon karışımı kumaşlar yerine pamuklu kumaşların tercih edilmesini tavsiye ediyor.
Bağışıklık sisteminizi güçlendirin
Bilhassa kış aylarında soğuk ve kar ile zayıflayan bağışıklık sisteminin güçlendirilişi gerektiğine değinen Tabak, kış boyunca dikkat edilişi gerekenleri sıralıyor:
D Vitamini: Yeterince güneş görülmeyen kış aylarında cilt üstünde D vitamini bireşimi yetersiz kalır, eksikliğinde enfeksiyonlar daha zor atlatılır. D vitamini bağışıklık sistemi için mutlak suretle gereklidir. Bundan dolayı kış aylarında D vitamini desteği şarttır.
Omega 3: Enfeksiyona karşı direnci arttıran bir başka madde de omega 3 yağ asitleridir. Balık ve balık yağında bol bulunmakta olan bu maddenin kış aylarında çocuklara destek olarak verilişi bağışıklık istemini güç vermektedir.
Beslenme: Beslenme bağışıklık sistemi için çok önemlidir. Bol meyve sebze, tavuk, balık, kırmızı et ve tahıldan zengin beslenme antioksidan düzeyini arttırıp kışın daha iyi geçişine imkan vermektedir.
Su: En iyi balgam söktürücü maddenin su olduğu düşünüldüğü zaman çocukların meyve suyu yerine su tüketilmesi hususunda teşvik edilişi de çok önemlidir.
Şok Diyetin Zararları
Şok Diyetin Zararları
Kadınların öncelikli olarak da genç ve aşırı kilolu kadınların her zaman hayalini kurdukları bir şey bulunur. Muhteşem vücut hatlarına sahip olmak ve daima incecik görünmek. Kilolu kişiler hem psikolojik açıdan hem de fiziksel açıdan büyük bir sorun içinde yaşıyorlar ve bazı zamanlar bu durum karşısında herşeyi göze alarak şok diyetlere başvurup ani bir şekilde kilo veriyorlar. Şok diyet, hemen hemen hiç bir şey yemeyerek ve egzersiz yapmayarak vücutta bulunan kasların ve suların atılmasıyla olmaktadır.
Şok diyet gerçekten de insanların çabucak zayıflamasını sağlarken vücut bu kadar hızlı kas kaybına bir anlam veremezken deri kendisini toparlayamıyor ve vücut bütünüyle sönmüş bir balona dönüyor. Deriniz bildiğiniz aşağıya doğru sarkıyor. Bundan sonra da o deri asla kendi kendisini toparlayamaz ve estetik operasyon yapılarak aşağı sarkan fazla derilerin alınması gerekmektedir. Elbette bu operasyonlarda bayağı fazla maliyet gerektiriyor. Eğer maddi durumunuz bunun için kafi değilse bu ameliyatı da devlet hiç bir şekilde karşılamıyor. Siz de o eski tombul ama buruş buruş olmayan halinizi özler duruma gelirsiniz.
Diyetisyenler ve hekimler devamlı ve her defasında hızlı kilo vermenin ne kadar zararlı olduğu için bahsetse de bilhassa kadınlar hemen olsun, şimdi olsun diyerek beklemek istemezler ve düzenli ve dengeli beslenmeden, spor yapmadan kilo vermenin peşinde koşarlar. Alakasız zayıflama haplarına dünyanın parasını harcarlar. Her duydukları zayıflama masalına inanır hale gelirler. Çünkü o ürünleri satan insanlar hayal satmayı hayallerle oynamayı çok iyi bilirler. Zaten bu hikayelerle kilo verenler kullandıkları hapların ve ilaçların etkisiyle değil,kendilerini aç bırakarak kilo verirler. Bu şekilde verilen kilolar azıcık bir yemek yendiği zaman fazlasıyla bedene geri dönüyor. Çünkü vücudu aç bırakmak metabolizmanın vücuda giren besinlerin yağ olarak depolanmasına neden olur.
Bu makalede size anlattığım olayı gerçek bir şekilde yaşayan ve herkese ibretlik olsun diye fotoğraflarını paylaşan İngiltere’ de yaşayan Kristina Miles adlı bir genç kadının öncesi ve sonrası resmini paylaşıyorum.
Kristina Miles, yeni evli ve daha güzel görünmek amacı ile 10 beden küçüldü ve şimdi de sarkan derisi ile "artık annneanne gibi görünüyorum, estetik yaptıracak param da yoktur. Şimdi tek çarem kilo alarak eski tombul halime dönmek" diyor. Siz siz olun asla 1 ayda 4 kilodan fazlasını vermeye çalışmayın. Aşırı kilonuz var ise mutlak suretle bir diyetisyenden yardım alın. Mutlaka ve mutlak suretle spor yapın. Yoksa siz de Kristina Miles gibi hızlı zayıflama uğruna yeni zayıf görüntünüzden pişman olabilirsiniz.
İlgili aramalar: şok diyetin zararları nelerdir, hızlı kilo vermenin zararları, hızlı kilo vermek sakıncalı mı
Kadınların öncelikli olarak da genç ve aşırı kilolu kadınların her zaman hayalini kurdukları bir şey bulunur. Muhteşem vücut hatlarına sahip olmak ve daima incecik görünmek. Kilolu kişiler hem psikolojik açıdan hem de fiziksel açıdan büyük bir sorun içinde yaşıyorlar ve bazı zamanlar bu durum karşısında herşeyi göze alarak şok diyetlere başvurup ani bir şekilde kilo veriyorlar. Şok diyet, hemen hemen hiç bir şey yemeyerek ve egzersiz yapmayarak vücutta bulunan kasların ve suların atılmasıyla olmaktadır.
Şok diyet gerçekten de insanların çabucak zayıflamasını sağlarken vücut bu kadar hızlı kas kaybına bir anlam veremezken deri kendisini toparlayamıyor ve vücut bütünüyle sönmüş bir balona dönüyor. Deriniz bildiğiniz aşağıya doğru sarkıyor. Bundan sonra da o deri asla kendi kendisini toparlayamaz ve estetik operasyon yapılarak aşağı sarkan fazla derilerin alınması gerekmektedir. Elbette bu operasyonlarda bayağı fazla maliyet gerektiriyor. Eğer maddi durumunuz bunun için kafi değilse bu ameliyatı da devlet hiç bir şekilde karşılamıyor. Siz de o eski tombul ama buruş buruş olmayan halinizi özler duruma gelirsiniz.
Diyetisyenler ve hekimler devamlı ve her defasında hızlı kilo vermenin ne kadar zararlı olduğu için bahsetse de bilhassa kadınlar hemen olsun, şimdi olsun diyerek beklemek istemezler ve düzenli ve dengeli beslenmeden, spor yapmadan kilo vermenin peşinde koşarlar. Alakasız zayıflama haplarına dünyanın parasını harcarlar. Her duydukları zayıflama masalına inanır hale gelirler. Çünkü o ürünleri satan insanlar hayal satmayı hayallerle oynamayı çok iyi bilirler. Zaten bu hikayelerle kilo verenler kullandıkları hapların ve ilaçların etkisiyle değil,kendilerini aç bırakarak kilo verirler. Bu şekilde verilen kilolar azıcık bir yemek yendiği zaman fazlasıyla bedene geri dönüyor. Çünkü vücudu aç bırakmak metabolizmanın vücuda giren besinlerin yağ olarak depolanmasına neden olur.
Bu makalede size anlattığım olayı gerçek bir şekilde yaşayan ve herkese ibretlik olsun diye fotoğraflarını paylaşan İngiltere’ de yaşayan Kristina Miles adlı bir genç kadının öncesi ve sonrası resmini paylaşıyorum.
Kristina Miles, yeni evli ve daha güzel görünmek amacı ile 10 beden küçüldü ve şimdi de sarkan derisi ile "artık annneanne gibi görünüyorum, estetik yaptıracak param da yoktur. Şimdi tek çarem kilo alarak eski tombul halime dönmek" diyor. Siz siz olun asla 1 ayda 4 kilodan fazlasını vermeye çalışmayın. Aşırı kilonuz var ise mutlak suretle bir diyetisyenden yardım alın. Mutlaka ve mutlak suretle spor yapın. Yoksa siz de Kristina Miles gibi hızlı zayıflama uğruna yeni zayıf görüntünüzden pişman olabilirsiniz.
İlgili aramalar: şok diyetin zararları nelerdir, hızlı kilo vermenin zararları, hızlı kilo vermek sakıncalı mı
19 Şubat 2015 Perşembe
Kıl Dönmesinin Belirtileri Nelerdir?
Kıl Dönmesinin Belirtileri Nelerdir?
Kıl dönmesinin sebeplerini ve tedavisini Hisar Intercontinental Hospital'de Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yapan Op. Dr. İlker Abcı’dan dinledik.
Kıl nasıl olur ve kıl dönmesi nedir?
Genelde genç ve kıllı erkeklerde görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkeklerde ve bayanlarda da görülebilmektedir. Halk arasında kıl dönmesi olarak bilinmekte olan kist dermoid sakral, genelde kuyruk sokumu bölgesindeki kılların cilt altında yuvalanması, bu yuvanın enfekte olması, sonrası akıntılı bir apseye dönüşmesidir. Hastalık temelde cilt altı dokusunun enfeksiyonudur. Kuyruk sokumu bölgesi haricinde kasıklarda, göbekte ve koltuk altında da görülebilmektedir. Hastalığın sebebi kesin bir şekilde bilinmese de; kuyruk sokumu bölgesindeki kıl köklerinin küçük iltihaplarının zaman içerisinde genişlemesi, oturma ve kalça hareketleriyle bu iltihaplı yuvaya kılların yerleşmesi neticesinde gelişmekte olduğu kabul edilir. Genelde genç ve kıllı erkeklerde görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkeklerde ve bayanlarda da görülebilmektedir.
Kıl dönmesi olduğu nasıl anlaşılır?
Hastalık kişinin kendi göremeyeceği alanda olduğu için yol açtığı şikayetler sonrası fark edilmektedir. Kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, akıntı ve pis kok var ise mutlak suretle doktora başvurulmalıdır. Hastalık genel olarak küçük bir sivilce olarak değerlendirip kendi kendine iyileşmesini beklenir. Kuyruk sokumu bölgesine bakıldığında orta çizgide çok küçük delikler, şişlik görülebilir; ender olarak hiç delik olmadan da hastalık gelişebilir. Hastalık bir iki gün içerisinde başlayan, ağrı ve şişlik şikayetine neden olan, kıl dönmesi apsesi veya uzun süredir olan akıntı, kaşıntı sıkıntısıyla da kendisini belli eder.
Nasıl ve ne zaman tedavi edilir?
Tespit edildiği anda tedavi edilişi gerekiyor. Zira kıl dönmesi kendi kendine iyileşmez; tam tersi hastalıklı alan zaman içerisinde büyür ve ihmal edildiğinde daha geniş bir alanı tutarak, ameliyatta daha geniş bir cilt ve cilt altı dokusunun çıkarılışı gerekebilmektedir. Kıl dönmesinin temel tedavisi ameliyat ile hastalıklı alanın çıkartılmasıdır.
Uygun hastalarda birtakım kimyasal maddeler kullanılan ameliyat dışı uygulamalar da kullanılabilir. Lakin eğer apse olursa hızla cerrahi teknikle apsenin boşaltılması gerekir. Apse gelişmeden doktora başvurulursa kalıcı ameliyat planlanır. Sanılanın tam tersi kıl dönmesi ameliyatıdan sonra hastaların uzun süre yüzüstü yatması gerekmez. Bu dinlenme süresi içinde hasta istediği gibi yatabilir, gezebilir, 48 saat sonra banyo yapabilir.
Ameliyattan 3 ila 5 gün sonra günlük işlerine geri dönebilir. Ameliyattan sonra kuyruk sokumu bölgesinin kuru ve kılsız tutulması gerekir. Bu amaçla tüy dökücü kremlerle ya da lazer epilasyon ile kıl temizliği faydalıdır. Uygun seçilmiş tedavi metodu ve tecrübeli ellerde sanıldığı kadar tekrar etme görülmemektedir. Tekrarlamaların bazısı pansumanlar ile tedavi edilebilmektedir.
Kıl dönmesinin sebeplerini ve tedavisini Hisar Intercontinental Hospital'de Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yapan Op. Dr. İlker Abcı’dan dinledik.
Kıl nasıl olur ve kıl dönmesi nedir?
Genelde genç ve kıllı erkeklerde görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkeklerde ve bayanlarda da görülebilmektedir. Halk arasında kıl dönmesi olarak bilinmekte olan kist dermoid sakral, genelde kuyruk sokumu bölgesindeki kılların cilt altında yuvalanması, bu yuvanın enfekte olması, sonrası akıntılı bir apseye dönüşmesidir. Hastalık temelde cilt altı dokusunun enfeksiyonudur. Kuyruk sokumu bölgesi haricinde kasıklarda, göbekte ve koltuk altında da görülebilmektedir. Hastalığın sebebi kesin bir şekilde bilinmese de; kuyruk sokumu bölgesindeki kıl köklerinin küçük iltihaplarının zaman içerisinde genişlemesi, oturma ve kalça hareketleriyle bu iltihaplı yuvaya kılların yerleşmesi neticesinde gelişmekte olduğu kabul edilir. Genelde genç ve kıllı erkeklerde görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkeklerde ve bayanlarda da görülebilmektedir.
Kıl dönmesi olduğu nasıl anlaşılır?
Hastalık kişinin kendi göremeyeceği alanda olduğu için yol açtığı şikayetler sonrası fark edilmektedir. Kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, akıntı ve pis kok var ise mutlak suretle doktora başvurulmalıdır. Hastalık genel olarak küçük bir sivilce olarak değerlendirip kendi kendine iyileşmesini beklenir. Kuyruk sokumu bölgesine bakıldığında orta çizgide çok küçük delikler, şişlik görülebilir; ender olarak hiç delik olmadan da hastalık gelişebilir. Hastalık bir iki gün içerisinde başlayan, ağrı ve şişlik şikayetine neden olan, kıl dönmesi apsesi veya uzun süredir olan akıntı, kaşıntı sıkıntısıyla da kendisini belli eder.
Nasıl ve ne zaman tedavi edilir?
Tespit edildiği anda tedavi edilişi gerekiyor. Zira kıl dönmesi kendi kendine iyileşmez; tam tersi hastalıklı alan zaman içerisinde büyür ve ihmal edildiğinde daha geniş bir alanı tutarak, ameliyatta daha geniş bir cilt ve cilt altı dokusunun çıkarılışı gerekebilmektedir. Kıl dönmesinin temel tedavisi ameliyat ile hastalıklı alanın çıkartılmasıdır.
Uygun hastalarda birtakım kimyasal maddeler kullanılan ameliyat dışı uygulamalar da kullanılabilir. Lakin eğer apse olursa hızla cerrahi teknikle apsenin boşaltılması gerekir. Apse gelişmeden doktora başvurulursa kalıcı ameliyat planlanır. Sanılanın tam tersi kıl dönmesi ameliyatıdan sonra hastaların uzun süre yüzüstü yatması gerekmez. Bu dinlenme süresi içinde hasta istediği gibi yatabilir, gezebilir, 48 saat sonra banyo yapabilir.
Ameliyattan 3 ila 5 gün sonra günlük işlerine geri dönebilir. Ameliyattan sonra kuyruk sokumu bölgesinin kuru ve kılsız tutulması gerekir. Bu amaçla tüy dökücü kremlerle ya da lazer epilasyon ile kıl temizliği faydalıdır. Uygun seçilmiş tedavi metodu ve tecrübeli ellerde sanıldığı kadar tekrar etme görülmemektedir. Tekrarlamaların bazısı pansumanlar ile tedavi edilebilmektedir.
Ses Kısıklığı Neden Olur?
Ses Kısıklığı Neden Olur?
Ses kısıklığını oluşturmakta olan çok sebep bulunur. Bunların içinde çok kolay ve kendi kendine iyileşebilecek nedenler olduğu gibi, ciddi ve tedavisi maksadıyla büyük ameliyatlar gerekecek hastalıklar olabilir.
Sesteki çatallaşmalar, titreşimler, boğuk ses ve bunların dışında diğer bütün ses değişikliğine ses kısıklığı denilir. Ses kısıklığına sebep olabilecek hastalıklar arasında şunlar sayılabilir:
* Larenjit (Gırtlak iltihabı): Daha çok ses tellerindeki tahribat ve enfeksiyon neticesi ortaya çıkar ve ses kısıklığına hatta ses kaybına sebep olabilir. Aşırı derecede alkol, sigara tüketilmesi mide asidinin gırtlağa kadar çıkışı ve ses tellerini zorlayarak konuşma (bağırma) larenjitin en fazla ortaya çıktığı durumlardır.
* Ses tellerinde nodül, kist ya da polip gibi iyi huylu kitleler: Ses tellerinin aşırı düzensiz kullanımı, devamlı veya sıklıkla çığlık atılması, bağırarak konuşulması, doğal olmayan yüksek tonda uzun süre konuşuluşu ses tellerinin üzerini örten ince zarda, hafif şişliklere neden olmaktadır. Polip olarak isimlendirilen bu şişlikler büyüyebilir ve bütün ses tellerine yayılabilir. Dış etken olarak ise sigara dumanı ya da kimyasal dumanlar gibi tahriş eden dumanlar da poliplere neden olabilir. Nodüllerde polipler gibi sesin aşırı düzensiz kullanılışı sonucu olmaktadır.
* Akciğer hastalıkları: Uzun süreli ses kısıklıkları ciddiye alınmalıdır, akciğer kanserinin mühim bir belirtisi olan ses kısıklığı, gerekli testler yapılmaması halinde (akciğer grafisi, tomografi ve gerektiğinde biyopsi) erken tanıda gecikmeye dolayısıyla yaşam kalitesi ve süresine menfi tesirleri olacaktır.
* Ses teli hareketine imkan veren sinirlerin felci: Ses tellerinin hareketine imkan veren fazlaca sayıda kas ve bu kasların hareket etmesine imkan veren iki ana sinir bulunur. Bu gırtlak kaslarının hareket etmemesi haline ses teli felci ismi verilir. Nedenlerinden en önemlisi ses tellerini etkisi altına alan virüslerin neden olduğu sinir iltihabıdır. Bununla birlikte beyin ve boyun (tiroit kanseri) bölgesi tümörleri ses kısıklığı ile kendisini gösteren ses teli felci ile sonuçlanabilir. Kısık ve çatallanan ses öncelikli belirtilerdir.
* Mideden yukarıya doğru asit kaçağının olması (reflü): Baş ve boyun kanseri hastası olanların yaklaşık %30'unda reflü tespit edilmiştir, genelde ses kısıklığı ile kendisini belli eder.
* Alerji ya da iltihaplardan kaynaklı geniz akıntısı
* Gırtlak ve etrafındaki dokulara ait tümörler
* Ses telleri çevresine gelen darbeler
* Psikolojik nedenler
* Şeker hastalığı ya da sinir sistemi hastalıkları gibi vücudun başka bölgeleriyle beraber ses telini de tutan hastalıklar
Şu Durumlarda Derhal Doktora Gidiniz
1 ila 2 haftadan daha fazla süren ses kısıklıklarında mutlak suretle doktora gidilmelidir. Ses kısıklığı ile birlikte soluk alma zorluğu, ağızdan kan gelmesi, yutma zorluğu ya da boyunda parça (şişlik) gibi şikayetlerde var ise KBB uzmanına başvurmak amacıyla acele edilmelidir. Ses kısıklığı olduğu zaman ne hemen ciddi bir hastalık endişesine kapılmalı ne de çok küçümseyip muayeneyi ihmal etmemek gerekir.
İlgili aramalar: ses kısıklığı neden olur, ses kısıklığının nedenleri nelerdir, ses neden kısılır
Ses kısıklığını oluşturmakta olan çok sebep bulunur. Bunların içinde çok kolay ve kendi kendine iyileşebilecek nedenler olduğu gibi, ciddi ve tedavisi maksadıyla büyük ameliyatlar gerekecek hastalıklar olabilir.
Sesteki çatallaşmalar, titreşimler, boğuk ses ve bunların dışında diğer bütün ses değişikliğine ses kısıklığı denilir. Ses kısıklığına sebep olabilecek hastalıklar arasında şunlar sayılabilir:
* Larenjit (Gırtlak iltihabı): Daha çok ses tellerindeki tahribat ve enfeksiyon neticesi ortaya çıkar ve ses kısıklığına hatta ses kaybına sebep olabilir. Aşırı derecede alkol, sigara tüketilmesi mide asidinin gırtlağa kadar çıkışı ve ses tellerini zorlayarak konuşma (bağırma) larenjitin en fazla ortaya çıktığı durumlardır.
* Ses tellerinde nodül, kist ya da polip gibi iyi huylu kitleler: Ses tellerinin aşırı düzensiz kullanımı, devamlı veya sıklıkla çığlık atılması, bağırarak konuşulması, doğal olmayan yüksek tonda uzun süre konuşuluşu ses tellerinin üzerini örten ince zarda, hafif şişliklere neden olmaktadır. Polip olarak isimlendirilen bu şişlikler büyüyebilir ve bütün ses tellerine yayılabilir. Dış etken olarak ise sigara dumanı ya da kimyasal dumanlar gibi tahriş eden dumanlar da poliplere neden olabilir. Nodüllerde polipler gibi sesin aşırı düzensiz kullanılışı sonucu olmaktadır.
* Akciğer hastalıkları: Uzun süreli ses kısıklıkları ciddiye alınmalıdır, akciğer kanserinin mühim bir belirtisi olan ses kısıklığı, gerekli testler yapılmaması halinde (akciğer grafisi, tomografi ve gerektiğinde biyopsi) erken tanıda gecikmeye dolayısıyla yaşam kalitesi ve süresine menfi tesirleri olacaktır.
* Ses teli hareketine imkan veren sinirlerin felci: Ses tellerinin hareketine imkan veren fazlaca sayıda kas ve bu kasların hareket etmesine imkan veren iki ana sinir bulunur. Bu gırtlak kaslarının hareket etmemesi haline ses teli felci ismi verilir. Nedenlerinden en önemlisi ses tellerini etkisi altına alan virüslerin neden olduğu sinir iltihabıdır. Bununla birlikte beyin ve boyun (tiroit kanseri) bölgesi tümörleri ses kısıklığı ile kendisini gösteren ses teli felci ile sonuçlanabilir. Kısık ve çatallanan ses öncelikli belirtilerdir.
* Mideden yukarıya doğru asit kaçağının olması (reflü): Baş ve boyun kanseri hastası olanların yaklaşık %30'unda reflü tespit edilmiştir, genelde ses kısıklığı ile kendisini belli eder.
* Alerji ya da iltihaplardan kaynaklı geniz akıntısı
* Gırtlak ve etrafındaki dokulara ait tümörler
* Ses telleri çevresine gelen darbeler
* Psikolojik nedenler
* Şeker hastalığı ya da sinir sistemi hastalıkları gibi vücudun başka bölgeleriyle beraber ses telini de tutan hastalıklar
Şu Durumlarda Derhal Doktora Gidiniz
1 ila 2 haftadan daha fazla süren ses kısıklıklarında mutlak suretle doktora gidilmelidir. Ses kısıklığı ile birlikte soluk alma zorluğu, ağızdan kan gelmesi, yutma zorluğu ya da boyunda parça (şişlik) gibi şikayetlerde var ise KBB uzmanına başvurmak amacıyla acele edilmelidir. Ses kısıklığı olduğu zaman ne hemen ciddi bir hastalık endişesine kapılmalı ne de çok küçümseyip muayeneyi ihmal etmemek gerekir.
İlgili aramalar: ses kısıklığı neden olur, ses kısıklığının nedenleri nelerdir, ses neden kısılır
Aşırı Terleme Nasıl Önlenir?
Koltukaltı Terlemesi Nasıl Önlenir?
Vücudunuzun bazı bölümleri (özellikle koltukaltı bölgesi) yaz kış demeden aşırı terliyorsa, botoks yaptırarak bu durumdan kurtulabilirsiniz.
Yoğun çalışmakta olan ve giyimiyle ön planda oldukları meslekleri yapan kişilerin imdadına yetişen terlemeye karşı botoks uygulamasını, Hisar Intercontinental Hospital Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Göksel Somay’dan dinledik.
Bilhassa stres, heyecan, uyarıcı ilaçlar, tiroid bezinin aşırı çalışması, kan şekeri değişiklikleri, böbrek üstü bezi hastalıkları, menopoz, kullanılan ilaç ve hormonların aşırı terlemeye neden olabileceğini belirten Doç. Dr. Somay; "Terleme cildi nemlendirerek vücut ısısını sabitler ve vücutta bulunan toksinlerin atılmasına imkan vermektedir. Tamamen doğal olan bu süreç birtakım kişilerde istenmeyen şikayetlere neden olabilir." dedi.
Bilhassa koltuk altı bölgesindeki terleme kişiyi görünümü sebebiyle huzursuz ederken; koku sebebiyle de zor durumda bırakmaktadır. Zira pudra, krem veya spreyler terlemeyi bütünüyle kesme özelliğine sahip olmaz; fakat kısa süreli geciktirebilir. Oysa botoksla çok tesirli ve uzun süren kalıcılık sağlamak olanaklı.’diye konuştu…
Botoks nasıl yapılır?
30 dakika gibi kısa bir sürede uygulanabilen botoks; bilhassa koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı terlemesinde kullanılır. İşlem yapılma dan evvel terleme probleminiz olan bölgelere iyot* nişasta testi yapılır ve aşırı terlemenize neden olan aktif alanlar tayin edilmektedir. Bu alanların yaklaşık 2 mm derinliğine çok ince uçlu iğnelerle Botoks ilacı enjekte edilmektedir.
Botoks uygulaması, uygulama bölgesinde terleme işlevini geçici olarak, bütünüyle ya da belirli bir şekilde azaltarak etkisini göstermektedir. Botoks’un etkiyi geçici olduğu amacıyla yapılmakta olan operasyon istenirse 6* 8 ay gibi uzun aralıklarla tekrarlanabilir. İşlemin hemen ardından günlük hayatınıza rahatça dönebilirsiniz. 18* 65 yaş aralığındaki herkesin yararlanabileceği bu uygulamanın neticesini 2* 4 gün içinde görmeniz olanaklıdır.
Kimlere Botoks Yapılamaz?
* Hamilelere,
* Emziren annelere,
* Cildinin üstünde enfeksiyon olan hastalara,
* Myasthenia Gravis (özellikle kaslarda görülmekte olan kas zayıflığı) gibi nörolojik hastalıkları bulunanlara,
* Aminoglikozit türü antibiyotik kullanan hastalara,
* Bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar kullanan hastalara botoks uygulaması yapılmaktan kaçınılmalıdır.
İlgili aramalar: aşırı terleme nasıl önlenir, koltukaltı terlemesi nasıl önlenir, aşırı terlemeye karşı ne yapılabilir, botoksla terleme önlenir mi
Vücudunuzun bazı bölümleri (özellikle koltukaltı bölgesi) yaz kış demeden aşırı terliyorsa, botoks yaptırarak bu durumdan kurtulabilirsiniz.
Yoğun çalışmakta olan ve giyimiyle ön planda oldukları meslekleri yapan kişilerin imdadına yetişen terlemeye karşı botoks uygulamasını, Hisar Intercontinental Hospital Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Göksel Somay’dan dinledik.
Bilhassa stres, heyecan, uyarıcı ilaçlar, tiroid bezinin aşırı çalışması, kan şekeri değişiklikleri, böbrek üstü bezi hastalıkları, menopoz, kullanılan ilaç ve hormonların aşırı terlemeye neden olabileceğini belirten Doç. Dr. Somay; "Terleme cildi nemlendirerek vücut ısısını sabitler ve vücutta bulunan toksinlerin atılmasına imkan vermektedir. Tamamen doğal olan bu süreç birtakım kişilerde istenmeyen şikayetlere neden olabilir." dedi.
Bilhassa koltuk altı bölgesindeki terleme kişiyi görünümü sebebiyle huzursuz ederken; koku sebebiyle de zor durumda bırakmaktadır. Zira pudra, krem veya spreyler terlemeyi bütünüyle kesme özelliğine sahip olmaz; fakat kısa süreli geciktirebilir. Oysa botoksla çok tesirli ve uzun süren kalıcılık sağlamak olanaklı.’diye konuştu…
Botoks nasıl yapılır?
30 dakika gibi kısa bir sürede uygulanabilen botoks; bilhassa koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı terlemesinde kullanılır. İşlem yapılma dan evvel terleme probleminiz olan bölgelere iyot* nişasta testi yapılır ve aşırı terlemenize neden olan aktif alanlar tayin edilmektedir. Bu alanların yaklaşık 2 mm derinliğine çok ince uçlu iğnelerle Botoks ilacı enjekte edilmektedir.
Botoks uygulaması, uygulama bölgesinde terleme işlevini geçici olarak, bütünüyle ya da belirli bir şekilde azaltarak etkisini göstermektedir. Botoks’un etkiyi geçici olduğu amacıyla yapılmakta olan operasyon istenirse 6* 8 ay gibi uzun aralıklarla tekrarlanabilir. İşlemin hemen ardından günlük hayatınıza rahatça dönebilirsiniz. 18* 65 yaş aralığındaki herkesin yararlanabileceği bu uygulamanın neticesini 2* 4 gün içinde görmeniz olanaklıdır.
Kimlere Botoks Yapılamaz?
* Hamilelere,
* Emziren annelere,
* Cildinin üstünde enfeksiyon olan hastalara,
* Myasthenia Gravis (özellikle kaslarda görülmekte olan kas zayıflığı) gibi nörolojik hastalıkları bulunanlara,
* Aminoglikozit türü antibiyotik kullanan hastalara,
* Bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar kullanan hastalara botoks uygulaması yapılmaktan kaçınılmalıdır.
İlgili aramalar: aşırı terleme nasıl önlenir, koltukaltı terlemesi nasıl önlenir, aşırı terlemeye karşı ne yapılabilir, botoksla terleme önlenir mi
Gebelikte Saç Boyatılır Mı?
Gebelikte Saç Boyatılır Mı?
Uzmanlar, bebek bekleyen anne adayları için gebelik dönemleri müddetince ilaç kullanılması hususunda dikkatli olmaları, saç düzleştirme, saç boyatma ve perma gibi kimyasal içeren işlemlerden uzak durmaları tavsiyesinde bulunmaktadır.
Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştırma Hastanesi’nde anne adaylarını bilgi sahibi yapmak amacıyla düzenlenen "Gebelikte İlaç Kullanımı" konulu toplantıda uzmanlar hamilelik süreci boyunca alınmış olan ilaçların bebeğe geçme yolları, bu süreçte ilaç kullanımının sınıflandırılması, yanlış ilaç kullanımının zararları, hangi ilacın ne zaman kullanımı gerektiği konularında bilgiler verildi.
Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Ümit Göktolga, "gebelikte ilaç kullanılmamalı" veya ""her ilaç kullanılabilir"" gibi genellemelerin yanlışlığına işaret etti.
Hekim kontrolünde, uygun dozlarda kullanılabilecek ilaçlar bulunduğunu bildiren Göktolga, "Gebeliğin her süreci ilaç kullanılışı yönünden ayrı özelliklere sahiplerdir. Bunlar içerisinde ilk üç ay (1. trimester) en önemli olan dönemdir" dedi.
Op. Dr. Ömer Lütfi Tapısız da, hamilelikte ilaç kullandığınız sırada çok dikkat edilişi gerektiğini ifade etti.
Bilhassa gebeliğin ilk ayında ilaç kullanımında "ya hep ya hiç" kuralının muteber olduğunu vurgulayan Tapısız, "Yani bir aylık bir gebe ilaç kullandığı zaman ya bebeğe hiç bir zarar vermez, veya düşüğe neden olmaktadır. Türkiye’de gebelik esnasında ilaç kullanım oranı çok yüksek. Gebelik esnasında reçeteli veya reçetesiz ilaç kullanma oranı yüzde 90 düzeyinde" biçiminde konuştu.
Gebelikte ilaç kullanılması sebebiyle veya kimyasallara maruz kalınmasının bebekte meydana gelebilecek anomalilerin önlenmesi için doktor onayı olmadan ilaç alınmaması uyarısında mevcut olan Tapısız, "Oluşabilecek anomaliler çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı olağan dışı beyinsel ve fiziksel gelişim bozulmalarını içerebilir. Anne adayının bu anormalliklerin sorumlusu olmaması gerekir" dedi.
Saç boyalarına dikkat etmek gerek
Op. Dr. Şadıman Altınbaş ise anne adaylarının ağrı kesicileri kullandığınız sırada çok dikkat etmeleri gerektiğini bildirdi.
Ağrı kesici ve ateş dindirici ilaçların doktora danışılmadan alınmamasını öneren Altınbaş, ""Eğer ağrı gideren kullanımı gerekiyorsa parasetamol muhteviyatlı ilaçlar tercih edilmeli"" tavsiyesini dile getirdi.
Gebelikte gerekli hallerde antibiyotik kullanılabileceğini, fakat bunun dozunu ve süresini hekimin belirlemesi gerektiğini vurgulayan Altınbaş, başka kimyasallarla ilgili de şunlara dikkati çekti:
"Anne adayları gebeliğin ilk üç ayında bitkisel muhteviyatlı de olsa katiyyen saç boyası kullanmamalı, saç düzeltme ve perma gibi işlemleri yaptırmamalıdırlar. İlk üç aydan sonrasındaki süreçte bitkisel muhteviyatlı saç boyaları kullanılabilir. Kozmetik kullanımında hiç bir metod kesin güvenilir olmaz." dedi.
İlgili aramalar: gebelikte saç boyatılır mı, hamilelikte saç boyanır mı, hamilelikte perma yapılır mı, hamilelikte brezilya fönü yapılabilir mi
Uzmanlar, bebek bekleyen anne adayları için gebelik dönemleri müddetince ilaç kullanılması hususunda dikkatli olmaları, saç düzleştirme, saç boyatma ve perma gibi kimyasal içeren işlemlerden uzak durmaları tavsiyesinde bulunmaktadır.
Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştırma Hastanesi’nde anne adaylarını bilgi sahibi yapmak amacıyla düzenlenen "Gebelikte İlaç Kullanımı" konulu toplantıda uzmanlar hamilelik süreci boyunca alınmış olan ilaçların bebeğe geçme yolları, bu süreçte ilaç kullanımının sınıflandırılması, yanlış ilaç kullanımının zararları, hangi ilacın ne zaman kullanımı gerektiği konularında bilgiler verildi.
Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Ümit Göktolga, "gebelikte ilaç kullanılmamalı" veya ""her ilaç kullanılabilir"" gibi genellemelerin yanlışlığına işaret etti.
Hekim kontrolünde, uygun dozlarda kullanılabilecek ilaçlar bulunduğunu bildiren Göktolga, "Gebeliğin her süreci ilaç kullanılışı yönünden ayrı özelliklere sahiplerdir. Bunlar içerisinde ilk üç ay (1. trimester) en önemli olan dönemdir" dedi.
Op. Dr. Ömer Lütfi Tapısız da, hamilelikte ilaç kullandığınız sırada çok dikkat edilişi gerektiğini ifade etti.
Bilhassa gebeliğin ilk ayında ilaç kullanımında "ya hep ya hiç" kuralının muteber olduğunu vurgulayan Tapısız, "Yani bir aylık bir gebe ilaç kullandığı zaman ya bebeğe hiç bir zarar vermez, veya düşüğe neden olmaktadır. Türkiye’de gebelik esnasında ilaç kullanım oranı çok yüksek. Gebelik esnasında reçeteli veya reçetesiz ilaç kullanma oranı yüzde 90 düzeyinde" biçiminde konuştu.
Gebelikte ilaç kullanılması sebebiyle veya kimyasallara maruz kalınmasının bebekte meydana gelebilecek anomalilerin önlenmesi için doktor onayı olmadan ilaç alınmaması uyarısında mevcut olan Tapısız, "Oluşabilecek anomaliler çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı olağan dışı beyinsel ve fiziksel gelişim bozulmalarını içerebilir. Anne adayının bu anormalliklerin sorumlusu olmaması gerekir" dedi.
Saç boyalarına dikkat etmek gerek
Op. Dr. Şadıman Altınbaş ise anne adaylarının ağrı kesicileri kullandığınız sırada çok dikkat etmeleri gerektiğini bildirdi.
Ağrı kesici ve ateş dindirici ilaçların doktora danışılmadan alınmamasını öneren Altınbaş, ""Eğer ağrı gideren kullanımı gerekiyorsa parasetamol muhteviyatlı ilaçlar tercih edilmeli"" tavsiyesini dile getirdi.
Gebelikte gerekli hallerde antibiyotik kullanılabileceğini, fakat bunun dozunu ve süresini hekimin belirlemesi gerektiğini vurgulayan Altınbaş, başka kimyasallarla ilgili de şunlara dikkati çekti:
"Anne adayları gebeliğin ilk üç ayında bitkisel muhteviyatlı de olsa katiyyen saç boyası kullanmamalı, saç düzeltme ve perma gibi işlemleri yaptırmamalıdırlar. İlk üç aydan sonrasındaki süreçte bitkisel muhteviyatlı saç boyaları kullanılabilir. Kozmetik kullanımında hiç bir metod kesin güvenilir olmaz." dedi.
İlgili aramalar: gebelikte saç boyatılır mı, hamilelikte saç boyanır mı, hamilelikte perma yapılır mı, hamilelikte brezilya fönü yapılabilir mi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Adıyaman Çiğ Köftecisi Iğdır Telefon Numarası
04762271888 Iğdır Çiğ Köfte, Çiğ köfteci öz adıyaman çiğ köftesi, adıyaman çiğ köftecisi, lezzetli ve hesaplı Iğdır Çiğ Köfte
-
DİSTANDÜ NEDİR? Distandü, kelime anlamı olarak “gergin” anlamında olup, organ üzerinde kullanılan tıbbi bir terimdir. Distandü, safra kese...
-
Kasık Mantarı Nedir? Kasık mantarı, en fazla karşılaşılan mantar enfeksiyonlarındandır ve Tinea Cruris olarak da bilinir. genel olarak e...
-
Türk Halk Müziği listeleri , Türk halk müziği türküleri , En Popüler Türk Halk Müziği Müzik Listeleri , türk halk müziği sanatçıları , türk ...