ROKA
Yeşillik de dediğimiz yeşil yapraklı sebzeler birçoğu kişi tarafı ile oldukça sevilerek tüketilmektedir. Yeşil yapraklı sebzelerin sağlık yönünden da birçok faydası bulunur. Bilhassa yaşlı insanlar ve hasta insanlar sağlıkları için daha çok sebze ağırlıklı beslenirler. Kış mevsiminde yetiştirilen roka, maydanoz, tere otu, marul gibi yeşil yapraklı sebzeler genel olarak salatalar için doğranarak afiyetle tüketilir. Bu sebzelere zeytinyağı ve limon suyu da ilave edilince salatalar daha lezzetli ve daha şifalı olmaktadır.
Rokanın Faydaları Nelerdir?
Yeşil yapraklı kış sebzeleri içerisinde mühim bir yeri olan roka birçok kişi tarafı ile sevilerek tüketilir. Sevilerek tüketilen bu yeşil yapraklı sebzenin sağlık yönünden da birçok faydası bulunur. Bilhassa Akdeniz ve Ege bölgelerinde çokça tüketilir. İşte roka faydalarından bazısı şöyledir:
Roka, A ve C vitaminlerini ihtiva eder.
İçeriğinde potasyum, demir ve kükürt gibi mineral maddeler de bulunmaktadır.
Zayıflamak isteyenlerin de diyet listesinden ayırmadıkları bir sebze tipidir. Kalorisi oldukça azdır. 100 gramında 25 kalori bulunur. Kilo kaybetmek isteyen kişiler rokayı bolca tüketebilir.
Cinsel gücü arttırarak cinsel yaşamın düzenlenmesine destek olmaktadır.
İyi bir idrar söktürücüdür.
Sindirim sistemini rahatlatarak hazımsızlığı ve şişikliği önler.
Astıma karşı da fayda sağlaması roka faydaları arasında olur.
Bağırsak iltihaplarını önlemeye destek olmaktadır. Bağırsaklar için faydalıdır.
Kas kasılmalarını engeller.
Kan damarlarına fayda sağlar.
Omega 3 yönünden zengin bir sebzedir.
Birçok kanser türünün engellenmesine destek olmaktadır. Kanserli tümörlerin büyümesini engeller. Bilhassa prostat, göğüs, kolon ve yumurtalık kanserlerine karşı koruma sağlar.
Vücudun toksin maddelerden arınmasına destek olmaktadır.
Kolesterolün dengelenmesine büyük katkı sağlar. Kolesterol rahatsızlığı yaşayanlar rahatlıkla tüketebilir.
Anemi yani kansızlığa karşı da oldukça faydalı bir bitki tipidir.
Mideyi rahatlatır, mide için faydalıdır.
Karaciğer için büyük bir sağlık kaynağıdır.
Antibakteriyel ve antiviral özelliklere maliktir.
Tırnaklar ve saç için de fayda sağlar. Tenin güzelleşmesine destek olmaktadır.
İyi bir kalsiyum ve demir kaynağıdır.
İskorbüt hastalığına karşı koruma sağlar.
Kemiklerin güçlenmesine destek olmaktadır. Kemik ve eklem ağrılarının giderilmesine imkan vermektedir.
Beyin işlevlerini geliştirici özelliği bulunur.
Alzheimer hastalığının tedavisine katkı sağlar.
Dalak için faydalı bir bitki tipidir.
Rokanın Faydaları Roka Nasıl Tüketilmelidir?
Bu oldukça şifalı sebzeyi pişirerek tüketmek yerine salata çeşitlerinde çiğ olarak tüketmek gerekir. Roka pişirildiğinde içerisindeki birçok vitamin ve minerali kaybetmektedir. Bundan ötürü yüksek ısıda uzun süre pişirmek yerine en fazla 5 dakika suda haşlayarak ya da hiç bir işlem uygulamadan çiğ salata çeşitlerinde tüketmenizi öneririz. Ayrıca hazırlanan sandviçlerin içerisine de bu şifalı sebzeyi koyarak tüketebilirsiniz. Ceviz ve peynir ikilisi ile de salata biçiminde tüketilişi genelde tercih edilir. Yoğurtla sos hazırlayıp tüketilişi de oldukça lezzetlidir.
Online Bilgiler,Online Hesaplamalar ve Aslında içinde Online geçen Herşey hakkında Bilgiler veren Bir Platform
31 Ekim 2014 Cuma
Propolisin Faydaları
Propolisin Faydaları Nelerdir?
Propolis son 10 ila 15 sene içerisinde yapılmakta olan bilimsel çalışmalarla da desteklenen, geniş bir etki profiline sahip olmaktadır. Bunların arasında en önemlisi antibiyotik etkisi.
Özellikle son zamanlarda daha fazla olarak da gündeme gelen antibiyotiklere dirençli suş gelişimi, bu bakımdan yapılmakta olan çalışmalar propolislerin antibiyotiklerin bu dirençli suşlara, dirençli mikroorganizmalara olan etkinliğini artırdığı yönünde birtakım bulgular bize sunmaktadır. Özellikle propolis, mikroorganizmaların dışında bulunan korunma kalkanını parçalayarak, antibiyotiğin hücre içine girerek etkisini gösterebileceği yönünde birtakım bulgular mevcuttur.
Propolis, mikroorganizmaların defans kalkanlarını kırarak antibiyotiklerin hücre içerisine girmesine imkan vermektedir.
Bunun haricinde bağışıklık sistemi ile alakalı tesirleri yine gündemde. Zira yapılmakta olan yine bilimsel çalışmalar, bağışıklık sistemimizde mühim rol oynayan birtakım mediatörler üstündeki etkinliğini ortaya koyuyor.
Propolis, kanser tedavisinde meydana gelebilecek organ hasarlarını engellemeye destek olmaktadır. Bunun haricinde kanserlerde, bilimsel çalışmalar bilhassa kanser tedavilerinde, kemoterapi ve radyoterapi esnasında meydana gelen bilhassa tedavide mühim bir kısıtlayıcı faktör olarak görülmekte olan organ hasarlarının yine propolis vasıtasıyla, vücudun öncesinden koşullandırılışı suretiyle, propolis aracılığıyla önlenebileceği yönünde birtakım bulgular elde edilmiş durumda. Bu bakımdan propolis önemli.
Ayrıca iyi bir de antioksidan tesire sahiptir.
Propolis, nar suyundan 70 kat, likopenden 120 kat daha güçlü bir antioksidandır.
Yapılan çalışmalarda, antioksidan etkisini bildiğimiz nar suyundan 70 katı kadar, yine likopenden, domateste bulunmakta olan likopenden 120 katı kadar bir yüksek antioksidan tesiri bulunduğu, bu bakımdan da yine türlü kalp hastalıklarından tutun, başka birtakım mühim hastalıklara karşı koruyucu ve tedavisine yardımcı olarak yararlanılışı gibi bir durum mevzubahis olabilecektir.
Propolisin yine uygulama alanlarından biri ise ağız ve ağız hijyeniyle ilgili olan kullanımları. Bilhassa çürüğe neden olan mikroorganizmalar üzerinde etkinliği. Veya takma diş kullanan kişilerde sık olarak görülmekte olan oral candidiaz enfeksiyonlarının önlenmesi ve tedavisi bakımından da propolis mühim bir katkı sağlıyor.
Propolis, ağız içerisindeki mikroorganizmalara tesir edip ağız hijyeni sağlar.
Propolisin faydaları
* Antibiyotik ilaçların etkisini fazlalaştırır.
* Bağışıklık sistemini destekler.
* Kanser tedavisinde meydana gelen organ hasarını düzeltir.
* Güçlü antioksidan etkilidir.
* Ağız ve boğaz hijyeni sağlar.
Antibiyotiklerin etkisini artırmaktan, bağışıklık sistemini güçlendirmeye, ağız ve boğaz hijyeni sağlamaktan, kanser tedavisinde meydana gelen organ hasarlarını düzeltmeye kadar sayılamayacak kadar faydası olan ve apiterapi metodlarında da kullanılmaktadır.
Propolis son 10 ila 15 sene içerisinde yapılmakta olan bilimsel çalışmalarla da desteklenen, geniş bir etki profiline sahip olmaktadır. Bunların arasında en önemlisi antibiyotik etkisi.
Özellikle son zamanlarda daha fazla olarak da gündeme gelen antibiyotiklere dirençli suş gelişimi, bu bakımdan yapılmakta olan çalışmalar propolislerin antibiyotiklerin bu dirençli suşlara, dirençli mikroorganizmalara olan etkinliğini artırdığı yönünde birtakım bulgular bize sunmaktadır. Özellikle propolis, mikroorganizmaların dışında bulunan korunma kalkanını parçalayarak, antibiyotiğin hücre içine girerek etkisini gösterebileceği yönünde birtakım bulgular mevcuttur.
Propolis, mikroorganizmaların defans kalkanlarını kırarak antibiyotiklerin hücre içerisine girmesine imkan vermektedir.
Bunun haricinde bağışıklık sistemi ile alakalı tesirleri yine gündemde. Zira yapılmakta olan yine bilimsel çalışmalar, bağışıklık sistemimizde mühim rol oynayan birtakım mediatörler üstündeki etkinliğini ortaya koyuyor.
Propolis, kanser tedavisinde meydana gelebilecek organ hasarlarını engellemeye destek olmaktadır. Bunun haricinde kanserlerde, bilimsel çalışmalar bilhassa kanser tedavilerinde, kemoterapi ve radyoterapi esnasında meydana gelen bilhassa tedavide mühim bir kısıtlayıcı faktör olarak görülmekte olan organ hasarlarının yine propolis vasıtasıyla, vücudun öncesinden koşullandırılışı suretiyle, propolis aracılığıyla önlenebileceği yönünde birtakım bulgular elde edilmiş durumda. Bu bakımdan propolis önemli.
Ayrıca iyi bir de antioksidan tesire sahiptir.
Propolis, nar suyundan 70 kat, likopenden 120 kat daha güçlü bir antioksidandır.
Yapılan çalışmalarda, antioksidan etkisini bildiğimiz nar suyundan 70 katı kadar, yine likopenden, domateste bulunmakta olan likopenden 120 katı kadar bir yüksek antioksidan tesiri bulunduğu, bu bakımdan da yine türlü kalp hastalıklarından tutun, başka birtakım mühim hastalıklara karşı koruyucu ve tedavisine yardımcı olarak yararlanılışı gibi bir durum mevzubahis olabilecektir.
Propolisin yine uygulama alanlarından biri ise ağız ve ağız hijyeniyle ilgili olan kullanımları. Bilhassa çürüğe neden olan mikroorganizmalar üzerinde etkinliği. Veya takma diş kullanan kişilerde sık olarak görülmekte olan oral candidiaz enfeksiyonlarının önlenmesi ve tedavisi bakımından da propolis mühim bir katkı sağlıyor.
Propolis, ağız içerisindeki mikroorganizmalara tesir edip ağız hijyeni sağlar.
Propolisin faydaları
* Antibiyotik ilaçların etkisini fazlalaştırır.
* Bağışıklık sistemini destekler.
* Kanser tedavisinde meydana gelen organ hasarını düzeltir.
* Güçlü antioksidan etkilidir.
* Ağız ve boğaz hijyeni sağlar.
Antibiyotiklerin etkisini artırmaktan, bağışıklık sistemini güçlendirmeye, ağız ve boğaz hijyeni sağlamaktan, kanser tedavisinde meydana gelen organ hasarlarını düzeltmeye kadar sayılamayacak kadar faydası olan ve apiterapi metodlarında da kullanılmaktadır.
30 Ekim 2014 Perşembe
Ensefalosel
ENSEFALOSEL (SEFALOSEL) NEDİR?
Ensefalosel (sefalosel) beyin dokusunun kafa tasındaki bir açıklıktan dışarıya çıkmasıdır. Anne rahmindeki gelişim süreci boyunca kafanın arkasındaki ya da önündeki bir açıklık sonucu bu durum gerçekleşebilir. Buradan fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı var ise "ensefalosel" ismi verilir. Bazı zamanlar fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı olmaz, yalnızca beyin zarları (meninks) bulunur bu durumda "kraniyal meningosel" ismi verilir. Sefalosellerde beyin omurilik sıvısının dolaşımı bozulabileceği için genel olarak hidrosefali de duruma eşlik eder. Burun içine doğru ya da buradan dışarıya taşacak kadar ilerlemiş beyin dokusuna "nazal ensefalosel" denilir. Ensefalosel ender izlenilen bir konjenital anomalidir. 10 bin doğumda 1 ila 5 arası oranlarda izlenmektedir.
Ultrason ile kafa tasının kenarında bir parça görülüşü halinde ve yüksek MS* AFP değeleri var oluşunda tanıdan şüphelenilir.
Sefalosele başka anomalilerin eşlik etmesi yüksek olasılıkdır.
Kese içerisinde beyin yapısı var ise (ensefalosel) prognoz daha kötüdür, yarıya yakın oranda ölüm ve büyük oranda beyinsel ve nörolojik zarar gelişecektir. Kese içerisinde beyin yapısı yok ise (kranial meningosel) prognoz daha iyi hatta bütünüyle normal olabilir.
Ensefaloselin Tedavisi:Tedavi ensefaloselin küçük olduğu ve eşlik edici başka öldürücü anomalilerin bulunmadığı birtakım hastalarda ameliyat ile olanaklı olabilir.
Ensefalosel (sefalosel) beyin dokusunun kafa tasındaki bir açıklıktan dışarıya çıkmasıdır. Anne rahmindeki gelişim süreci boyunca kafanın arkasındaki ya da önündeki bir açıklık sonucu bu durum gerçekleşebilir. Buradan fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı var ise "ensefalosel" ismi verilir. Bazı zamanlar fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı olmaz, yalnızca beyin zarları (meninks) bulunur bu durumda "kraniyal meningosel" ismi verilir. Sefalosellerde beyin omurilik sıvısının dolaşımı bozulabileceği için genel olarak hidrosefali de duruma eşlik eder. Burun içine doğru ya da buradan dışarıya taşacak kadar ilerlemiş beyin dokusuna "nazal ensefalosel" denilir. Ensefalosel ender izlenilen bir konjenital anomalidir. 10 bin doğumda 1 ila 5 arası oranlarda izlenmektedir.
Ultrason ile kafa tasının kenarında bir parça görülüşü halinde ve yüksek MS* AFP değeleri var oluşunda tanıdan şüphelenilir.
Sefalosele başka anomalilerin eşlik etmesi yüksek olasılıkdır.
Kese içerisinde beyin yapısı var ise (ensefalosel) prognoz daha kötüdür, yarıya yakın oranda ölüm ve büyük oranda beyinsel ve nörolojik zarar gelişecektir. Kese içerisinde beyin yapısı yok ise (kranial meningosel) prognoz daha iyi hatta bütünüyle normal olabilir.
Ensefaloselin Tedavisi:Tedavi ensefaloselin küçük olduğu ve eşlik edici başka öldürücü anomalilerin bulunmadığı birtakım hastalarda ameliyat ile olanaklı olabilir.
AFP (Alfa Feto Protein) Yüksekliği
AFP (Alfa Feto Protein) Yüksekliği
AFP normal değeri nedir?
Anne kanında ölçülen AFP değerleri "MoM" ile belirtilmektedir. Bu değerin 2.5 MoM'un üzerinde olması yüksek kabul edilir.
AFP yüksekliğinin nedenleri nelerdir?
Erişkin bir insanda da (kadın ya da erkek) karaciğer tümörü, hepatit, yumurtalık kanseri gibi birtakım nedenler ile AFP yükselebilmektedir. Burada mevzubahis olan AFP yüksekliği gebeliğin 16 ila 20 haftaları içerisinde anne kanında yapılmakta olan AFP ölçümünün yüksek olmasıdır. Anne kanında bulunan AFP bebekle ilgili türlü anomalilere bağlı yükselebilir. Bunlar:
* Nöral tüp defektleri (Açık spina bifida, anessefali, ensefalosel, eksensefali)
* Bebeğin karın duvarında olan anomaliler (Barsakların karnın haricinde olması, omfalosel, gastroşizis)
* Bebekte birtakım böbrek anomalileri, renal agenezi (böbreğin gelişmemesi)
* Bebekte doğumsal cilt defektleri (Epidermolysis bullosa , aplasia cutis)
* Bebeğin akciğerinde kistik adenoid malformasyon
* Bebeğin idrar yollarında tıkanshy;ma (üretral obstrüksiyon)
* Fetal tümörler (teratom)
* Oligohidramnios (Bebeğin suyunun az olması)
* Turner sendromu
* Kistik higroma
* Doğumsal amputasyon, amniyotik band sendromu
* Bebeğin sindirim sisteminde tıkanma: Duodenal atrezi , özefagus atrezisi , doğumsal diafragma hernisi
Spina bifida bebeğin omuriliğinde tam birleşememe halidir. Açık ve kapalı spina bifida biçiminde olabilir. Açık spina bifidada AFP yükselir fakat kapalı spina bifidada AFP yükselmez, bu testle tespit edilemez.
AFP'nin yüksek çıkışı halinde ne yapılır?
Yukarıda belirtildiği üzere AFP yükselmesi bebekte kesin olarak bir hastalık olduğunu göstermemektedir. Bu bir tarama testidir, kesin netice için başka yöntemler uygulanmaktadır. (AFP değeri hafif yüksek yani 2.5 MoM üzerinde gelmişse tekrar AFP ölçümü yapılabilir, bilhassa hafif yüksek değerler tekrar edildiğinde normal çıkabilir.) AFP yüksek çıkmışsa öncelikli olarak detaylı ultrason incelemesi ile buna neden olabilecek nöral tüp defekti, karın duvarı defekti (omfalosel, gastroşizis) gibi anomaliler araştırılır. Bu tür anomaliler ultrason yardımı ile yüksek miktarda saptanabilir. Ultrasonda bebekte anomali tespit edilir ise anomalinin ciddiyetine göre aile ile görüşülerek gebeliğin sonlandırılmasına ya da devamına karar verilmektedir.
Eğer detaylı ultrason incelemesi ile bebekte bir anomali saptanamaz ise amniyosentez ile bebeğin amniyon suyundan alarak incelemek gerekir. Amnion sıvısında AFP (AFAFP) ve Asetilkolinesteraz (AChE) değerlerine bakılır. Eğer amnion sıvısında AFP ve asetinkolinesteraz değerleri yüksek çıkarsa bebekte %96 oranında açık nöral tüp defekti vardır manasına gelmektedir. Bilhassa küçük nöral tüp defektleri ve küçük ensefaaloseller ultrason yardımı ile saptanamayabilir, amnion sıvısı incelenmesi ile saptanabilir. Amnion sıvısında bebekte kromozomal anomali varlığı da araştırılabilir.
AFP normal değeri nedir?
Anne kanında ölçülen AFP değerleri "MoM" ile belirtilmektedir. Bu değerin 2.5 MoM'un üzerinde olması yüksek kabul edilir.
AFP yüksekliğinin nedenleri nelerdir?
Erişkin bir insanda da (kadın ya da erkek) karaciğer tümörü, hepatit, yumurtalık kanseri gibi birtakım nedenler ile AFP yükselebilmektedir. Burada mevzubahis olan AFP yüksekliği gebeliğin 16 ila 20 haftaları içerisinde anne kanında yapılmakta olan AFP ölçümünün yüksek olmasıdır. Anne kanında bulunan AFP bebekle ilgili türlü anomalilere bağlı yükselebilir. Bunlar:
* Nöral tüp defektleri (Açık spina bifida, anessefali, ensefalosel, eksensefali)
* Bebeğin karın duvarında olan anomaliler (Barsakların karnın haricinde olması, omfalosel, gastroşizis)
* Bebekte birtakım böbrek anomalileri, renal agenezi (böbreğin gelişmemesi)
* Bebekte doğumsal cilt defektleri (Epidermolysis bullosa , aplasia cutis)
* Bebeğin akciğerinde kistik adenoid malformasyon
* Bebeğin idrar yollarında tıkanshy;ma (üretral obstrüksiyon)
* Fetal tümörler (teratom)
* Oligohidramnios (Bebeğin suyunun az olması)
* Turner sendromu
* Kistik higroma
* Doğumsal amputasyon, amniyotik band sendromu
* Bebeğin sindirim sisteminde tıkanma: Duodenal atrezi , özefagus atrezisi , doğumsal diafragma hernisi
Spina bifida bebeğin omuriliğinde tam birleşememe halidir. Açık ve kapalı spina bifida biçiminde olabilir. Açık spina bifidada AFP yükselir fakat kapalı spina bifidada AFP yükselmez, bu testle tespit edilemez.
AFP'nin yüksek çıkışı halinde ne yapılır?
Yukarıda belirtildiği üzere AFP yükselmesi bebekte kesin olarak bir hastalık olduğunu göstermemektedir. Bu bir tarama testidir, kesin netice için başka yöntemler uygulanmaktadır. (AFP değeri hafif yüksek yani 2.5 MoM üzerinde gelmişse tekrar AFP ölçümü yapılabilir, bilhassa hafif yüksek değerler tekrar edildiğinde normal çıkabilir.) AFP yüksek çıkmışsa öncelikli olarak detaylı ultrason incelemesi ile buna neden olabilecek nöral tüp defekti, karın duvarı defekti (omfalosel, gastroşizis) gibi anomaliler araştırılır. Bu tür anomaliler ultrason yardımı ile yüksek miktarda saptanabilir. Ultrasonda bebekte anomali tespit edilir ise anomalinin ciddiyetine göre aile ile görüşülerek gebeliğin sonlandırılmasına ya da devamına karar verilmektedir.
Eğer detaylı ultrason incelemesi ile bebekte bir anomali saptanamaz ise amniyosentez ile bebeğin amniyon suyundan alarak incelemek gerekir. Amnion sıvısında AFP (AFAFP) ve Asetilkolinesteraz (AChE) değerlerine bakılır. Eğer amnion sıvısında AFP ve asetinkolinesteraz değerleri yüksek çıkarsa bebekte %96 oranında açık nöral tüp defekti vardır manasına gelmektedir. Bilhassa küçük nöral tüp defektleri ve küçük ensefaaloseller ultrason yardımı ile saptanamayabilir, amnion sıvısı incelenmesi ile saptanabilir. Amnion sıvısında bebekte kromozomal anomali varlığı da araştırılabilir.
29 Ekim 2014 Çarşamba
Omfalosel
OMFALOSEL (Omphalocele)
Omfaloselde bebeğin bağırsakları, karın zarı (periton) ile kaplıdır. Burdaki sorun karın duvarında bulunan kasların iyi kapanmaması neticesi olmaktadır. Omfalosel olan bebeklerin yaklaşık %25-50'sinde başka problemler de bulunabilir. Bunlar kalıtsal problemler (kromozomal anormallikler), doğumsal diyafragma hernisi ve kalp anomalileri olabilir. Bundan ötürü gastroşizisten ayrımı önemlidir. Omfaloselde amniyosentez yapılması gerekir. Fetal ekokardiyografi de yaptırmak gerekir.
Omfalosel farklı boyutlarda olabilir. Küçük bulunanlarda karından fıtıklaşan kesenin içerisinde yalnızca bağırsaklar bulunurken, daha büyük bulunanlarda karaciğer ya da dalak da dışarıda bulunabilir.
Bütün yapılan tetkiklerin ve amniyosentez sonucu ve eşlik edici anomalilerin tümü aile ile birlikte tartışılarak ailenin gebeliğin sona erdirilmesi (kürtaj) ya da devam etmesi hususunda fikri alınmaktadır.
Bu bebeklerde sezaryenle doğum önerilmektedir. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği, donanımlı bir merkezde gerçekleşmesi gerekiyor.
Tedavi için bebek doğduktan sonra ameliyat gerekir.
Ameliyat genel olarak başarılı geçmektedir fakat eğer bebekte buna eşlik eden başka anomaliler var ise bebeğin durumu bu anomalilerin ne olduğuna ve ciddiyetine göre farklılık göstermektedir. Bebekte omfalosel haricinde başka anormallikler yok ise %90 oranında yaşama şansı bulunmaktadır. Beraberinde oligohidramnios ya da polihidramnois (bebeğin suyunun az ya da fazla oluşu) var ise kromozomal anomali rizikosu artar ve bebeğin yaşama şansı azalır.
Omfaloselde bebeğin bağırsakları, karın zarı (periton) ile kaplıdır. Burdaki sorun karın duvarında bulunan kasların iyi kapanmaması neticesi olmaktadır. Omfalosel olan bebeklerin yaklaşık %25-50'sinde başka problemler de bulunabilir. Bunlar kalıtsal problemler (kromozomal anormallikler), doğumsal diyafragma hernisi ve kalp anomalileri olabilir. Bundan ötürü gastroşizisten ayrımı önemlidir. Omfaloselde amniyosentez yapılması gerekir. Fetal ekokardiyografi de yaptırmak gerekir.
Omfalosel farklı boyutlarda olabilir. Küçük bulunanlarda karından fıtıklaşan kesenin içerisinde yalnızca bağırsaklar bulunurken, daha büyük bulunanlarda karaciğer ya da dalak da dışarıda bulunabilir.
Bütün yapılan tetkiklerin ve amniyosentez sonucu ve eşlik edici anomalilerin tümü aile ile birlikte tartışılarak ailenin gebeliğin sona erdirilmesi (kürtaj) ya da devam etmesi hususunda fikri alınmaktadır.
Bu bebeklerde sezaryenle doğum önerilmektedir. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği, donanımlı bir merkezde gerçekleşmesi gerekiyor.
Tedavi için bebek doğduktan sonra ameliyat gerekir.
Ameliyat genel olarak başarılı geçmektedir fakat eğer bebekte buna eşlik eden başka anomaliler var ise bebeğin durumu bu anomalilerin ne olduğuna ve ciddiyetine göre farklılık göstermektedir. Bebekte omfalosel haricinde başka anormallikler yok ise %90 oranında yaşama şansı bulunmaktadır. Beraberinde oligohidramnios ya da polihidramnois (bebeğin suyunun az ya da fazla oluşu) var ise kromozomal anomali rizikosu artar ve bebeğin yaşama şansı azalır.
Gastroşizis Nedir?
GASTROŞİZİS (Gastroschisis)
Bebeğin göbek kordonunun hemen yanındaki bir açıklıktan bağırsakların karın dışına çıkışına gastroşizis denilir. Kromozomal anormalliklerle ilgisi yoktur fakat bağırsaklarla ilgili düğümlenme ya da bağırsağın bir kısmının gelişmemesi gibi problemlere sebep olabilir. Bu bebeklerin yaşama şansları yüksektir. (%80* 100). Gastroşizis 10 bin hamilelikte bir görülmektedir. İleride ki hamileliklerde tekrar etme ihtimali %3 ila 5 arasındadır.
Ultrason ile gebelik kontrolleri sırasında gastroşizis tanınabilir. En erken üçüncü aydan sonra saptanabilirler, bu aya kadar bağırsakların dışarıda görünmesi normaldir ve buna "fizyolojik herni" denilir. Gastroşizisde anne kanında AFP (alfa fetoprotein) ölçümü yüksek bulunur ve polihidramnios (amniyon suyunun fazlalığı) görülebilmektedir.
Gastroşizis, bebeğin erken doğmasına, bebekte büyüme geriliğine veya ölüme sebep olabilir. Bundan dolayı ultrason takipleri mutlaka gerekmektedir.
Gastroşizis olan bebeklerde sezaryenle doğum önerilmektedir. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği kadar donanımlı bir merkezde gerçekleşmesi gerekiyor.
Tedavi için bebeğin doğum sonrası ameliyat edilmesi gerekir.
Bebeğin göbek kordonunun hemen yanındaki bir açıklıktan bağırsakların karın dışına çıkışına gastroşizis denilir. Kromozomal anormalliklerle ilgisi yoktur fakat bağırsaklarla ilgili düğümlenme ya da bağırsağın bir kısmının gelişmemesi gibi problemlere sebep olabilir. Bu bebeklerin yaşama şansları yüksektir. (%80* 100). Gastroşizis 10 bin hamilelikte bir görülmektedir. İleride ki hamileliklerde tekrar etme ihtimali %3 ila 5 arasındadır.
Ultrason ile gebelik kontrolleri sırasında gastroşizis tanınabilir. En erken üçüncü aydan sonra saptanabilirler, bu aya kadar bağırsakların dışarıda görünmesi normaldir ve buna "fizyolojik herni" denilir. Gastroşizisde anne kanında AFP (alfa fetoprotein) ölçümü yüksek bulunur ve polihidramnios (amniyon suyunun fazlalığı) görülebilmektedir.
Gastroşizis, bebeğin erken doğmasına, bebekte büyüme geriliğine veya ölüme sebep olabilir. Bundan dolayı ultrason takipleri mutlaka gerekmektedir.
Gastroşizis olan bebeklerde sezaryenle doğum önerilmektedir. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği kadar donanımlı bir merkezde gerçekleşmesi gerekiyor.
Tedavi için bebeğin doğum sonrası ameliyat edilmesi gerekir.
Zayıflarda Karaciğer Yağlanması Olur Mu?
Zayıf İnsanlarda Karaciğer Yağlanması Olur Mu?
Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Nurdan Tözün, karaciğer yağlanması ve iltihaplanmasının daha çok obezite hastalarında görülmesine karşın, ince yapılı ve zayıf kişilerde de karaciğer yağlanmasının mühim bir sağlık sorunu olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Bu durum görüldüğü kadar kolay olmaz. Bazı kalıtsal ve bilinemeyen etkenler bu hastalığa neden olmaktadır. Görüntüleme yöntemleriyle yapılmakta olan taramalarda toplumun %20'sinde karaciğer yağlanmasına rastlandığı rapor ediliyor." diyor. Kısacası karaciğer yağlanmasının tek sebebi aşırı kilolar olmaz.
Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Nurdan Tözün, karaciğer yağlanması ve iltihaplanmasının daha çok obezite hastalarında görülmesine karşın, ince yapılı ve zayıf kişilerde de karaciğer yağlanmasının mühim bir sağlık sorunu olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Bu durum görüldüğü kadar kolay olmaz. Bazı kalıtsal ve bilinemeyen etkenler bu hastalığa neden olmaktadır. Görüntüleme yöntemleriyle yapılmakta olan taramalarda toplumun %20'sinde karaciğer yağlanmasına rastlandığı rapor ediliyor." diyor. Kısacası karaciğer yağlanmasının tek sebebi aşırı kilolar olmaz.
Anne Sütüyle Beslenen Bebekler Daha Mı Zeki Olur?
Anne Sütü Alan Bebekler Daha Zeki Mi Olur?
Bebekler için en uygun besin olan anne sütü, yalnızca enfeksiyonlardan korumuyor bunun dışında şişmanlık, kalp ve şeker hastalığı gibi mühim sağlık problemlerinden da koruyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Seçil Sözen: "ABD'de yapılmakta olan bir çalışma. 2. yaştan sonra çocukların zekaları değerlendirildiği zaman, anne sütüyle beslenen çocukların zeka yaşının, biberonla beslenenlerden daha yüksek olduğunu gösterir. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF'de, bebeğin doğum sonrası ilk yarım saat ile 1 saat içinde emzirmeye başlanmasını. 4 ila 6 aya kadar yalnız anne sütü ile beslenmesini ve ek besinlerle beraber 2 yaşına kadar anne sütüyle beslenmesini öneriyor." diyor.
Bebekler için en uygun besin olan anne sütü, yalnızca enfeksiyonlardan korumuyor bunun dışında şişmanlık, kalp ve şeker hastalığı gibi mühim sağlık problemlerinden da koruyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Seçil Sözen: "ABD'de yapılmakta olan bir çalışma. 2. yaştan sonra çocukların zekaları değerlendirildiği zaman, anne sütüyle beslenen çocukların zeka yaşının, biberonla beslenenlerden daha yüksek olduğunu gösterir. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF'de, bebeğin doğum sonrası ilk yarım saat ile 1 saat içinde emzirmeye başlanmasını. 4 ila 6 aya kadar yalnız anne sütü ile beslenmesini ve ek besinlerle beraber 2 yaşına kadar anne sütüyle beslenmesini öneriyor." diyor.
Aritminin Kesin Tedavisi Var Mı?
Aritminin Kesin Tedavisi Var Mı?
Kalp hızının yüksek seyretmekte olduğu ritim bozukluklarında iki tedavi seçeneği bulunur. Bir tanesi ilaç kullanımıdır. Çarpıntının ne zaman geleceği belli olmadığından günlük olarak düzenli kullanımı gerekiyor. 2. seçenek ise 1990'lı yıllardan bu yana kullanılan ve radyofrekans enerjisiyle uygulanmakta olan bir tedavi şeklidir. Bu tedavi şekline halk dilinde "yakma" denilmektedir. Bir kateter ile kasıktan girilerek kalpte çarpıntıya neden olan nokta bulunumakta ve radyo frekans akımı verilip yakılmaktadır. Tedavi yaşam boyu kalıcı olmaktadır. Küçük çocuklarda hayatı tehdit edici bir durum yoksa, bu tedavi İçin genel olarak 4* 5 yaşını geçmesi bekleniyor. Operasyon 1,5 saat sürüyor. Benzer yöntemlerden bir tanesi olan "Dondurarak yok etme" tedavisi de son yıllarda gelişiyor. İyon kanal hastalıkları dediğimiz kalıtsal geçişli hastalıkta ise ilaç tedavisi uygulanıyor ve birtakım hallerde şok vererek çarpıntı engelleniyor. Yavaş atımlarda ise kalp pili kullanılıyor.
Kalp hızının yüksek seyretmekte olduğu ritim bozukluklarında iki tedavi seçeneği bulunur. Bir tanesi ilaç kullanımıdır. Çarpıntının ne zaman geleceği belli olmadığından günlük olarak düzenli kullanımı gerekiyor. 2. seçenek ise 1990'lı yıllardan bu yana kullanılan ve radyofrekans enerjisiyle uygulanmakta olan bir tedavi şeklidir. Bu tedavi şekline halk dilinde "yakma" denilmektedir. Bir kateter ile kasıktan girilerek kalpte çarpıntıya neden olan nokta bulunumakta ve radyo frekans akımı verilip yakılmaktadır. Tedavi yaşam boyu kalıcı olmaktadır. Küçük çocuklarda hayatı tehdit edici bir durum yoksa, bu tedavi İçin genel olarak 4* 5 yaşını geçmesi bekleniyor. Operasyon 1,5 saat sürüyor. Benzer yöntemlerden bir tanesi olan "Dondurarak yok etme" tedavisi de son yıllarda gelişiyor. İyon kanal hastalıkları dediğimiz kalıtsal geçişli hastalıkta ise ilaç tedavisi uygulanıyor ve birtakım hallerde şok vererek çarpıntı engelleniyor. Yavaş atımlarda ise kalp pili kullanılıyor.
Hamilelik Riskleri
HAMİLELİK RİSKLERİ
Hamilelikteki riskli durumları savmanın en mühim şartı; planlı bir hamilelik yaşamak, hamile kalma dan evvel ve gebelik süresince düzenli doktor kontrollerini sürdürmektir. Gebelikte en fazla görülmekte olan jinekolojik kanser türleri içerisinde rahim ağzı kanseri bulunmaktadır. Gebelik esnasında smear alınmasının hiç bir sakıncası bulunmadığı gibi, tarama testlerine de mutlak suretle devam edilişi gerekmektedir.
İLERİ YAŞTAYSANIZ TAHLİLLERİNİZİ AKSATMAYIN
Annenin yaşı arttıkça, şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi hamilelik için risk taşımakta olan sağlık problemleri ortaya çıkabiliyor. Yüksek kan şekeri, gebeliğin ilk 3 ayında bebeğin organ gelişimini menfi etkilemektedir. Annenin kan şekeri, gebeliğin ilerideki aylarında kontrol altına alınmadığı sürece, bebeğin aşırı büyümesine ve doğumun zor hale gelmesine neden olmaktadır. Doğuma yaklaşan süreçte annenin kan şekerinin yüksek olması, doğacak bebeğin akciğer gelişimi üzerinde menfi etki yapmaktadır. Tüm nedenler göz önüne alındığı zaman ileri yaştaki anne adaylarının, hamile kalmadan önce, kan şekeri ve kan basıncıyla alakalı kontrollerden geçişinde fayda bulunur.
TARAMA TESTLERİNİ MUTLAKA YAPTIRIN
Her annenin özürlü olan bebek doğurma rizikosu ve bebeklerde yapısal ya da kromozomlarla ilgili bozukluklar olabilmektedir. Kromozom bozukluğunu saptamak için. 11* 14. haftalar arasında ense ölçümü, 16* 20. haftalar arasında ise 3'lü ya da 4'lü testler yapılmaktadır. Bu testler halk arasında 'zeka testi* olarak bilinir.Test sonuçlarında risk yüksek çıkarsa, daha kesin bir sonuç için amniyosentez (bebeğin içinde bulunmuş olduğu sıvıdan örnek alınması) yapılmaktadır. Kromozom hastalıklarının tedavisi olmadığından anne ve babaya bu gebeliklerin sonlandırılışı seçeneği sunuluyor. Organlara ait (kalp, beyin vs.) yapısal bozuklukların büyük çoğunluğu ayrıntılı ultrason incelemesinde saptanmaktadır. Bu anomalilerin azıcık bazısı anne karnında tedavi ediliyor. Yapısal deformitesi (bozukluğu) olan bebek dünyaya getirecek anne adaylarının, yenidoğan yoğun bakım hizmeti oldukça iyi olan merkezlerde doğuma yönlendirilimi ve ailenin de bu duruma psikolojik olarak hazırlanması gerekmektedir.
YAŞAM BİÇİMİNİZİ DEĞİŞTİRİN
Bebek ölümlerinin en mühim sebeplerindenbiri, erken doğumdur. Bu rizikosu artıran faktörlerin başında çoğul gebelikler, annenin sigara, alkol ya da uyuşturucu madde kullanması, evvelki hamileliklerde yaşanmakta olan erken doğumlar ve rahimde bulunan yapısal bozukluklar sayılabiliyor. Erken doğumu engellemek için; tüp bebek uygulamalarından dolayı artış gösteren çoğul gebeliklerin önlenmesi ve anne adaylarının bağımlı oldukları sağlığa zararlı maddelerden uzak durmaları, stres ve yorgunluktan kaçınmaları gerekmektedir. Gebeliğin 20* 24. haftaları içerisinde rahim ağzı uzunluğu ölçülerek de erken doğum rizikosu tespit edilebiliyor ve gerekirse rahim ağzına dikiş atılabiliyor veya ilaç tedavisi uygulanmaktadır.
TEKRARLAYAN DÜŞÜĞÜNÜZ VARSA UMUDUNUZU YİTİRMEYİN
Tekrarlayan düşüklerin nedenleri arasında, anne ya da babanın kromozom bozukluğu taşıyıcısı olması veya annenin rahminde miyomların olması gösteriliyor. Ayrıca genetik olarak kanın pıhtılaşmasıyla ilgili bozukluklar da tekrar edici düşüklere neden olabilmektedir. Ancak, düşüklerin yarıdan fazlasının sebebi belirlenemez. Bu durumda anne adayının moralini bozmaması gerekir çünkü sağlıklı doğum olasılığı, düşük ihtimalinden her zaman daha yüksek olmaktadır.
RAHİM AMELİYATI GEÇİRDİYSENİZ DOKTORUNUZA HABER VERİN
Rahimdeki miyomların alınması gibi birtakım cerrahi müdahaleler, hamilelik boyunca ya da doğum esnasında rahmi yırtılmaya uygun hale getirebiliyor. Böyle bir durum mevzubahis olduğunda, bebeğin kaybedilme olasılığı ortaya çıkar. Bundan dolayı doktorları bilhassa geçirilmiş rahim ameliyatlarıyla ilgili bilgi sahibi yapmak gerekmektedir.
KAN UYUŞMAZLIĞI İHTİMALİ İÇİN DOĞRU ZAMANDA İĞNE YAPTIRIN
Kan uyuşmazlığı son yıllarda bir sağlık sorunu olarak görülmüyor. Zira koruyucu iğneler bu durumun oluşumunu engelliyor. Kan uyuşmazlığı olan çiftlere 28. gebelik haftasında tavsiye edilen bu iğneler, 12 hafta süren bir koruyuculuk sağlıyor. Lakin hasta, daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yaptıysa ve düşükten sonra kendisine koruyucu iğne yapılmadıysa, hastalığa duyarlı bir hale gelebiliyor. Bu da bir sonrasındaki hamilelikte bebekte kansızlığa, hatta ağırlığına bağlı bir şekilde anne karnında kalp yetmezliğinden ölüme neden olabilmektedir. Bundan ötürü daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yapan veya hamileyken kanaması olan hastaların bu iğneyi yaptırmaları gerekmektedir.
DÜZENLİ GEBELİK VE TANSİYON TAKİPLERİNİZİ KESİNLİKLE YAPTIRIN
Hamileliklerin yüzde 7* 10'unda gebelik zehirlenmesi olarak bilinmekte olan preeklampsi, yani tansiyonda yükselme ve idrarda protein görülüyor. Preeklampsinin neden ortaya çıktığı henüz bilinmiyor ve tedavisi de yapılamıyor. Bu durum anne için yaşamsal tehlike oluşturabildiğinden, gebeliğin erkenden sonlandırılışı gerekebiliyor. Genelde gebeliğin son aylarında meydana gelen preeklampsi, bebekte gelişim geriliğine veya anne karnında ölüme neden olabilmektedir. Bunu Önlemek amacı ile bir sağlık merkezinde düzenli gebelik kontrollerine giderek, tansiyon takip edilişi yaptırmak gerekmektedir. İstirahat, tansiyon seviyesini düşürüyor ve bebeğin gelişimine zaman kazandırıyor. Ayrıca testler sayesinde hamileliğin daha başlangıcındayken tansiyon yüksekliği yaşanıp yaşanmayacağı saptanabiliyor. KULLANDIĞINIZ İLAÇLAR VARSA ADINI, NE ZAMAN VE NE KADAR KULLANDIĞINIZI DOKTORUNUZA BİLDİRİNİlaç kullanımı, alkol, uyuşturucu ve sigara, erken doğumun yanı sıra, bebekte yapısal sakatlıklara neden olabilmektedir. Sara ve akne tedavisinde kullanılan birtakım ilaçların, antibiyotiklerin ve antikanser ilaçlarının bazılarının sakatlık yapmış olduğu bilinir. Kullanılan ilaçların, bu ilaçların ne zaman ve ne kadar kullandığının mutlak suretle doktora bildirilişi gerekmektedir.
AİLENİZDE YA DA DAHA ÖNCEDEN DOĞMUŞ ÇOCUĞUNUZDA KALITSAL BİR HASTALIK VAR İSE ÖNLEM ALIN
Ailede ya da evvelki hamileliklerde özürlü çocuk dünyaya getirilmişse, bu durum bir sonrasındaki hamilelikte de tekrar edebiliyor. Bilhassa akraba evlilikleri, bir sonrasındaki nesillerde birtakım hastalıkların riskini artırıyor. Herkes 5* 6 hastalığın genini taşıyor. Dolayısıyla aynı soydan gelen insanlar evlendikleri zaman aynı hastalığı taşıma riskli durumları de yükseliyor. O nedenle akraba evliliklerinde daha çok sorun görülüyor. Lakin ne yazık ki bu hastalıkların bazısı metabolik hastalık olduğundan ultrason ile saptanamaz. Ayrıca daha önce down sendromu benzeri kromozom ya da doğuştan kalp hastalığı gibi yapısal anomalili bebek doğurmuş olan bir annenin daha sonrasındaki hamileliği de bu bakımdan riskli olmaktadır.
GENİTAL SİĞİL VARSA, DOKTORUNUZA SÖYLEYİN
Doğum esnasında annede aktif cinsel herpes (ağrılı, kaşıntılı için su dolu sivilceler) olması durumunda, normal doğum önerilmez. Zira normal doğumda cinsel herpese neden olan virüsün çocuğa bulaşması halinde öldürücü neticeler doğabilmektedir. Bu annelerin mutlak suretle sezaryen ile doğum yapması gerekmektedir.
İlgili aramalar: hamilelik riskleri nelerdir, gebelik riskleri, gebelikte dikkat edilmesi gerekenler, hamilelik uyarıları, hamilelik tavsiyeleri
Hamilelikteki riskli durumları savmanın en mühim şartı; planlı bir hamilelik yaşamak, hamile kalma dan evvel ve gebelik süresince düzenli doktor kontrollerini sürdürmektir. Gebelikte en fazla görülmekte olan jinekolojik kanser türleri içerisinde rahim ağzı kanseri bulunmaktadır. Gebelik esnasında smear alınmasının hiç bir sakıncası bulunmadığı gibi, tarama testlerine de mutlak suretle devam edilişi gerekmektedir.
İLERİ YAŞTAYSANIZ TAHLİLLERİNİZİ AKSATMAYIN
Annenin yaşı arttıkça, şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi hamilelik için risk taşımakta olan sağlık problemleri ortaya çıkabiliyor. Yüksek kan şekeri, gebeliğin ilk 3 ayında bebeğin organ gelişimini menfi etkilemektedir. Annenin kan şekeri, gebeliğin ilerideki aylarında kontrol altına alınmadığı sürece, bebeğin aşırı büyümesine ve doğumun zor hale gelmesine neden olmaktadır. Doğuma yaklaşan süreçte annenin kan şekerinin yüksek olması, doğacak bebeğin akciğer gelişimi üzerinde menfi etki yapmaktadır. Tüm nedenler göz önüne alındığı zaman ileri yaştaki anne adaylarının, hamile kalmadan önce, kan şekeri ve kan basıncıyla alakalı kontrollerden geçişinde fayda bulunur.
TARAMA TESTLERİNİ MUTLAKA YAPTIRIN
Her annenin özürlü olan bebek doğurma rizikosu ve bebeklerde yapısal ya da kromozomlarla ilgili bozukluklar olabilmektedir. Kromozom bozukluğunu saptamak için. 11* 14. haftalar arasında ense ölçümü, 16* 20. haftalar arasında ise 3'lü ya da 4'lü testler yapılmaktadır. Bu testler halk arasında 'zeka testi* olarak bilinir.Test sonuçlarında risk yüksek çıkarsa, daha kesin bir sonuç için amniyosentez (bebeğin içinde bulunmuş olduğu sıvıdan örnek alınması) yapılmaktadır. Kromozom hastalıklarının tedavisi olmadığından anne ve babaya bu gebeliklerin sonlandırılışı seçeneği sunuluyor. Organlara ait (kalp, beyin vs.) yapısal bozuklukların büyük çoğunluğu ayrıntılı ultrason incelemesinde saptanmaktadır. Bu anomalilerin azıcık bazısı anne karnında tedavi ediliyor. Yapısal deformitesi (bozukluğu) olan bebek dünyaya getirecek anne adaylarının, yenidoğan yoğun bakım hizmeti oldukça iyi olan merkezlerde doğuma yönlendirilimi ve ailenin de bu duruma psikolojik olarak hazırlanması gerekmektedir.
YAŞAM BİÇİMİNİZİ DEĞİŞTİRİN
Bebek ölümlerinin en mühim sebeplerindenbiri, erken doğumdur. Bu rizikosu artıran faktörlerin başında çoğul gebelikler, annenin sigara, alkol ya da uyuşturucu madde kullanması, evvelki hamileliklerde yaşanmakta olan erken doğumlar ve rahimde bulunan yapısal bozukluklar sayılabiliyor. Erken doğumu engellemek için; tüp bebek uygulamalarından dolayı artış gösteren çoğul gebeliklerin önlenmesi ve anne adaylarının bağımlı oldukları sağlığa zararlı maddelerden uzak durmaları, stres ve yorgunluktan kaçınmaları gerekmektedir. Gebeliğin 20* 24. haftaları içerisinde rahim ağzı uzunluğu ölçülerek de erken doğum rizikosu tespit edilebiliyor ve gerekirse rahim ağzına dikiş atılabiliyor veya ilaç tedavisi uygulanmaktadır.
TEKRARLAYAN DÜŞÜĞÜNÜZ VARSA UMUDUNUZU YİTİRMEYİN
Tekrarlayan düşüklerin nedenleri arasında, anne ya da babanın kromozom bozukluğu taşıyıcısı olması veya annenin rahminde miyomların olması gösteriliyor. Ayrıca genetik olarak kanın pıhtılaşmasıyla ilgili bozukluklar da tekrar edici düşüklere neden olabilmektedir. Ancak, düşüklerin yarıdan fazlasının sebebi belirlenemez. Bu durumda anne adayının moralini bozmaması gerekir çünkü sağlıklı doğum olasılığı, düşük ihtimalinden her zaman daha yüksek olmaktadır.
RAHİM AMELİYATI GEÇİRDİYSENİZ DOKTORUNUZA HABER VERİN
Rahimdeki miyomların alınması gibi birtakım cerrahi müdahaleler, hamilelik boyunca ya da doğum esnasında rahmi yırtılmaya uygun hale getirebiliyor. Böyle bir durum mevzubahis olduğunda, bebeğin kaybedilme olasılığı ortaya çıkar. Bundan dolayı doktorları bilhassa geçirilmiş rahim ameliyatlarıyla ilgili bilgi sahibi yapmak gerekmektedir.
KAN UYUŞMAZLIĞI İHTİMALİ İÇİN DOĞRU ZAMANDA İĞNE YAPTIRIN
Kan uyuşmazlığı son yıllarda bir sağlık sorunu olarak görülmüyor. Zira koruyucu iğneler bu durumun oluşumunu engelliyor. Kan uyuşmazlığı olan çiftlere 28. gebelik haftasında tavsiye edilen bu iğneler, 12 hafta süren bir koruyuculuk sağlıyor. Lakin hasta, daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yaptıysa ve düşükten sonra kendisine koruyucu iğne yapılmadıysa, hastalığa duyarlı bir hale gelebiliyor. Bu da bir sonrasındaki hamilelikte bebekte kansızlığa, hatta ağırlığına bağlı bir şekilde anne karnında kalp yetmezliğinden ölüme neden olabilmektedir. Bundan ötürü daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yapan veya hamileyken kanaması olan hastaların bu iğneyi yaptırmaları gerekmektedir.
DÜZENLİ GEBELİK VE TANSİYON TAKİPLERİNİZİ KESİNLİKLE YAPTIRIN
Hamileliklerin yüzde 7* 10'unda gebelik zehirlenmesi olarak bilinmekte olan preeklampsi, yani tansiyonda yükselme ve idrarda protein görülüyor. Preeklampsinin neden ortaya çıktığı henüz bilinmiyor ve tedavisi de yapılamıyor. Bu durum anne için yaşamsal tehlike oluşturabildiğinden, gebeliğin erkenden sonlandırılışı gerekebiliyor. Genelde gebeliğin son aylarında meydana gelen preeklampsi, bebekte gelişim geriliğine veya anne karnında ölüme neden olabilmektedir. Bunu Önlemek amacı ile bir sağlık merkezinde düzenli gebelik kontrollerine giderek, tansiyon takip edilişi yaptırmak gerekmektedir. İstirahat, tansiyon seviyesini düşürüyor ve bebeğin gelişimine zaman kazandırıyor. Ayrıca testler sayesinde hamileliğin daha başlangıcındayken tansiyon yüksekliği yaşanıp yaşanmayacağı saptanabiliyor. KULLANDIĞINIZ İLAÇLAR VARSA ADINI, NE ZAMAN VE NE KADAR KULLANDIĞINIZI DOKTORUNUZA BİLDİRİNİlaç kullanımı, alkol, uyuşturucu ve sigara, erken doğumun yanı sıra, bebekte yapısal sakatlıklara neden olabilmektedir. Sara ve akne tedavisinde kullanılan birtakım ilaçların, antibiyotiklerin ve antikanser ilaçlarının bazılarının sakatlık yapmış olduğu bilinir. Kullanılan ilaçların, bu ilaçların ne zaman ve ne kadar kullandığının mutlak suretle doktora bildirilişi gerekmektedir.
AİLENİZDE YA DA DAHA ÖNCEDEN DOĞMUŞ ÇOCUĞUNUZDA KALITSAL BİR HASTALIK VAR İSE ÖNLEM ALIN
Ailede ya da evvelki hamileliklerde özürlü çocuk dünyaya getirilmişse, bu durum bir sonrasındaki hamilelikte de tekrar edebiliyor. Bilhassa akraba evlilikleri, bir sonrasındaki nesillerde birtakım hastalıkların riskini artırıyor. Herkes 5* 6 hastalığın genini taşıyor. Dolayısıyla aynı soydan gelen insanlar evlendikleri zaman aynı hastalığı taşıma riskli durumları de yükseliyor. O nedenle akraba evliliklerinde daha çok sorun görülüyor. Lakin ne yazık ki bu hastalıkların bazısı metabolik hastalık olduğundan ultrason ile saptanamaz. Ayrıca daha önce down sendromu benzeri kromozom ya da doğuştan kalp hastalığı gibi yapısal anomalili bebek doğurmuş olan bir annenin daha sonrasındaki hamileliği de bu bakımdan riskli olmaktadır.
GENİTAL SİĞİL VARSA, DOKTORUNUZA SÖYLEYİN
Doğum esnasında annede aktif cinsel herpes (ağrılı, kaşıntılı için su dolu sivilceler) olması durumunda, normal doğum önerilmez. Zira normal doğumda cinsel herpese neden olan virüsün çocuğa bulaşması halinde öldürücü neticeler doğabilmektedir. Bu annelerin mutlak suretle sezaryen ile doğum yapması gerekmektedir.
İlgili aramalar: hamilelik riskleri nelerdir, gebelik riskleri, gebelikte dikkat edilmesi gerekenler, hamilelik uyarıları, hamilelik tavsiyeleri
Yorgunluğun Nedenleri
Yorgunluğun Nedenleri
Neredeyse herkes bazı zamanlar çok çalıştırılabilir ve çok yorgun olabilir. Geçici bitkinlik gibi hallerde genel olarak tanımlayabileceğimiz bir neden ve tedavi olmaktadır. Fakat başka yandan kronik bitkinlik daha fazla zaman alarak daha çok görülmektedir. Bu durum zaman la gelişir, insanın enerjisini ve kapasitesini azaltmaktadır. Bu seviyede bir bitkinlik bireyin duygusal ve psikolojik halini de etkilemektedir.
Yorgunluk, uykulu olmak manasına gelmez ama genelde uyuma isteği ile beraber görülmektedir. Bazı hallerde yurgunluk altta yatan birtakım tıbbi durumların işareti olabilir ve tıbbi tedavi gerektirir. Kafein tüketimi, sigara ve alkol kullanımı, aşırı fiziksel aktivite, durağanlık, uyku eksikliği, öksürük şurupları, soğuk algınlığı ilaçları ve antihistaminikler gibi alerjik ilaçlar ve sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları yorgunluğun sebebi olabilir.
Neredeyse herkes bazı zamanlar çok çalıştırılabilir ve çok yorgun olabilir. Geçici bitkinlik gibi hallerde genel olarak tanımlayabileceğimiz bir neden ve tedavi olmaktadır. Fakat başka yandan kronik bitkinlik daha fazla zaman alarak daha çok görülmektedir. Bu durum zaman la gelişir, insanın enerjisini ve kapasitesini azaltmaktadır. Bu seviyede bir bitkinlik bireyin duygusal ve psikolojik halini de etkilemektedir.
Yorgunluk, uykulu olmak manasına gelmez ama genelde uyuma isteği ile beraber görülmektedir. Bazı hallerde yurgunluk altta yatan birtakım tıbbi durumların işareti olabilir ve tıbbi tedavi gerektirir. Kafein tüketimi, sigara ve alkol kullanımı, aşırı fiziksel aktivite, durağanlık, uyku eksikliği, öksürük şurupları, soğuk algınlığı ilaçları ve antihistaminikler gibi alerjik ilaçlar ve sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları yorgunluğun sebebi olabilir.
28 Ekim 2014 Salı
Fıtık İçin Ameliyat Şart Mı?
Fıtık İçin Ameliyat Şart Mı?
Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Sadık Yıldırım, karın ve kasık fıtıklarının cerrahi müdahale gerektirdiğini, tedavi edilmediği takdirde bağırsak tıkanması ve delinmesi gibi ciddi komplikasyonlara neden olabileceğini söylüyor.
Fıtık kendisini nasıl belli eder?
Kasık veya karın bölgesinde ele gelen bir şişlik olarak kendisini belli etmektedir. Ayakta ağır kaldırıldığında ve karıniçi basıncı arttığında ortaya çıkar. Fıtıkta cerrahi müdahale şart mı? Fıtık, anatomik bir bozukluk ya da eksikliktir. Sadece ilaç tedavisi ile geçmesi olanaklı olmaz. Cerrahi olarak tedavi edilebiliyor. Başka bir tedavi şekli bulunmaz. Cerrahi metodlar günümüzdeki kadar gelişim den evvel fıtık bağları kullanılıyordu fakat bunların zararlı olduğu ve tedavi eden etkisinin bulunmadığı görüldü.
Fıtık tedavi edilmezse sonuç ne olur?
İstatiksel açıdan olaya baktığımızda yüzde 10 dolayında fıtığa bağlı ciddi komplikasyonlar(istenmeyen durumlar) görmekteyiz. Fıtık tedavi edilmezse içerisine karın organları en çok da bağırsak girebiliyor. Barsağın damarları burada sıkışırsa bağırsak delinmeleri veya bağırsak tıkanıklıkları oluşabiliyor. Dünyada en fazla bağırsak tıkanık oluşu sebebi 50 sene öncesine kadar fıtıkydi. Şimdi fazlaca ameliyat yaptığımız için birinci neden ameliyattan sonra karın içi yapışıklıkları, ikincisi fıtıklar, üçüncüsü ise tümörler. Bunların haricinde fıtık ağrı yapabiliyor. Fiziksel olarak günlük yaşamı engelleyici boyutta sorun yaratabiliyor. Bundan dolayı fıtık görüldüğünde ameliyat edilişi gerekmektedir.
Lakin birtakım özel hallerde ameliyat edilmeden izlem yapılışı tercih ediliyor. Çocuklarda da fıtığa bağlı komplikasyon(istenmeyen durum) görülme oranı, bilhassa bağırsak tıkanıklıkları çok yüksek. O nedenle çocuklardaki fıtıklar mutlak suretle ameliyat edilmeli. Dünden bugüne fıtık tedavisinde ne gibi gelişmeler oldu? 1970'lerden sonra kullanımına başlanan sentetik maddeler fıtığın tekrarını, 1990'lardan başlayarak kullanılan laparoskopik ameliyat teknikleri de ameliyattan sonra ağrıları azalttı, enfeksiyon riskini ortadan kaldırdı. Artık hasta birkaç gün içerisinde günlük yaşamına geri dönebiliyor.
Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Sadık Yıldırım, karın ve kasık fıtıklarının cerrahi müdahale gerektirdiğini, tedavi edilmediği takdirde bağırsak tıkanması ve delinmesi gibi ciddi komplikasyonlara neden olabileceğini söylüyor.
Fıtık kendisini nasıl belli eder?
Kasık veya karın bölgesinde ele gelen bir şişlik olarak kendisini belli etmektedir. Ayakta ağır kaldırıldığında ve karıniçi basıncı arttığında ortaya çıkar. Fıtıkta cerrahi müdahale şart mı? Fıtık, anatomik bir bozukluk ya da eksikliktir. Sadece ilaç tedavisi ile geçmesi olanaklı olmaz. Cerrahi olarak tedavi edilebiliyor. Başka bir tedavi şekli bulunmaz. Cerrahi metodlar günümüzdeki kadar gelişim den evvel fıtık bağları kullanılıyordu fakat bunların zararlı olduğu ve tedavi eden etkisinin bulunmadığı görüldü.
Fıtık tedavi edilmezse sonuç ne olur?
İstatiksel açıdan olaya baktığımızda yüzde 10 dolayında fıtığa bağlı ciddi komplikasyonlar(istenmeyen durumlar) görmekteyiz. Fıtık tedavi edilmezse içerisine karın organları en çok da bağırsak girebiliyor. Barsağın damarları burada sıkışırsa bağırsak delinmeleri veya bağırsak tıkanıklıkları oluşabiliyor. Dünyada en fazla bağırsak tıkanık oluşu sebebi 50 sene öncesine kadar fıtıkydi. Şimdi fazlaca ameliyat yaptığımız için birinci neden ameliyattan sonra karın içi yapışıklıkları, ikincisi fıtıklar, üçüncüsü ise tümörler. Bunların haricinde fıtık ağrı yapabiliyor. Fiziksel olarak günlük yaşamı engelleyici boyutta sorun yaratabiliyor. Bundan dolayı fıtık görüldüğünde ameliyat edilişi gerekmektedir.
Lakin birtakım özel hallerde ameliyat edilmeden izlem yapılışı tercih ediliyor. Çocuklarda da fıtığa bağlı komplikasyon(istenmeyen durum) görülme oranı, bilhassa bağırsak tıkanıklıkları çok yüksek. O nedenle çocuklardaki fıtıklar mutlak suretle ameliyat edilmeli. Dünden bugüne fıtık tedavisinde ne gibi gelişmeler oldu? 1970'lerden sonra kullanımına başlanan sentetik maddeler fıtığın tekrarını, 1990'lardan başlayarak kullanılan laparoskopik ameliyat teknikleri de ameliyattan sonra ağrıları azalttı, enfeksiyon riskini ortadan kaldırdı. Artık hasta birkaç gün içerisinde günlük yaşamına geri dönebiliyor.
Ayakta Nasır Neden Olur?
Ayakta Nasır Neden Olur?
Nasırlar ayak sorunlarının başında yer alır. Baskıdan, sürtünmeden, ayak basma bozukluğundan, taban düşüklüğünden veya yanlış ayakkabı seçiminden kaynaklı olan nasırda tedavinin mühim kısmı, nasırın nedeninin saptanması ile olmaktadır. Nedene yönelik tedavide: Taban deformasyonu varsa, destek malzemesi kullanılabilir. Nasır parmak arasındaysa o zaman ortez uygulanabilir. Parmakta duruş deformitesi (bozukluğu) varsa, örneğin baş parmağın yanındaki parmakta bir yükselti varsa, bu yükselti ayakkabıya temas ettikçe burada nasır olmaktadır. Ortez dediğimiz malzeme, parmağı olması gerektiği şekilde tutabilir.
Nasırlar ayak sorunlarının başında yer alır. Baskıdan, sürtünmeden, ayak basma bozukluğundan, taban düşüklüğünden veya yanlış ayakkabı seçiminden kaynaklı olan nasırda tedavinin mühim kısmı, nasırın nedeninin saptanması ile olmaktadır. Nedene yönelik tedavide: Taban deformasyonu varsa, destek malzemesi kullanılabilir. Nasır parmak arasındaysa o zaman ortez uygulanabilir. Parmakta duruş deformitesi (bozukluğu) varsa, örneğin baş parmağın yanındaki parmakta bir yükselti varsa, bu yükselti ayakkabıya temas ettikçe burada nasır olmaktadır. Ortez dediğimiz malzeme, parmağı olması gerektiği şekilde tutabilir.
Ayak Şekli Neden Bozulur?
Ayakta şekil deformitesi (bozukluğu) neden olur?
Ayaklarda şekil bozukluğuna neden olan birçok farklı etken vardır;
Topuklu ve sivri burunlu ayakkabı kullanılması:
Topuğu 8* 10 cm’den yüksek ve sivri burunlu ayakkabı giyinmek ayakların en büyük düşmanı. Topuklu ayakkabı ayağın ön kısımlarına büyük yük binmesine yol açar. Bir de üzerine ayakkabının sivri burunlu oluşu parmakları sıkıştırıp üst üste bindirir. Böyle bir durum oluştuğunda da başparmak ikinci parmağın üzerine biner ve şekil deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır.
Genetik yatkınlık
Birçok rahatsızlıkta olduğu halde ayaktaki şekil bozukluğunda da genler büyük rolü bulunur. Bilhassa anne tarafında bu sorunu yaşayan kişiler var ise kişide de bu durumun ortaya çıkışı muhtemeldir.
Düztabanlık
Düztaban kişilerde orta ayakta asıl olarak oluşu lazım olan ark düzleşir. Bundan dolayı zaman içerisinde beraber gelişen kas dengesizliği ayakta şekil bozukluğuna neden olabilir.
Kas hastalıkları
Ayakta şekil bozukluğunun meydana gelmesinde kasların büyük önemi bulunmaktadır. Eğer kişide herhangi bir kas rahatsızlığı var ise kaslarında biçimsizlik çok daha basit olmaktadır. Netice itibari ile da kasların yıpranmış oluşu parmakların birbirlerinin üzerine çıkışına yol açar.
Diyabet hastalığı
Diyabet (Şeker) hastalığı vücutta bir çok organa etki eder. Ayak da diyabet hastalığının zarar vermiş olduğu bölgeler arasında yer alır. Ayaktaki his kusuruna bağlı bir şekilde yaralar ve parmaklarda şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşabilir.
Yaşlanma
Yaşın ilerleyişiyle beraber deformite artar ve kaslar esnekliğini kaybetmektedir. Hayatı boyunca hiç ayakkabı giymeyen birisinin bile 60 yaşından sonra ayaklarında şekil deformitesi (bozukluğu) oluşabilir.
Dans etmek
Dansı meslek grubu olarak seçenler parmak uçlarında uzun süre durdukları için bu alanda deformiteler ortaya çıkmaktadır. Bilhassa küçüklük çağından başlayarak bale yapanların ergenlik çağında ayaklarında şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşmaya başlamaktadır.
Ayaklarda şekil bozukluğuna neden olan birçok farklı etken vardır;
Topuklu ve sivri burunlu ayakkabı kullanılması:
Topuğu 8* 10 cm’den yüksek ve sivri burunlu ayakkabı giyinmek ayakların en büyük düşmanı. Topuklu ayakkabı ayağın ön kısımlarına büyük yük binmesine yol açar. Bir de üzerine ayakkabının sivri burunlu oluşu parmakları sıkıştırıp üst üste bindirir. Böyle bir durum oluştuğunda da başparmak ikinci parmağın üzerine biner ve şekil deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır.
Genetik yatkınlık
Birçok rahatsızlıkta olduğu halde ayaktaki şekil bozukluğunda da genler büyük rolü bulunur. Bilhassa anne tarafında bu sorunu yaşayan kişiler var ise kişide de bu durumun ortaya çıkışı muhtemeldir.
Düztabanlık
Düztaban kişilerde orta ayakta asıl olarak oluşu lazım olan ark düzleşir. Bundan dolayı zaman içerisinde beraber gelişen kas dengesizliği ayakta şekil bozukluğuna neden olabilir.
Kas hastalıkları
Ayakta şekil bozukluğunun meydana gelmesinde kasların büyük önemi bulunmaktadır. Eğer kişide herhangi bir kas rahatsızlığı var ise kaslarında biçimsizlik çok daha basit olmaktadır. Netice itibari ile da kasların yıpranmış oluşu parmakların birbirlerinin üzerine çıkışına yol açar.
Diyabet hastalığı
Diyabet (Şeker) hastalığı vücutta bir çok organa etki eder. Ayak da diyabet hastalığının zarar vermiş olduğu bölgeler arasında yer alır. Ayaktaki his kusuruna bağlı bir şekilde yaralar ve parmaklarda şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşabilir.
Yaşlanma
Yaşın ilerleyişiyle beraber deformite artar ve kaslar esnekliğini kaybetmektedir. Hayatı boyunca hiç ayakkabı giymeyen birisinin bile 60 yaşından sonra ayaklarında şekil deformitesi (bozukluğu) oluşabilir.
Dans etmek
Dansı meslek grubu olarak seçenler parmak uçlarında uzun süre durdukları için bu alanda deformiteler ortaya çıkmaktadır. Bilhassa küçüklük çağından başlayarak bale yapanların ergenlik çağında ayaklarında şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşmaya başlamaktadır.
Tırnak Batmasının Belirtileri
Tırnak Batmasının Belirtileri
Tırnak batmasının en fazla görülmekte olan belirtileri; şiddetli ağrı, tırnak etrafındaki deride kızarıklık, şişlik ve akıntıdır. Bu durumda ayakkabı giymek güçleşir, yürüme zorluğu gelişir.
Tırnak Batması Nasıl Tedavi Edilir?
Tırnak batmasının tedavisinde uygulanacak yöntem batığın şiddetine, evresine göre farklılık göstermektedir. Erken evrede tırnak yan bölümlerinde ağrı ya da ağrı ile beraber çevredeki deride kızarıklık ve hafif şişlik görülmektedir. Bu evrede tırnağın batık kısmının altına bir parça pamuk konuluşu yeter. Bu pamuk parçası tırnak ile deri arasında boş bir alan oluşturarak tırnağın ete batmadan uzamasına imkan vermektedir.
Tırnak batmasının en fazla görülmekte olan belirtileri; şiddetli ağrı, tırnak etrafındaki deride kızarıklık, şişlik ve akıntıdır. Bu durumda ayakkabı giymek güçleşir, yürüme zorluğu gelişir.
Tırnak Batması Nasıl Tedavi Edilir?
Tırnak batmasının tedavisinde uygulanacak yöntem batığın şiddetine, evresine göre farklılık göstermektedir. Erken evrede tırnak yan bölümlerinde ağrı ya da ağrı ile beraber çevredeki deride kızarıklık ve hafif şişlik görülmektedir. Bu evrede tırnağın batık kısmının altına bir parça pamuk konuluşu yeter. Bu pamuk parçası tırnak ile deri arasında boş bir alan oluşturarak tırnağın ete batmadan uzamasına imkan vermektedir.
Zollinger-Ellison Sendromu Nedir?
Zollinger-Ellison Sendromu
Zollinger-Ellison sendromu, pankreasta veya ince bağırsağın üst bölümünde bir ya da daha fazla tümörün meydana geldiği karışık bir rahatsızlıktır. Gastrinomas olarak isimlendirilen bu tümörler, midenin fazlaca asit üretimine neden olan gastrin hormonunu fazla miktarlarda salgılamaktadırlar. Fazla miktarda asit, peptik ülsere yol açar. Zollinger-Ellison sendromu ender görülmektedir. Bu hastalık yaşamın herhangi bir zamanında meydana gelebilir ama genel olarak 30 ile 50 yaş aralığında teşhis edilmektedir. Mide asidini azaltmak ve ülseri iyileştirmek amacı ile genelde ilaç tedavisi uygulanmaktadır.
Zollinger-Ellison sendromu, pankreasta veya ince bağırsağın üst bölümünde bir ya da daha fazla tümörün meydana geldiği karışık bir rahatsızlıktır. Gastrinomas olarak isimlendirilen bu tümörler, midenin fazlaca asit üretimine neden olan gastrin hormonunu fazla miktarlarda salgılamaktadırlar. Fazla miktarda asit, peptik ülsere yol açar. Zollinger-Ellison sendromu ender görülmektedir. Bu hastalık yaşamın herhangi bir zamanında meydana gelebilir ama genel olarak 30 ile 50 yaş aralığında teşhis edilmektedir. Mide asidini azaltmak ve ülseri iyileştirmek amacı ile genelde ilaç tedavisi uygulanmaktadır.
27 Ekim 2014 Pazartesi
Zehirli Guatr Nedir?
ZEHİRLİ GUATR
Tiroid bezinin gereğinden fazla çalışmasına zehirli guatr denilir. Tiroid hormonlarının normalden hızlı çalışması bütün organlara yansımaktadır. Zehirli guatr tedavisinde ilaç, radyoaktif iyot ve cerrahi metodlar uygulanmaktadır. Diffüz guatrlar, yani Graves hastalarında en az 6 aydan bir seneye kadar ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Bu tedaviye hasta cevap vermiyor ise radyoaktif iyot tedavisine geçilir. Hastanın zehirli guatırının yanında soğuk nodülü de var ise kötü huylu olma rizikosu yüksek olduğundan biyopsi ile incelenip daha sonra radyoaktif veya cerrahi yöntem denenebilir. Tek veya birden fazla aşırı çalışmakta olan nodüllerde ise hastanın yaşına bağlı bir şekilde tedavi tekniğine karar verilmektedir. Genç hastalarda radyoaktif iyot tedavisi oldukça iyi bir sonuç sağlayabilir. Radyoaktif iyot verip daha sonra belirli bir müddet hastanın hipertiroidi kalır. Bu durum kalp yetersizliği veya zehirli guatrı olan bir kişi için çok doğru olmaz. İleri yaşlarda bir hastaysa cerrahi tedavi daha doğru bir seçim olabilir. Nodül 4.5 cm’den büyükse yine cerrahi metodu tercih edilmelidir.
Tiroid bezinin gereğinden fazla çalışmasına zehirli guatr denilir. Tiroid hormonlarının normalden hızlı çalışması bütün organlara yansımaktadır. Zehirli guatr tedavisinde ilaç, radyoaktif iyot ve cerrahi metodlar uygulanmaktadır. Diffüz guatrlar, yani Graves hastalarında en az 6 aydan bir seneye kadar ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Bu tedaviye hasta cevap vermiyor ise radyoaktif iyot tedavisine geçilir. Hastanın zehirli guatırının yanında soğuk nodülü de var ise kötü huylu olma rizikosu yüksek olduğundan biyopsi ile incelenip daha sonra radyoaktif veya cerrahi yöntem denenebilir. Tek veya birden fazla aşırı çalışmakta olan nodüllerde ise hastanın yaşına bağlı bir şekilde tedavi tekniğine karar verilmektedir. Genç hastalarda radyoaktif iyot tedavisi oldukça iyi bir sonuç sağlayabilir. Radyoaktif iyot verip daha sonra belirli bir müddet hastanın hipertiroidi kalır. Bu durum kalp yetersizliği veya zehirli guatrı olan bir kişi için çok doğru olmaz. İleri yaşlarda bir hastaysa cerrahi tedavi daha doğru bir seçim olabilir. Nodül 4.5 cm’den büyükse yine cerrahi metodu tercih edilmelidir.
Zellweger Sendromu Nedir?
ZELLWEGER SENDROMU
Zellweger sendromu böbrek, karaciğer ve beyin hücrelerinin içerisindeki peroksizomların düşük veya hiç olmamasının yol açtığı doğumsal bir rahatsızlıktır. Peroksizomlar vücutta bulunan zehirli maddelerin atılmasına imkan veren hücre yapılarıdır. Bu sendrom beyin gelişimini ve beyindeki sinir lifleri üstündeki miyelin kılıflarının gelişimini etkisi altına alan peroksizomal hastalıklar grubuna dahildir. Genelde karaciğer büyümesi, yüksek düzeylerde demir ve bakır içeren kan akışı ve görme deformiteleri (bozuklukları) gibi belirtileri bulunur. Zellweger sendromunun ne bir ilacı ne de başka bir tedavi şekli yoktur. Genelde semptomları bastırmaya yönelik tedavi uygulanmaktadır.
Zellweger sendromu böbrek, karaciğer ve beyin hücrelerinin içerisindeki peroksizomların düşük veya hiç olmamasının yol açtığı doğumsal bir rahatsızlıktır. Peroksizomlar vücutta bulunan zehirli maddelerin atılmasına imkan veren hücre yapılarıdır. Bu sendrom beyin gelişimini ve beyindeki sinir lifleri üstündeki miyelin kılıflarının gelişimini etkisi altına alan peroksizomal hastalıklar grubuna dahildir. Genelde karaciğer büyümesi, yüksek düzeylerde demir ve bakır içeren kan akışı ve görme deformiteleri (bozuklukları) gibi belirtileri bulunur. Zellweger sendromunun ne bir ilacı ne de başka bir tedavi şekli yoktur. Genelde semptomları bastırmaya yönelik tedavi uygulanmaktadır.
Kalp Krizinden Korunma Yöntemleri
Kalp Krizinden Korunma Yöntemleri
Kalp krizleri için muteber olan birçok risk faktörü bulunur. Yüksek tansiyon, diyabet, sigara, yüksek kolesterol ve kalıtsal etkenler bunların başında gelmektedir.
Kalp krizini önlemek amacı ile risk faktörlerinin taranması, bunların hayat tarzı değişiklikleri ve bazı zamanlar da ilaçla kontrol altına alınması gerekir. Kolesterol ve kan basıncının düzenli ölçümlerle takip edilmesi, ideal düzeylerde tutulması, kan şekerinin belirli aralıklarla ölçülerek değerlendirilmesi, eğer kişi diyabet hastasıysa kan şekerinin çok iyi düzenlenmesi, sigara içen insanların mutlak suretle sigarayı bırakması, spor alışkanlığı olmayan insanların düzenli spor alışkanlığı edinimi, fazla kilosu bulunanların da fazla kilolarından kurtulması, alınabilecek öncelikli önlemlerdir.
Kalp krizleri için muteber olan birçok risk faktörü bulunur. Yüksek tansiyon, diyabet, sigara, yüksek kolesterol ve kalıtsal etkenler bunların başında gelmektedir.
Kalp krizini önlemek amacı ile risk faktörlerinin taranması, bunların hayat tarzı değişiklikleri ve bazı zamanlar da ilaçla kontrol altına alınması gerekir. Kolesterol ve kan basıncının düzenli ölçümlerle takip edilmesi, ideal düzeylerde tutulması, kan şekerinin belirli aralıklarla ölçülerek değerlendirilmesi, eğer kişi diyabet hastasıysa kan şekerinin çok iyi düzenlenmesi, sigara içen insanların mutlak suretle sigarayı bırakması, spor alışkanlığı olmayan insanların düzenli spor alışkanlığı edinimi, fazla kilosu bulunanların da fazla kilolarından kurtulması, alınabilecek öncelikli önlemlerdir.
Kalp Krizinin En Önemli Belirtisi Nedir?
Kalp Krizinin En Önemli Belirtisi Nedir?
Kalp krizinin esas belirtisi, göğüs ağrısı. Klasik bir kalp hastasında bu göğüs ağrısı şiddetli, baskı veya basınç şeklinde, ezici, sıkıştıran bir ağrı ve göğsün sol yarısında veya göğüs kemiğinin altında hissedilmektedir. Ağrı sol kola, alt çeneye, sırta da yayılabilir. Bilhassa yaşlı ya da diyabet hastası olan insanlarda belirtiler değişik olabilmektedir. Bu kişiler halsizlik, nefes darlığı, bayılma gibi belirtileri duyabilir. Bütün hastalarda genelde soğuk ter atma, bulantı, kusma gibi belirtiler de olur ve kalp krizi haricindeki tanıları akla getirip geç tanı koyulmasına neden olabilir.
Kalp krizinin esas belirtisi, göğüs ağrısı. Klasik bir kalp hastasında bu göğüs ağrısı şiddetli, baskı veya basınç şeklinde, ezici, sıkıştıran bir ağrı ve göğsün sol yarısında veya göğüs kemiğinin altında hissedilmektedir. Ağrı sol kola, alt çeneye, sırta da yayılabilir. Bilhassa yaşlı ya da diyabet hastası olan insanlarda belirtiler değişik olabilmektedir. Bu kişiler halsizlik, nefes darlığı, bayılma gibi belirtileri duyabilir. Bütün hastalarda genelde soğuk ter atma, bulantı, kusma gibi belirtiler de olur ve kalp krizi haricindeki tanıları akla getirip geç tanı koyulmasına neden olabilir.
Tıkalı Kalp Damarları Nasıl Açılır?
Tıkanan Kalp Damarları Nasıl Açılır?
Tıkanan kalp damarları iki teknikle açılır. İlk yöntem pıhtı eritici ilaçların damar yoluyla verilmesidir. Başarıya ulaşma şansı düşük olduğundan, acil anjio laboratuvarı ve takımının bulunmadığı hallerde yapılmaktadır. 2. ve etkin yöntem ise tıkanan damarın acil kalp anjiosuyla belirlenip anjiyoplasti ve stent ile açılması. Bu tedavi metodu yüksek başarı oranına sahiptir. Kalp damarındaki tıkanıklık, kasık veya el bileği damarından giriş yapılarak damar içerisinden kalbe ulaştırılan bir tel geçirilip daha sonra bir balon yardımı ile giderilir ve yeniden tıkanmaması için stent dediğimiz bir materyal konur. Bu durumda kalp fonksiyonlarının bozulma riski azaltılır.
Tıkanan kalp damarları iki teknikle açılır. İlk yöntem pıhtı eritici ilaçların damar yoluyla verilmesidir. Başarıya ulaşma şansı düşük olduğundan, acil anjio laboratuvarı ve takımının bulunmadığı hallerde yapılmaktadır. 2. ve etkin yöntem ise tıkanan damarın acil kalp anjiosuyla belirlenip anjiyoplasti ve stent ile açılması. Bu tedavi metodu yüksek başarı oranına sahiptir. Kalp damarındaki tıkanıklık, kasık veya el bileği damarından giriş yapılarak damar içerisinden kalbe ulaştırılan bir tel geçirilip daha sonra bir balon yardımı ile giderilir ve yeniden tıkanmaması için stent dediğimiz bir materyal konur. Bu durumda kalp fonksiyonlarının bozulma riski azaltılır.
26 Ekim 2014 Pazar
Vücut Susuz Kalırsa Ne Olur?
Vücut Susuz Kalırsa Ne Olur?
Yeteri kadar sıvı alınmaması beraberinde birçok sağlık sorunu getirmektedir:
Vücut susuz kalırsa kendi suyunu tutmaya çalışır. Böyle bir durum oluştuğunda da idrara daha az çıkılır. Kan hacmi azalmaktadır.
Tansiyon düşmektedir.
Vücuda yeteri su girmese bile; deri, dışkı ve akciğerler ile su yitimi devam eder. Böyle devam ederse de vücut kurur ve sağlığını kaybetmektedir.
Vücuttaki suyun azalması sindirim sistemi bozuklukları, bağırsak sıkışıklıkları, beyinsel verimde bozulmalar, beden hareketlerinde azalış ve baş ağrılarını beraberinde getirir.
Uzun süreli susuzluk sonrası vücutta bulunan sıvı miktarının yüzde 15'inin kaybedilmesi, komaya ve hatta yaşamın kaybedilmesine bile neden olabilir.
İlgili aramalar: vücut susuz kalırsa ne olur? susuz kalırsak nolur? vücut yeteri sıvı alamazsa sonuçları ne olur?
Yeteri kadar sıvı alınmaması beraberinde birçok sağlık sorunu getirmektedir:
Vücut susuz kalırsa kendi suyunu tutmaya çalışır. Böyle bir durum oluştuğunda da idrara daha az çıkılır. Kan hacmi azalmaktadır.
Tansiyon düşmektedir.
Vücuda yeteri su girmese bile; deri, dışkı ve akciğerler ile su yitimi devam eder. Böyle devam ederse de vücut kurur ve sağlığını kaybetmektedir.
Vücuttaki suyun azalması sindirim sistemi bozuklukları, bağırsak sıkışıklıkları, beyinsel verimde bozulmalar, beden hareketlerinde azalış ve baş ağrılarını beraberinde getirir.
Uzun süreli susuzluk sonrası vücutta bulunan sıvı miktarının yüzde 15'inin kaybedilmesi, komaya ve hatta yaşamın kaybedilmesine bile neden olabilir.
İlgili aramalar: vücut susuz kalırsa ne olur? susuz kalırsak nolur? vücut yeteri sıvı alamazsa sonuçları ne olur?
Kalp Krizi Nasıl Anlaşılır?
Kalp Krizi Nasıl Anlaşılır?
Kalp krizinin en mühim belirtisi göğüs ağrısıdır. Bilhassa göğsünde orta kesiminde basınç, yanma, dolgunluk ve sıkışma hissi tarzındaki ağrı, kalp krizinin habercisi olabilir. Bazı zamanlar bu ağrı göğüsten alt çeneye, kollara, sırt orta kesimine ya da karın üst bölgesine yayılabileceği gibi bazı zamanlar de göğüste olmadan yalnız başına bu bölgelerden bir tanesinde de meydana gelebilir. Ağrılara genel olarak terleme, yoğun bir kaygı eşlik edebilir. Lakin kadınlarda, diyabet hastalarında ve yaşlılarda ağrı bu bahsini ettiğimiz karakteristik yapının haricinde olabilir. Diyabet hastaları ve yaşlılar hiç ağrı hissetmeyebilir. Bilhassa yaşlılarda kalp krizinin ilk belirtisi ani bayılma olabilir. Bunun gibi bir durumla karşılaşıldığı zaman yapılması lazım olan ilk iş acil ambulans hizmetini aramak ve hastayı bu şekilde hastaneye taşımaktır.
İlgili aramalar: kalp krini nasıl anlaşılır, kalp krizinin belirtileri nelerdir, kalp krizi geçirdiğimi nasıl anlarım
Kalp krizinin en mühim belirtisi göğüs ağrısıdır. Bilhassa göğsünde orta kesiminde basınç, yanma, dolgunluk ve sıkışma hissi tarzındaki ağrı, kalp krizinin habercisi olabilir. Bazı zamanlar bu ağrı göğüsten alt çeneye, kollara, sırt orta kesimine ya da karın üst bölgesine yayılabileceği gibi bazı zamanlar de göğüste olmadan yalnız başına bu bölgelerden bir tanesinde de meydana gelebilir. Ağrılara genel olarak terleme, yoğun bir kaygı eşlik edebilir. Lakin kadınlarda, diyabet hastalarında ve yaşlılarda ağrı bu bahsini ettiğimiz karakteristik yapının haricinde olabilir. Diyabet hastaları ve yaşlılar hiç ağrı hissetmeyebilir. Bilhassa yaşlılarda kalp krizinin ilk belirtisi ani bayılma olabilir. Bunun gibi bir durumla karşılaşıldığı zaman yapılması lazım olan ilk iş acil ambulans hizmetini aramak ve hastayı bu şekilde hastaneye taşımaktır.
İlgili aramalar: kalp krini nasıl anlaşılır, kalp krizinin belirtileri nelerdir, kalp krizi geçirdiğimi nasıl anlarım
Cilt Kuruluğu İçin Öneriler
CİLT KURULUĞU İÇİN ÖNERİLER
Bilhassa kış aylarının gelişiyle beraber cilt kuruluğu çok sık görülmeye başlamaktadır. Kış mevsiminde havanın nem miktarı düşer. Soğuk ve sert rüzgarlar cildin su yitimini arttırmaktadır. Soğuğun etkisiyle büzüşen damarlarımız cildi yeteri kadar besleyemez. Lakin cilt kuruluğunu kolay tavsiyeler ile önlemek olanaklı.
Günde en az 6 bardak su için.
Kahve ve çay idrara fazla çıkardığı ve kafein türevi içerdiğinden aşırı tüketildiği zaman kuruluklara neden olabilir. Bu nedenle günlük en fazla iki bardak çay veya kahve tüketin.
Islak mendil, kolonya ve antibakteriyel sabunları kullanmayınız.
Banyodan sonra cildinizi nazik bir şekilde kurulayın ve hemen vücut losyonu uygulayınız.
Bulunduğunuz ortamı sık sık havalandırın. Gerekirse ortama nem veren buhar makinelerinden edininiz.
Çok sıcak su ile yapılmakta olan uzun süren banyolardan uzak durunuz. Banyo ürünlerinizi mümkünse renksiz, parfümsüz ve çok köpürmeyen ürünlerden seçin. Bu konuda gerekirse cilt doktorunuzdan bilgi alın.
Spor yapmak cildin kanın vücutta dolaşımını artırıp cildi rahatlatır. Bu nedenle spor yapın. Lakin spor yaparken rahat ve sentetik olmayan giyecekleri seçin ve bol su için.
Sporun ardından sauna veya buhar banyosuna 10 dakikadan fazla zaman ayırmayınız.
Günde en az sekiz saat uyuyun. Cildin sorunları uyku esnasında tamir edilmektedir. Gece uyuma dan evvel uygun nemlendirici ve bakım kremleri sürün.
Bilhassa kuru cilt için besinlerdekiyağın kalitesi ve vitamin muhteviyatı değerli. Bu nedenle Omega 3’den zengin, başta somon balığı ve hamsi olmak üzere bütün deniz mahsüllerini, çerezlerden badem ve cevizi tüketin. Yağ olarak da zeytinyağı tercih edin.
Nar, mandalina, portakal Vitamin C yönünden çok zengin meyvelerdir. Cildinizin tazeliğini korumak adına bu meyvelerden günlük olarak 1 porsiyon tüketin.
Basit şekerler ve karbonhidratlar cilt yapısına zarar vermektedir. Mümkünse tatlıdan uzak durunuz.
İlgili aramalar: cilt kuruluğu için ne yapılabilir, cilt kuruluğu nasıl geçer, cilt kuruluğunun tedavisi nedir
Bilhassa kış aylarının gelişiyle beraber cilt kuruluğu çok sık görülmeye başlamaktadır. Kış mevsiminde havanın nem miktarı düşer. Soğuk ve sert rüzgarlar cildin su yitimini arttırmaktadır. Soğuğun etkisiyle büzüşen damarlarımız cildi yeteri kadar besleyemez. Lakin cilt kuruluğunu kolay tavsiyeler ile önlemek olanaklı.
Günde en az 6 bardak su için.
Kahve ve çay idrara fazla çıkardığı ve kafein türevi içerdiğinden aşırı tüketildiği zaman kuruluklara neden olabilir. Bu nedenle günlük en fazla iki bardak çay veya kahve tüketin.
Islak mendil, kolonya ve antibakteriyel sabunları kullanmayınız.
Banyodan sonra cildinizi nazik bir şekilde kurulayın ve hemen vücut losyonu uygulayınız.
Bulunduğunuz ortamı sık sık havalandırın. Gerekirse ortama nem veren buhar makinelerinden edininiz.
Çok sıcak su ile yapılmakta olan uzun süren banyolardan uzak durunuz. Banyo ürünlerinizi mümkünse renksiz, parfümsüz ve çok köpürmeyen ürünlerden seçin. Bu konuda gerekirse cilt doktorunuzdan bilgi alın.
Spor yapmak cildin kanın vücutta dolaşımını artırıp cildi rahatlatır. Bu nedenle spor yapın. Lakin spor yaparken rahat ve sentetik olmayan giyecekleri seçin ve bol su için.
Sporun ardından sauna veya buhar banyosuna 10 dakikadan fazla zaman ayırmayınız.
Günde en az sekiz saat uyuyun. Cildin sorunları uyku esnasında tamir edilmektedir. Gece uyuma dan evvel uygun nemlendirici ve bakım kremleri sürün.
Bilhassa kuru cilt için besinlerdekiyağın kalitesi ve vitamin muhteviyatı değerli. Bu nedenle Omega 3’den zengin, başta somon balığı ve hamsi olmak üzere bütün deniz mahsüllerini, çerezlerden badem ve cevizi tüketin. Yağ olarak da zeytinyağı tercih edin.
Nar, mandalina, portakal Vitamin C yönünden çok zengin meyvelerdir. Cildinizin tazeliğini korumak adına bu meyvelerden günlük olarak 1 porsiyon tüketin.
Basit şekerler ve karbonhidratlar cilt yapısına zarar vermektedir. Mümkünse tatlıdan uzak durunuz.
İlgili aramalar: cilt kuruluğu için ne yapılabilir, cilt kuruluğu nasıl geçer, cilt kuruluğunun tedavisi nedir
Diyabet Nasıl Olur?
Diyabet Nasıl Meydana Gelir?
Vücut, devamlı olarak kanda bir miktar şekere (glukoza) gereksinim duyar. İnsülin kan dolaşımında olan glukozu hücrelere taşımakla görevlidir. İnsülin pankreas tarafı ile üretilen bir hormon. Hücrelerdeki glukoz, günlük yaşamımızı devam ettirmeyi sağlayacak enerji kaynağıdır.
Diyabet, öncelikle karbonhidratlar olmak üzere yağ ve protein metabolizmasını alakadar eden bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin devamlı yüksek oluşu ile göstermektedir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun(şekerin) hücrelerin içerisine girememesidir. Normal koşullarda gıdalardan elde edilen ya da karaciğerdeki depolardan kana salınan glukoz, pankraeas tarafından salgılanmakta olan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içerisine girer ve orada yakılarak enrjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine müsaade edilen "kapılar" bulunur. Bu kapılar asıl olarak kilitlidirler ve uygun "anahtar" var oluşunda açılırlar. Diyabet, hücrelerin üstündeki glükoz "kapısının" açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar fonksiyonu gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısında bulunan kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.
İlgili aramalar: diyabet nasıl olur, diyabet nasıl meydana gelir, diyabet neden olur
Vücut, devamlı olarak kanda bir miktar şekere (glukoza) gereksinim duyar. İnsülin kan dolaşımında olan glukozu hücrelere taşımakla görevlidir. İnsülin pankreas tarafı ile üretilen bir hormon. Hücrelerdeki glukoz, günlük yaşamımızı devam ettirmeyi sağlayacak enerji kaynağıdır.
Diyabet, öncelikle karbonhidratlar olmak üzere yağ ve protein metabolizmasını alakadar eden bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin devamlı yüksek oluşu ile göstermektedir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun(şekerin) hücrelerin içerisine girememesidir. Normal koşullarda gıdalardan elde edilen ya da karaciğerdeki depolardan kana salınan glukoz, pankraeas tarafından salgılanmakta olan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içerisine girer ve orada yakılarak enrjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine müsaade edilen "kapılar" bulunur. Bu kapılar asıl olarak kilitlidirler ve uygun "anahtar" var oluşunda açılırlar. Diyabet, hücrelerin üstündeki glükoz "kapısının" açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar fonksiyonu gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısında bulunan kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.
İlgili aramalar: diyabet nasıl olur, diyabet nasıl meydana gelir, diyabet neden olur
Adrenalin ve Noradrenalin Nedir?
Adrenalin ve Noradrenalin
Noradrenalinin Etkisi Nedir?
Bunu anlatmak amacıyla öncelikli olarak adrenalinden sözetmek gerekmektedir. Adrenalin, böbreküstü bezlerinden salgılanmakta olan bir hormondur. Başlıca denetimi beyin tarafı ile sağlanmaktadır.
Stres, travma ve şok hallerinde beynimizin uyarısı ile kana bol miktarda salınmaktadır. Bu şekilde tansiyon yükselmesine, kalp ve solunum sayısında refleks artışlara neden oluyor. Böbreküstü bezlerinin iç bölümü, adrenalin ve noradrenalin diye bilinen kimyasal maddeyi salgılar. Bunlar kan dolaşımında gizlenen hormonlardır.
Adrenalinin ve Noradrenalinin Etkileri
Kalbimizin gerilme gücünü takviye edip hareket kudretini fazlalaştırırlar. Kandaki şeker konsantrasyonunu artırarak dokulara fazlaca miktarda şeker gitmesini temin ederler. Kan pıhtılaşma oranını fazlalaştırırlar. Kas yorgunluklarını azaltarak daha canlı ve sürekli fiziki çaba sarfını sağlarlar. Kan damarlarının kasılımına sağlayarak vücudun daha fazla kan ihtiyacı duyan bölümüne kan naklini kolaylaştırırlar.
İlgili aramalar: adrenalin nedir, noradrenalin nedir, adrenalinin etkileri nelerdir, noradrenalinin etkileri nelerdir, adrenalin ne yapar, noradrenalin ne işe yarar
Noradrenalinin Etkisi Nedir?
Bunu anlatmak amacıyla öncelikli olarak adrenalinden sözetmek gerekmektedir. Adrenalin, böbreküstü bezlerinden salgılanmakta olan bir hormondur. Başlıca denetimi beyin tarafı ile sağlanmaktadır.
Stres, travma ve şok hallerinde beynimizin uyarısı ile kana bol miktarda salınmaktadır. Bu şekilde tansiyon yükselmesine, kalp ve solunum sayısında refleks artışlara neden oluyor. Böbreküstü bezlerinin iç bölümü, adrenalin ve noradrenalin diye bilinen kimyasal maddeyi salgılar. Bunlar kan dolaşımında gizlenen hormonlardır.
Adrenalinin ve Noradrenalinin Etkileri
Kalbimizin gerilme gücünü takviye edip hareket kudretini fazlalaştırırlar. Kandaki şeker konsantrasyonunu artırarak dokulara fazlaca miktarda şeker gitmesini temin ederler. Kan pıhtılaşma oranını fazlalaştırırlar. Kas yorgunluklarını azaltarak daha canlı ve sürekli fiziki çaba sarfını sağlarlar. Kan damarlarının kasılımına sağlayarak vücudun daha fazla kan ihtiyacı duyan bölümüne kan naklini kolaylaştırırlar.
İlgili aramalar: adrenalin nedir, noradrenalin nedir, adrenalinin etkileri nelerdir, noradrenalinin etkileri nelerdir, adrenalin ne yapar, noradrenalin ne işe yarar
25 Ekim 2014 Cumartesi
Seratonin Nedir?
SERATONİN
Serotonin 1948 yılında Page tarafından, dokulardan ve öteki maddelerden ayrılarak keşfedilmiştir. Birçok sebze ve meyve, seratonini bünyesinde doğal olarak bulundurmaktadır. Serotoninin ön maddesi olan triptofan, gıdalardan alınmaktadır. Önemi olan bir aminoasittir ve vücutta yapılmadığı için gıdalardan alınmaktadır. Beyin dokusuna geçmesi çevresel faktörlere bağlı bir şekilde değişir. Beyne geçen oran, alınan besinlerle doğru orantıda olmaktadır. Yiyeceklerle alınan oran arttıkça beyne geçen miktar da artmaktadır.
Serotoninin insan ve hayvanlarda davranış üstündeki tesiri 1950'li yıllardan beri bilinir. Serotonin alıcılarında* işlevsel bozukluk olduğunda aşağıdaki davranış bozuklukları ve akıl hastalıkları ortaya çıkar:
Endişe, kaygı,
Depresyon,
Cinsel fonksiyon bozukluğu,
Akıl hastalığı,
Bellek bozukluğu,
Duygulanım bozuklukları,
Migren,
Uyku sorunu,
Mevsimlerle gelen duygulanım bozukluğu,
Obsesif-kompülsif bozukluklar,
Saldırgan davranışlar,
İntihara eğilim,
Beslenme bozuklukları,
Alkol ve madde bağımlılığı,
Panik bozukluk,
Dikkat azalmasıyla olan bozukluklar,
Çocukluk dönemi ruh hastalıkları,
Orta yaşta bunamayla meydana gelen Alzheimer.
Serotonin Sendromu
Ruhbilim ve tıp alanında endişe ile zorlanma arasında bulunan ilişkiyi inceleyen ilk incelemeler 1970'li yılların başlarında yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artış göstermiştir. Kaygıyı ve endişe ile zorlanma arasında bulunan ilişkiyi anlatmadan önce, bu konuları içeren incelemelerde çok karşılaşılan bir kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karışıklığı kaygının zorlanmayla eşanlamlı kullanılmasından; kimi yerde endişe yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine endişe kavramına yer verilmesinden kaynaklanmaktadır.
Birçok araştırmacı gibi ben de bu iki kavramı birbirinden ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın tanımlarını ayrı ayrı verdim. Buna göre kaygı, elem doğrultusunda bir duygulanım durumudur. Bu duygulanım durumuyla zorlanma arasında bulunan ilişki iki biçimde olmaktadır. Dış ve iç ortamdan kaynaklı olan zararlı etkenler organizmanın değişik alanlarında, yapılarında zorlanma yaratır. Ruhsal alanda meydana gelen zorlanma belirtisi veya tepkisi, endişe düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre endişe düzeyi doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yükselir. Kaygı düzeyinin yükselmesi organizmanın öbür alanlarına, yapılarına, fonksiyonlarına yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezlerinin fonksiyonları aksar. Fizyolojik kaynaklı zararlı etken ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevlerini etkiler ve organizmayı zorlar. Yani endişe düzeyinin yükselmesi psikolojik kaynaklı zararlı etken olarak değerlendirme yapılır. Birçok yazar ve düşünür 20. yüzyıla ve bilhassa bu yüzyılın ikinci yarısına, "Kaygı Çağı" adını vermiştir.
Kaygı ve konsantrasyon bozukluğu
O zaman kaygının bütün dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz? Evet, bunu söyleyebiliriz. Evrensel boyutta bakarsak, endişe asıl olarak insanın defans işleyişini harekete geçiren bir çeşit uyum mekanizması, ama bazı zamanlar öylesine yoğunlaşıyor ki, patalojik ebatlara erişebiliyor.
Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce sorun anksiyete* kaygıyla başlıyor, sonra depresyon gelişiyor ve onun neticesinde da obsesyonlar meydana gelebiliyor. Eğer depresyon uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki kez panik atak geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor. Ve en önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlak suretle endişe izlemleniyor. Kaygılı kişiler hayatın her alanında ciddi anlamda bunu yaşıyor. Mesela işyerinde bu kaygıyı taşımış olduğu için işini kaybedebiliyor veya eşiyle sorunlar yaşıyor. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamında kayıplar geliyor. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla tanışmaktan da çekiniyor. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum.
Serotonin 1948 yılında Page tarafından, dokulardan ve öteki maddelerden ayrılarak keşfedilmiştir. Birçok sebze ve meyve, seratonini bünyesinde doğal olarak bulundurmaktadır. Serotoninin ön maddesi olan triptofan, gıdalardan alınmaktadır. Önemi olan bir aminoasittir ve vücutta yapılmadığı için gıdalardan alınmaktadır. Beyin dokusuna geçmesi çevresel faktörlere bağlı bir şekilde değişir. Beyne geçen oran, alınan besinlerle doğru orantıda olmaktadır. Yiyeceklerle alınan oran arttıkça beyne geçen miktar da artmaktadır.
Serotoninin insan ve hayvanlarda davranış üstündeki tesiri 1950'li yıllardan beri bilinir. Serotonin alıcılarında* işlevsel bozukluk olduğunda aşağıdaki davranış bozuklukları ve akıl hastalıkları ortaya çıkar:
Endişe, kaygı,
Depresyon,
Cinsel fonksiyon bozukluğu,
Akıl hastalığı,
Bellek bozukluğu,
Duygulanım bozuklukları,
Migren,
Uyku sorunu,
Mevsimlerle gelen duygulanım bozukluğu,
Obsesif-kompülsif bozukluklar,
Saldırgan davranışlar,
İntihara eğilim,
Beslenme bozuklukları,
Alkol ve madde bağımlılığı,
Panik bozukluk,
Dikkat azalmasıyla olan bozukluklar,
Çocukluk dönemi ruh hastalıkları,
Orta yaşta bunamayla meydana gelen Alzheimer.
Serotonin Sendromu
Ruhbilim ve tıp alanında endişe ile zorlanma arasında bulunan ilişkiyi inceleyen ilk incelemeler 1970'li yılların başlarında yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artış göstermiştir. Kaygıyı ve endişe ile zorlanma arasında bulunan ilişkiyi anlatmadan önce, bu konuları içeren incelemelerde çok karşılaşılan bir kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karışıklığı kaygının zorlanmayla eşanlamlı kullanılmasından; kimi yerde endişe yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine endişe kavramına yer verilmesinden kaynaklanmaktadır.
Birçok araştırmacı gibi ben de bu iki kavramı birbirinden ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın tanımlarını ayrı ayrı verdim. Buna göre kaygı, elem doğrultusunda bir duygulanım durumudur. Bu duygulanım durumuyla zorlanma arasında bulunan ilişki iki biçimde olmaktadır. Dış ve iç ortamdan kaynaklı olan zararlı etkenler organizmanın değişik alanlarında, yapılarında zorlanma yaratır. Ruhsal alanda meydana gelen zorlanma belirtisi veya tepkisi, endişe düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre endişe düzeyi doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yükselir. Kaygı düzeyinin yükselmesi organizmanın öbür alanlarına, yapılarına, fonksiyonlarına yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezlerinin fonksiyonları aksar. Fizyolojik kaynaklı zararlı etken ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevlerini etkiler ve organizmayı zorlar. Yani endişe düzeyinin yükselmesi psikolojik kaynaklı zararlı etken olarak değerlendirme yapılır. Birçok yazar ve düşünür 20. yüzyıla ve bilhassa bu yüzyılın ikinci yarısına, "Kaygı Çağı" adını vermiştir.
Kaygı ve konsantrasyon bozukluğu
O zaman kaygının bütün dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz? Evet, bunu söyleyebiliriz. Evrensel boyutta bakarsak, endişe asıl olarak insanın defans işleyişini harekete geçiren bir çeşit uyum mekanizması, ama bazı zamanlar öylesine yoğunlaşıyor ki, patalojik ebatlara erişebiliyor.
Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce sorun anksiyete* kaygıyla başlıyor, sonra depresyon gelişiyor ve onun neticesinde da obsesyonlar meydana gelebiliyor. Eğer depresyon uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki kez panik atak geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor. Ve en önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlak suretle endişe izlemleniyor. Kaygılı kişiler hayatın her alanında ciddi anlamda bunu yaşıyor. Mesela işyerinde bu kaygıyı taşımış olduğu için işini kaybedebiliyor veya eşiyle sorunlar yaşıyor. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamında kayıplar geliyor. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla tanışmaktan da çekiniyor. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum.
Kürtajda Parça Kalması Nedir?
KÜRTAJDA PARÇA KALMASI NEDİR?
Kürtajda parça kalması gebeliğin tamamen sonlandırılmaması veya rahmin tam olarak temizlenememesi, özetle; gebelik materyalinden bir parçanın hastanın rahminin içerisinde kalması durumudur. Genelde kürtaj işlemi uygulandıktan sonra çok nadiren de olsa gebelik kesesi veya plasentanın küçük bir kısmının rahmin içinde kalması durumudur.Kürtaj işlemi sonrası yaklaşık olarak hastalarda %2-3 oranına rahim içinde gebelik ile alakalı parçalar kalabilmektedir. Eğer hastanın rahim için de bir miyom durumu mevzubahis ise veya rahim iç boşluğunda bir miyom varlığı var ise bu nedenden kaynaklı olarak normal anatomisinin bozuluşu hallerinde kürtaj işlemi uygulamasında parça kalması sorunu ortaya çıkar.
Kürtaj sonrası rahmin içinde kalan parçanın belirtileri nelerdir?
Hastaya kürtaj işlemi gerçekleştirilip gebelik sonlandırıldıktan sonrasındaki günler kanamalar gittikçe azalır ve kesilir çünkü 1 hafta içerisinde azıcık bir miktar kanama olur. Ama kürtaj işlemi sonrası rahmin içerisinde herhangi bir parça kalmışsa daha sonrasındaki günlerde kanamalarda azalış yerine artışlar görülür. Parça kalması halinde hastada parça biçiminde pıhtılar düşer veya normalden aşırı kanamalar meydana gelmektedir.
Bazı durumlarda da hasta kürtajdan sonranda küçük veya büyük parçalarda düşürebilir. Lakin rahim içinde gebelik ile alakalı bir parçanın olup bulunmadığı tam olarak tespit edilemiyorsa hastanın rahminin kasılışı için birtakım ilaçlar veya antibiyotikler verilir. Kürtaj işlemi sonrası hastada görülmekte olan ağrılar 1 ila 2 gün içerisinde geçer ama rahim içinde parça kalması halinde ağrılar daha uzun sürmektedir. Hatta bazı zamanlar bu ağrılar aynı adet sancıları ve krampları biçiminde görülebilir.
Mesela hasta da parça kalması halinde ağrılar ve kanamalar meydana gelmez fakat kürtajdan sonranda yapılmakta olan muayeneler de tesadüf eseri görülür. Genelde kürtaj işleminden sonra hastanın rahmin de kalan parçalar enfeksiyona veya başka bir komplikasyona sebep olmayışı için kürtaj olduktan 1 hafta sonra mutlak suretle kontrol muayenesine çağrılmaktadır. Bu muayene sırasında hastanın rahminin içerisinde parça kalmış ve buda ultrasonda belirlenmiş ise yeniden hastaya küçük bir teşebbüs ile içeride kalan parçalar temizlenir.
Ancak birtakım hallerde hastaya ilaç tedavisi verilir. Bilhassa kalan parçanın temizlenmesi işlemi kürtaj işleminden daha az zamanda çok kolay olarak yapılmaktadır. Ayrıca hasta için herhangi bir anestezi işlemine gereksinim duyulmamaktadır. Rahimde parça kalması eğer farkına varıldığında temizlenmesi halinde hastada kadın hastalıkları, adet düzenleri ve hamile kalma konuları ile alakalı olarak hiç bir sakınca bulunmamaktadır. Genelde küçük haftalarda uygulanılan kürtaj işlemlerinin sonrası hastada süren kanamalar ve kasık ağrıları oluşmasına neden olur.
Emziren anneler sütünü nasıl arttırabilir?
Emziren anneler sütünü nasıl arttırabilir?
Hamile bayanların ve bebeklerini emziren annelerin mevsimsiz yetişen hormonlu sebzeleri tüketmemek gerekiyor.Bunun yanında genleriyle oynanmış olan tohumlardan elde edilen mısır gibi ürünleri hamile bayanların ve emziren annelerin tüketmemelerinde fayda bulunur.
Emzirme süreci boyunca anneler acı ve acı içeren baharatları , zerdeçalı ve zencefili tüketmemelidirler.Çünkü bu ürünler vücut salgılarını azaltarak ; sütün miktarını ve kalitesini azalmasına neden olurlar.
EMZİRME DÖNEMİNDE SÜT ARTTIRICI BESİNLER
> Rezene, anason ve ısırganı karıştırarak çayını demleyin. Bu bitki çayı sütünüzü arttıracak hem de bebeğinizde gaz olma ihtimalini azaltacaktır.
> Dereotu, kıvırcık salata
> Kuru üzüm hoşafı
> Haşlanmış taze beyaz dut kurusu ya da taze beyaz dut
> Taze beyaz üzüm
> Bal kabağı, havuç
> Sahlep, boza
> Kuru soğan
> İncir (bunun yerine haşlanmış kuru incir suyu da içebilirsiniz)
> Çilek
> Doğal maden suyu, ılık içme suyu, malt içeceği
> Bol sulu besinlerle beslenin, bol sebzeli ve limonlu her türlü sebze çorbaları , süt arttırır ve sağlıklıdır. Her gün içebilirsiniz.
> Tahin pekmez ( aşırıya kaçmamak şartıyla tüketilebilir)
> Sumak, bakliyatlar
> Süt, limonata
> Emzirme süreci boyunca günlük 30 dakika yürüyüşü alışkanlık edinin .
İlgili aramalar: emziren anneler sütünü nasıl arttırır, anne sütünü arttıran besinler, süt arttıran gıdalar, süt arttıran yiyecekler
Hamile bayanların ve bebeklerini emziren annelerin mevsimsiz yetişen hormonlu sebzeleri tüketmemek gerekiyor.Bunun yanında genleriyle oynanmış olan tohumlardan elde edilen mısır gibi ürünleri hamile bayanların ve emziren annelerin tüketmemelerinde fayda bulunur.
Emzirme süreci boyunca anneler acı ve acı içeren baharatları , zerdeçalı ve zencefili tüketmemelidirler.Çünkü bu ürünler vücut salgılarını azaltarak ; sütün miktarını ve kalitesini azalmasına neden olurlar.
EMZİRME DÖNEMİNDE SÜT ARTTIRICI BESİNLER
> Rezene, anason ve ısırganı karıştırarak çayını demleyin. Bu bitki çayı sütünüzü arttıracak hem de bebeğinizde gaz olma ihtimalini azaltacaktır.
> Dereotu, kıvırcık salata
> Kuru üzüm hoşafı
> Haşlanmış taze beyaz dut kurusu ya da taze beyaz dut
> Taze beyaz üzüm
> Bal kabağı, havuç
> Sahlep, boza
> Kuru soğan
> İncir (bunun yerine haşlanmış kuru incir suyu da içebilirsiniz)
> Çilek
> Doğal maden suyu, ılık içme suyu, malt içeceği
> Bol sulu besinlerle beslenin, bol sebzeli ve limonlu her türlü sebze çorbaları , süt arttırır ve sağlıklıdır. Her gün içebilirsiniz.
> Tahin pekmez ( aşırıya kaçmamak şartıyla tüketilebilir)
> Sumak, bakliyatlar
> Süt, limonata
> Emzirme süreci boyunca günlük 30 dakika yürüyüşü alışkanlık edinin .
İlgili aramalar: emziren anneler sütünü nasıl arttırır, anne sütünü arttıran besinler, süt arttıran gıdalar, süt arttıran yiyecekler
24 Ekim 2014 Cuma
Hamilelikte Reflü
HAMİLELİKTE REFLÜ
Mide muhteviyatında mevcut olan sıvıların yukarıya doğru yani yemek borusuna doğru geriye kaçışı reflü olarak tanımlanır. Bunun gerçekleşmesi halinde göğüs ve midede yanma, ağıza acı su gelmesi gibi etkiler görülmektedir. Reflü rahatsızlığı normal kişilerde de görülebilmektedir. Lakin gebelik süreci boyunca daha fazla artış gösterir. Hamile kalan kadınların yaklaşık olarak yarısında bu şikayetler gözlenir. Gebelik süreci boyunca kadınların en fazla yakındıkları bir konudur.Gebelikte reflü neden olur?
Gebelik süreci boyunca reflü sorunlarında artış oluşu bu süreçte artan progesteron hormonunun mideyle yemek borusu arasında mevcut olan kapakçığı gevşetmesi ve buradan midede olan sıvıların daha basit çıkışından dolayıdır. Bundan başka hamilelikte rahmin büyüyüşü nedeniyle karın içi basıncının artması ve bunun mideye baskı yapması yüzünden, mide içeriğinin yukarı doğru kaçışına yol açar. Gebelik süreci boyunca meydana gelen reflü şikayetleri genel olarak doğumla beraber sona erer.
Gebelikte Reflü İçin Ne Yapılabilir?
Anne adayının öncelikli olarak reflüye sebep olabilecek birtakım yiyeceklerden uzak durması gerekir. Bu gıdalar arasında çikolata, çay, kahve, baharatlı besinler, yağlı yiyecekler, naneli besinler ve domates sayılabilir. Ayrıca doktorun tavsiyesi ile antiasit ilaçlar kullanılabilir. Anne adayları yemeklerini az ve sık öğünler halinde düzenlerlerse bu sıkıntıları daha az yaşarlar. Uzun süre aç kalarak, ağır yemekler yemek sıkıntıların artmasına yol açar. Bunların haricinde karın bölgesini sıkan giysilerden ve fazla kilo almaktan uzak durmak gerekir. Geceleri yüksek yastık kullanımı gerekir.
Hamilelikte Göbek Deliğinin Ağrıması
Hamilelikte Göbek Deliğinin Ağrıması
Gebelik ilerlediği müddetçe anne adaylarının görünümleri daha da farklı hale gelir. Bu süreç içerisinde bebek büyüdükçe anne karnı da büyür. Bu durum doğuma hazırlık manasına da gelmektedir. Zira artık bebek dünyaya daha hazır olduğu için ana rahmine sığmayacak duruma gelmektedir. Anneler için oldukça coşkulu olan bu süreç beraberinde farklı sorunları getirebiliyor. Lakin durum normal olduğu için kaygı etmeye gerek bulunmamaktadır.Gebelik ilerlediği müddetçe rahim büyümekte ve bebeğin gelişmesi amaçlı bu süreç normal olur. Lakin bu durumun neticesinde anne karnında da büyüme görülür. Ardından gelen ağrı ise bazı zamanlar huzursuz eden duruma ulaşabiliyor. Ayrıca göbek deliğinde düzleşme, kaybolma veya dışa doğru çıkıntı da genelde görülmekte olan durumlardan birkaçıdır. Bu durum rahmin meydana getirdiği basınç ile de meydana gelmektedir. Doğum gerçekleştikten sonra ise sorun kendi kendine düzelmektedir.
Göbek deliğindeki durumun düzelmeyişi veya aşırı çıkıntı oluşu ise fıtık belirtisi olabilmektedir. Aşırı şişme vi andıran anormalliklerde uzman doktora görünmek gerekmektedir . Böylelikle erken teşhis ile beraber problemin çözümü sağlanabilmektedir. Doğumdan sonra karında meydana gelen çatlaklar ve şekil bozulmalarını giderebilmek de olanaklı olur. Nemlendirici kullanmanın yanı sıra yeterince sıvı tüketmek bu konu hakkında faydalı olabiliyor. Ayrıca su tüketimi doğumdan sonra formun yeniden kazanılışı için de oldukça yararlı olan önlemlerdendir.
Hamilelikte Ağız Kuruluğu
HAMİLELİK DÖNEMİNDE AĞIZ KURULUĞU
Gebelik süreci boyunca kadınlarda ağız ve dudak kuruluğu, susuzluk hissi sıkça karşılaşılan şikâyetler arasında yer alır. Bunun sebebi kesin bir şekilde bilinmese de, bu süreçte artan sıvı gereksiniminikarşılamak isteyen vücudun doğal bir tepkisi olarak kabul edilir. Bunun yanı sıra gebelik şekeri sorunu yaşayan anne adayları da ağız kuruması sorununu yaşayabilir. Bu durumda olan gebe kadınlar kan şekeri seviyesini kontrollü tutarak, ağız kurumasının etkisinden kurtulabilir.Gebelikte ağız kuruluğunun belirtileri nelerdir?
Ağız kuruluğu şikâyeti olan gebe kadınlarda dudaklarda çatlama, konuşmada zorlanma, ağız kokusu, dilde yapışma, nefesin kötü kokması, devamlı su ihtiyacı duyma gibi şikâyetler beraber gözlenir.
Gebelikte ağız kuruluğu için neler yapılabilir?
Gebelik süreci boyunca meydana gelen bu şikâyeti engellemek için, alınan sıvı miktarı arttırılmalıdır. Ayrıca kadınların ağız hijyenine ehemmiyet vermesi gerekiyor. Yanınızda sürekli olarak küçük bir pet şişede su bulundurmak gerekir. Alkol ve sigara kullanma alışkanlığı olan gebe kadınların hem kendi, hem de bebeklerinin sağlıkları için bunları bırakması gerekir. Bu alışkanlıklar ağız kurumasına bile menfi olarak etki etmektedir. Bu süreçte kafein içeren kahve gibi içeceklerden ve yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Bunlarda ağız kuruması yapabilir. Ağız kuruluğu şikayeti olan anne adayları ağız temizliğine dikkat etmeli. Dişlerini günlük en az iki defa fırçalamalıdır. Alınan önlemlere rağmen ağız kuruması geçmediyse, anne adayının ağız ve diş sağlığı yönünden başka bir rahatsızlığı olabilir. Bu durumda doktora gitmek gerekiyor. Örneğin, burun tıkanık oluşu meydana getiren septum deviasyonu veya bunu andıran bir sorun oluşu halinde anne adayı ağızdan nefes alacağından, ağız kuruması ortaya çıkabilir.
Hamilelikte Nefes Darlığı Neden Olur?
Hamilelikte Nefes Darlığı Neden Olur?
Gebelik beraberinde birçok fiziksel değişimi getirmektedir. Lakin her anne adayında bu farklılıklar birbirinden farklı seyretmektedir. Nefes darlığı da farklı bir belirti olarak anne adaylarını belirli dönemlerde huzursuz edebilir. Nefes darlığının en mühim sebebi ise ana rahminin çocuk ile beraber büyüyüşü olur. Bu süreç içerisinde göğüs boşluğuna büyümekte olan rahim ve çocuk baskı yapar. Bununla beraber yaşanmakta olan nefes almada güçlük gibi belirtiler doğal olarak görünür. Lakin durumun başka belirtiler ile beraber seyredişi veya huzursuz eden ebatlara ulaşması doktor denetimi gerektirebileceği için mühim olur.
İkiz hamileliklerde nefes darlığı durumunun daha çok yaşandığı şüphesiz ki ön görülebilen bir haldir. Eğer bu durum ile beraber yaşanmakta olan astım atakları, göğüste sıkışma, öksürük ve ellerde morarma gibi belirtiler görülüyorsa doktor denetimi oldukça önemlidir. Nefes darlığı ile beraber ateş , çarpıntı , göğüs ağrısı , ellerde morarma şikayetleri beraber olursa sağlık merkezine başvurun.
Kalp hastalıkları ve astım ise gebelik için sorun yaratan rahatsızlıklar arasında yerini koruyor. Bundan ötürü bu yönde şikâyetleri olan kişilere gebelik öncesinde, esnasında ve sonrası doktor kontrolleri önerilir. Ayrıca bu şekilde geçirilmiş olan hamilelikler de oldukça riskli olduğu için tehlikenin düzeyi hem anne hem de çocuk için artar. İlaç kullanımları da lazım olan bu rahatsızlıklarda doktor denetimi ile beraber sorun asgariye indirilmekte ve böylelikle hamilelik riskli durumları de azaltılmaktadır. Bunun yanı sıra bunlar daha sonra meydana gelebilecek rahatsızlıklar olduğu için bilinç sahibi olmak hayat kurtarmak manasına da gelebilen bir haldir.
Gebelik beraberinde birçok fiziksel değişimi getirmektedir. Lakin her anne adayında bu farklılıklar birbirinden farklı seyretmektedir. Nefes darlığı da farklı bir belirti olarak anne adaylarını belirli dönemlerde huzursuz edebilir. Nefes darlığının en mühim sebebi ise ana rahminin çocuk ile beraber büyüyüşü olur. Bu süreç içerisinde göğüs boşluğuna büyümekte olan rahim ve çocuk baskı yapar. Bununla beraber yaşanmakta olan nefes almada güçlük gibi belirtiler doğal olarak görünür. Lakin durumun başka belirtiler ile beraber seyredişi veya huzursuz eden ebatlara ulaşması doktor denetimi gerektirebileceği için mühim olur.
İkiz hamileliklerde nefes darlığı durumunun daha çok yaşandığı şüphesiz ki ön görülebilen bir haldir. Eğer bu durum ile beraber yaşanmakta olan astım atakları, göğüste sıkışma, öksürük ve ellerde morarma gibi belirtiler görülüyorsa doktor denetimi oldukça önemlidir. Nefes darlığı ile beraber ateş , çarpıntı , göğüs ağrısı , ellerde morarma şikayetleri beraber olursa sağlık merkezine başvurun.
Kalp hastalıkları ve astım ise gebelik için sorun yaratan rahatsızlıklar arasında yerini koruyor. Bundan ötürü bu yönde şikâyetleri olan kişilere gebelik öncesinde, esnasında ve sonrası doktor kontrolleri önerilir. Ayrıca bu şekilde geçirilmiş olan hamilelikler de oldukça riskli olduğu için tehlikenin düzeyi hem anne hem de çocuk için artar. İlaç kullanımları da lazım olan bu rahatsızlıklarda doktor denetimi ile beraber sorun asgariye indirilmekte ve böylelikle hamilelik riskli durumları de azaltılmaktadır. Bunun yanı sıra bunlar daha sonra meydana gelebilecek rahatsızlıklar olduğu için bilinç sahibi olmak hayat kurtarmak manasına da gelebilen bir haldir.
23 Ekim 2014 Perşembe
Gebelikte Nedensiz Ağlamalar
Gebelikte Ağlama Krizi
Gebelikte kadınların vücutları büyük bir farklılık haline girmektedir. Bu süreçte bütün vücut kendisini bebeğe ve sonrası yaşanacaklara hazırlamaktadır. Hormonsal farklılıklar ile beraber kimi kadın için hamilelik psikolojik bir bunalım haline gelmektedir. Duygusal hallerde aşırı iniş ve çıkışlar da belirli dönemlerde yaşanmaktadır. Ayrıca bu halden rahatsız olan kadınlar için psikologlar da hizmet vermekte ve danışmanlık yapar. Doğumdan sonranda emzirme için de hormonların vücudu hazırlandığını unutmamak bu süreç de mühim bir durum olarak ortaya çıkar.
Gebelikte nedensiz ağlamalar
Hormon değişikliklerinden dolayı anne adayları sebepsiz yere ağlama krizlerine girebiliyor. Anne olmaktan ötürü yaşanmakta olan endişe, korku veya üzüntü gibi değişken duygular bu süreçte yaşanabilmektedir. Bu nedenle duyulan rahatsızlıklar oldukça normal olur. Lakin sıklıkların artması veya ağlama nöbetlerinin günlük hayata mani oluşu birçok kişiyi sıkıntı haline sokar. Bu hallerde anne adayının uzman bir doktora görünmesi olanaklı olabilmektedir. Gebelik depresyonu olabilecek bu durum menfi neticeler doğurabileceğinden aşırı durumları göz önünde bulundurmak faydalı olur.
Annenin ağlaması bebeği etkiliyor mu?
Gebelikte görülebilecek doğal ağlama nöbetleri bebeğe zarar vermez. Tehlikeli ebatlara varmadığı müddetçe annenin ağlaması duygusal olarak da stresini azaltacaktır. Bu konuda anne adaylarının kaygısı bir ölçüde yersiz olur. Lakin endişe deformitesi (bozukluğu) veya aşırı üzüntünün eşlik ettiği ağlamalar tehlikeli ebatlara ulaşabilmektedir. Ayrıca annenin bu süreç içerisinde kafi gıda ve sıvı almaması, yaşama sevincini hissetmemesi de depresyon belirtilerinden olur. Bu gibi durumların eşlik ettiği ağlamalar ve krizler baş gösterdiğinde uzmanlardan yardım almak gerekli olur. Ayrıca depresyon belirtilerinden biri olarak bu hallerde dışarı çıkma ve yemek yemek isteği de azalmaktadır Bu tür davranışlar ise hem annenin hem de bebeğin sağlığını tehlikeye atmaktadır.
Günümüze gelindiğinde hamileyken psikiyatriste gitme hususunda da kaygılara gerek bulunmaz. İlaç tedavisi olmadan da hamilelik depresyonu hususunda çözümler bulunuyor. Bunun sayesinde anne de kendisini doğumdan sonra için başarılı bir şekilde hazırlama fırsatını da elde etmiş oluyor. Ayrıca hamilelikte vedan sonra için aşırı endişe duymak bebeği de menfi şekilde etkileyebileceğinden uzman yardımı faydalı olabilmektedir.
İlgili aramalar: gebelikte nedensiz ağlama, hamilelikte durduk yere ağlama, hamileyken sebepsiz ağlamalar
Gebelikte kadınların vücutları büyük bir farklılık haline girmektedir. Bu süreçte bütün vücut kendisini bebeğe ve sonrası yaşanacaklara hazırlamaktadır. Hormonsal farklılıklar ile beraber kimi kadın için hamilelik psikolojik bir bunalım haline gelmektedir. Duygusal hallerde aşırı iniş ve çıkışlar da belirli dönemlerde yaşanmaktadır. Ayrıca bu halden rahatsız olan kadınlar için psikologlar da hizmet vermekte ve danışmanlık yapar. Doğumdan sonranda emzirme için de hormonların vücudu hazırlandığını unutmamak bu süreç de mühim bir durum olarak ortaya çıkar.
Gebelikte nedensiz ağlamalar
Hormon değişikliklerinden dolayı anne adayları sebepsiz yere ağlama krizlerine girebiliyor. Anne olmaktan ötürü yaşanmakta olan endişe, korku veya üzüntü gibi değişken duygular bu süreçte yaşanabilmektedir. Bu nedenle duyulan rahatsızlıklar oldukça normal olur. Lakin sıklıkların artması veya ağlama nöbetlerinin günlük hayata mani oluşu birçok kişiyi sıkıntı haline sokar. Bu hallerde anne adayının uzman bir doktora görünmesi olanaklı olabilmektedir. Gebelik depresyonu olabilecek bu durum menfi neticeler doğurabileceğinden aşırı durumları göz önünde bulundurmak faydalı olur.
Annenin ağlaması bebeği etkiliyor mu?
Gebelikte görülebilecek doğal ağlama nöbetleri bebeğe zarar vermez. Tehlikeli ebatlara varmadığı müddetçe annenin ağlaması duygusal olarak da stresini azaltacaktır. Bu konuda anne adaylarının kaygısı bir ölçüde yersiz olur. Lakin endişe deformitesi (bozukluğu) veya aşırı üzüntünün eşlik ettiği ağlamalar tehlikeli ebatlara ulaşabilmektedir. Ayrıca annenin bu süreç içerisinde kafi gıda ve sıvı almaması, yaşama sevincini hissetmemesi de depresyon belirtilerinden olur. Bu gibi durumların eşlik ettiği ağlamalar ve krizler baş gösterdiğinde uzmanlardan yardım almak gerekli olur. Ayrıca depresyon belirtilerinden biri olarak bu hallerde dışarı çıkma ve yemek yemek isteği de azalmaktadır Bu tür davranışlar ise hem annenin hem de bebeğin sağlığını tehlikeye atmaktadır.
Günümüze gelindiğinde hamileyken psikiyatriste gitme hususunda da kaygılara gerek bulunmaz. İlaç tedavisi olmadan da hamilelik depresyonu hususunda çözümler bulunuyor. Bunun sayesinde anne de kendisini doğumdan sonra için başarılı bir şekilde hazırlama fırsatını da elde etmiş oluyor. Ayrıca hamilelikte vedan sonra için aşırı endişe duymak bebeği de menfi şekilde etkileyebileceğinden uzman yardımı faydalı olabilmektedir.
İlgili aramalar: gebelikte nedensiz ağlama, hamilelikte durduk yere ağlama, hamileyken sebepsiz ağlamalar
Mitokondri Nedir? Mitokondrinin Görevleri Nelerdir?
MİTOKONDRİ
Mitokondriler için hücrenin enerji santralleridir diyebiliriz. Mitokondrilerde, yağ asidi yıkımı, sitrat siklusu ile üre siklusunun birtakım bölümleri ve bilhassa solunum zinciri ve buna bağlı ATP bireşimi olaylanır. Mitokondrinin jel kıvamında matriksinde adı geçen sentezler için lazım olan enzim bulunmaktadır. Aminoasit (Glutamin asidi, Citrulin) ya da steroidhormonların biyosentezleri de, mitokondrilerde ikincil işlev olarak kabul edilir. Bu çok yönlü ve mühim işlemler, hücre başına isabet olan mitokondri sayısı ile ilişiktir. Mitokondri işlevi, aktif taşıma ile yakınen ilgilidir. Ca2+ Mg2+ ve K+ iyonları mitokondrideki yoğunluk düşüşüne bağlı bir şekilde içeri alınmaktadır. Bu değiş tokuşta anyon ya da H+ iyonları serbest bırakılır. Mitokondriler kanalı ile olan aktif iyon hareketi, hücre işlevinin denetimi için önemlidir. Mitokondriler birçoğu kez, hücrenin yönlendirilir iyon sistemi olarak kabul edilir. Bir memeli hayvan karaciğer hücresinde 1 000-1 500 mitokondri bulunmaktadır. Az beslenme hallerinde bu sayı 500-700'e iner. Çizgili bir kas hücresinde, kasın çalışıp çalışmaması ile mitokondri sayısı değişir. Çalışan kasdaki sayı fazladır. Bu da Enerji kazanımı için var olan enzimin artma ya da azalması ile ilgilidir. Bu durum hücrenin protein işlevinin yüzde 30'udur. Daha büyük hücrelerde bu sayı beşyüzbine çıkar (dev amip).
Mitokondriler fonksiyonlarına bağlı bir şekilde küre, çubuk ve dallı ipliğimsidir. Büyüklükleri 0,5 x 0,5 x 1 ila 1 x 1 x 5 um arasında olur.
Mitokondri örtüsü genel olarak 7-10 nm kalınlığında iki membrandan olmaktadır. İkisi arasında perimitokondrial alan bulunur. Dış membran bazı zamanlar ER-sisternalarına bağlı oldukça iyi geçirgendir (hatta disakkaridleri bile geçirir).
İç membran fazlaca sayıda girintiye maliktir. Genelde "CRISTA" denilen yaprağa benzeyen, bazı zamanlar tüp gibi (memeli hayvan hücresinde), bitkilerde cep biçiminde "SACCULI" denilen oluşumlar bulunur. Geçirgen olmaz ve yalnızca belirli birtakım moleküller için geçirgendir (Mol. ağırlığı <>
Mitokondri matriksi sitrat siklüsü ve yağ asidi oksidasyonu enzimlerini ihtiva eder. İç kısımlarda örneğin piruvat, karboksilleşir ya da solunumda dekarboksilleşir; burada mitokondrial biyosentezlerin birçoğu olaylanır. Mitokondri matrikslerinde DNA, RNA(tRNA, rRNAb rRNA2), mRNA ve Ribozomlar (70S) bulunmaktadır. Mitokondri, DNA-replikasyonu, transkripsiyon ve protein biyosentezi yapmaktadır. Mitokondrideki DNA miktarı hücrede bulunanın fakat yüzde 0.2'si kadar olur. Mitokondri iç membranındaki enzimlerin kısmen mitokondriyal DNA tarafı ile şifrelendiği kabul edilir. Bira mayası hücresinde bulunan sitokrom a, a3, b ve cl'in mitokondriyal DNA tarafı ile belirlenmiş olduğu kanıtlanabilir. Mitokondri matriksinde 5 ila 10 DNA molekülü bulunmaktadır. Mitokondrial DNA (mtDNA) hayvan hücresinde küçük olup en çok 2-3 düzine proteini şifrelemektedir. Bitki hücresi mtDNA'sı oldukça iridir. İnsanın mtDNA'sı, rRNA molekülü, 22 farklı tRNA türü ve 13 farklı proteini şifrelemektedir. Bunlardan 5 protein tespit edilemilmiştir.
Mitokondriler fakat birkaç gün yaşamaktadır. Enine bölünme ile çoğalmaktadır. Bunlar embriyonal hücrelerdeki promitokondrilerden de gelişir ve çok küçük vesiküller olup yoğun matriksli, çift membranlıdır. İç membranlarında zaman içerisinde cristalar gelişir. Promitokondriler, bölünme ile kendilerinden ve tomurcuklanma ile gelişmiş mitokondrilerden olmaktadır. Mitokondrinin ortalama olarak ömrü, hücreye göre daha azdır. Karaciğer hücre mitokondrileri 7-10 gün yaşamaktadır.
Mitokondriler birazcık da olsa kalıtsal bilgiye maliktir. Eşeysel çoğalmada mitokondriyal bilgi değişmemektedir. Yumurta hücreleri mitokondri ya da promitokondrileri döle nakleder. Hayvan sperması oluşumunda birçok mitokondri bir iplik şeklini alır. Memeli hayvan sperminin orta bölümünde, 4 tane iplik mitokondri helezonik bir şekilde bulunmaktadır.
Hücre Çekirdeği
Hücre Çekirdeği (Nukleus, Karyon)
Çekirdek hücrede depo ve genetik bilgi arşivi görevlerini yerine getirir. Genetik bilgi çift dizinli DNA moleküllerinde depolanır. Burada DNA kopyalanması (iki misline çıkma) olmaktadır. RNA bireşimi ile genetik zincirleri burada başlamaktadır. Çekirdeğin inferfaz, mitoz ve çalışma halleri bulunur. Interfaz çekirdeğinde kromozomların DNA'sı iki misline çıkmaktadır.
Hücre Çekirdeğinin Yapısı
Çalışma çekirdeği ve inferfaz çekirdeğinde RNA bireşimi olmaktadır. Genelde küre biçiminde olan çekirdek hücredeki en büyük organeldir. Elastik olup, hücre yapısına bağlı bir şekilde biçimlenir. Elektron mikroskobik izlemlerden çekirdeğin bir kılıfla sarılmış olduğu izlenmektedir. Bu bir iç, bir de dış membrandan olmaktadır. İki membran arasında bulunan boşluk 20-50 nm'dir. Membran fazlaca sayıda çekirdek poruna sahip olup endoplazmik retikülumun bir bölümüdür. Porlarla kesintiye uğrar. Makromoleküller porlar kanalı ile çekirdek sitoplazması (karyoplazma) ile sitoplazma arasında gidip gelirler. Karyoplazma protein ve nukleikasit (RNA ve DNA) ihtiva eder. Çekirdek, hücredeki bütün yaşamsal olayları düzenler. DNA bölgeleri boyanabilir ve buralara Kromatin denilir. Kromatin, hücre bölünmesi olayında, çekirdek bölünmesi safhasında, kromozomları teşkil eder. Hücre çekirdekleri, "SİTO-İSKELET" yapıları, yani bir nevi çekirdek iskeletini de ihtiva eder. Bu yapı kromatin ile ilişkidedir: Kromozomlar çekirdek iskeletine asılıdır. Çekirdek örtüsünün gerçek yeni oluşumu, çekirdek bölünmesinden sonra, çekirdek iskeletinin kenarda mevcut olan bölümleri tarafından gerçekleşmektedir.
Karyoplazmada bilhassa iyi boyanan ve yüksek miktarda RNA içeren bir kısım bulunmaktadır. Buna çekirdekçik (Nukleolus) denilir. Sayısı bir ya da daha fazla olabilir. Ribozomal RNA sentezinde rolü bulunur. Burada büyük RNA molekülleri sentezlenir. Çekirdekçik sitoplazmik ribozomların oluşumuna katılır.
İnsandaki alvuyarlar, gelişim süreçleri içinde çekirdeklerini kaybetmektedir. İskelet kası hücreleri ile kemik dokudaki dev kemik hücrelerinde (osteoklast) ise birden fazla çekirdek bulunur.
Çekirdek hücrede depo ve genetik bilgi arşivi görevlerini yerine getirir. Genetik bilgi çift dizinli DNA moleküllerinde depolanır. Burada DNA kopyalanması (iki misline çıkma) olmaktadır. RNA bireşimi ile genetik zincirleri burada başlamaktadır. Çekirdeğin inferfaz, mitoz ve çalışma halleri bulunur. Interfaz çekirdeğinde kromozomların DNA'sı iki misline çıkmaktadır.
Hücre Çekirdeğinin Yapısı
Çalışma çekirdeği ve inferfaz çekirdeğinde RNA bireşimi olmaktadır. Genelde küre biçiminde olan çekirdek hücredeki en büyük organeldir. Elastik olup, hücre yapısına bağlı bir şekilde biçimlenir. Elektron mikroskobik izlemlerden çekirdeğin bir kılıfla sarılmış olduğu izlenmektedir. Bu bir iç, bir de dış membrandan olmaktadır. İki membran arasında bulunan boşluk 20-50 nm'dir. Membran fazlaca sayıda çekirdek poruna sahip olup endoplazmik retikülumun bir bölümüdür. Porlarla kesintiye uğrar. Makromoleküller porlar kanalı ile çekirdek sitoplazması (karyoplazma) ile sitoplazma arasında gidip gelirler. Karyoplazma protein ve nukleikasit (RNA ve DNA) ihtiva eder. Çekirdek, hücredeki bütün yaşamsal olayları düzenler. DNA bölgeleri boyanabilir ve buralara Kromatin denilir. Kromatin, hücre bölünmesi olayında, çekirdek bölünmesi safhasında, kromozomları teşkil eder. Hücre çekirdekleri, "SİTO-İSKELET" yapıları, yani bir nevi çekirdek iskeletini de ihtiva eder. Bu yapı kromatin ile ilişkidedir: Kromozomlar çekirdek iskeletine asılıdır. Çekirdek örtüsünün gerçek yeni oluşumu, çekirdek bölünmesinden sonra, çekirdek iskeletinin kenarda mevcut olan bölümleri tarafından gerçekleşmektedir.
Karyoplazmada bilhassa iyi boyanan ve yüksek miktarda RNA içeren bir kısım bulunmaktadır. Buna çekirdekçik (Nukleolus) denilir. Sayısı bir ya da daha fazla olabilir. Ribozomal RNA sentezinde rolü bulunur. Burada büyük RNA molekülleri sentezlenir. Çekirdekçik sitoplazmik ribozomların oluşumuna katılır.
İnsandaki alvuyarlar, gelişim süreçleri içinde çekirdeklerini kaybetmektedir. İskelet kası hücreleri ile kemik dokudaki dev kemik hücrelerinde (osteoklast) ise birden fazla çekirdek bulunur.
Hücre Çeperi
Hücre Çeperi ve Hücre Çeperinin Yapısı
Hücre çeperi, bitki hücrelerinde görülmektedir. Yalnız bitkilerin eşey hücrelerinde olmamaktadır. Onlarda hayvan hücresi gibi plazmalema bulunur. Lakin döllenmenin akabinde, hücre, yüzeyine ince ve jel kıvamında bir madde salgılar. Bu madde primordial çeper'i (ilk çeper) oluşturur ve içinde Pektin bulunmaktadır. Pektinler, birbirleriyle iyonlarla bağlanan, uzun zincirli karbonhidrat moleküllerinden ortaya çıkmaktadır. Hücre bölünmesinde meydana gelen yeni hücreleri birbirinden ayıran bu ilk çeper, iki hücreyi yan yana tutan orta lameldir. Pektinlerin temel yapıtaşı galakturon asididir. Pektin asidi çok zayıftır. Pektin kolaylıkla şişebilir. Hücre çeperindeki başka bir madde hemiselülözdür. Bunlar hücre çeperinin yapısına katıldıkları gibi, depo maddesi olarak işlev yapmaktadır.
Hücre Çeperinin Özellikleri
Her oğul hücre, yeni çeper materyalini ilk çepere yığmaya başlamaktadır. Bu yığım neticesinde ilkin çeper(primer çeper) olmaktadır. Bu çeperde pektinlerin oluşturmuş olduğu ana madde içinde dağılan, düzensiz mikrofibriller yer alır. İlkin çeperin bu yapısına dağınık yapı ya da dağınık tekstür denir .
Mikrofibriller selüloz'dan yapılmıştır. Bir selüloz molekülü, birbirlerine bağlı 10 000 glikoz molekülünden olmaktadır. Böyle bir iplik molekülü 4 um uzunluğa ulaşabilir. Yaklaşık 2000 ipliğimsi selüloz molekülü, bir mikrofibril demeti yapmaktadır. Bu demetler bitki hücre çeperinin yapı birimidir. Selülozun zincir ya da iplik molekülleri doğada serbest halde hiç bulunmaz ve zincirde ağ demeti biçimindedir. Bu birliğin çoğu bölümü kristalindir. Mantar hücre çeperinde yapı maddesi olarak ya selüloz veya kitin bulunur.
Oğul hücreler büyüdüklerinde elastik olan primer çeper de genişlemektedir. İlkin çeper bu genişlemede incelemez; zira devamlı yeni mikrofibril tabakaları birikmektedir. Kesin hücre büyüklüğüne ulaşılınca, hücre çeperinin enine büyüyüşü de durur. İlkin çeperin üzerine ikincil (sekonder) çeper oturur. Bu çeperdeki mikrofibrillerin birikimi tabaka biçimindedir ve ışık mikroskobu ile izlenmektedir. Burada mikrofibriller paralel olduğu için paralel yapı (paralel tekstür)'dan bahsedilir. Enine büyüme esnasında lignin ya da suberin gibi maddeler ikincil çepere birikmektedir. Odunlaşan hücre çeperleri, yüksek basınç ve çekmeye karşı dayanıklılık kazanır. Kuvvetli olan ikincil çeper, hücre içerisine doğru genelde ince bir tabaka ile sarılır. Bu tabakaya üçüncül (tersiyer) çeper denilir. İlkin çeper gibi pektin temel maddesinden olmaktadır. Bunların içinde fibriller bulunur. İlkin çeperin tersine fibriller burada paraleldir. Yani ikincil çeper gibi paralel yapı göstermektedirler. Tersiyer çeperin, ikincil çeper lamellerinin meydana geldiği yer oluşu muhtemeldir.
Hücre çeperi, bitki hücrelerinde görülmektedir. Yalnız bitkilerin eşey hücrelerinde olmamaktadır. Onlarda hayvan hücresi gibi plazmalema bulunur. Lakin döllenmenin akabinde, hücre, yüzeyine ince ve jel kıvamında bir madde salgılar. Bu madde primordial çeper'i (ilk çeper) oluşturur ve içinde Pektin bulunmaktadır. Pektinler, birbirleriyle iyonlarla bağlanan, uzun zincirli karbonhidrat moleküllerinden ortaya çıkmaktadır. Hücre bölünmesinde meydana gelen yeni hücreleri birbirinden ayıran bu ilk çeper, iki hücreyi yan yana tutan orta lameldir. Pektinlerin temel yapıtaşı galakturon asididir. Pektin asidi çok zayıftır. Pektin kolaylıkla şişebilir. Hücre çeperindeki başka bir madde hemiselülözdür. Bunlar hücre çeperinin yapısına katıldıkları gibi, depo maddesi olarak işlev yapmaktadır.
Hücre Çeperinin Özellikleri
Her oğul hücre, yeni çeper materyalini ilk çepere yığmaya başlamaktadır. Bu yığım neticesinde ilkin çeper(primer çeper) olmaktadır. Bu çeperde pektinlerin oluşturmuş olduğu ana madde içinde dağılan, düzensiz mikrofibriller yer alır. İlkin çeperin bu yapısına dağınık yapı ya da dağınık tekstür denir .
Mikrofibriller selüloz'dan yapılmıştır. Bir selüloz molekülü, birbirlerine bağlı 10 000 glikoz molekülünden olmaktadır. Böyle bir iplik molekülü 4 um uzunluğa ulaşabilir. Yaklaşık 2000 ipliğimsi selüloz molekülü, bir mikrofibril demeti yapmaktadır. Bu demetler bitki hücre çeperinin yapı birimidir. Selülozun zincir ya da iplik molekülleri doğada serbest halde hiç bulunmaz ve zincirde ağ demeti biçimindedir. Bu birliğin çoğu bölümü kristalindir. Mantar hücre çeperinde yapı maddesi olarak ya selüloz veya kitin bulunur.
Oğul hücreler büyüdüklerinde elastik olan primer çeper de genişlemektedir. İlkin çeper bu genişlemede incelemez; zira devamlı yeni mikrofibril tabakaları birikmektedir. Kesin hücre büyüklüğüne ulaşılınca, hücre çeperinin enine büyüyüşü de durur. İlkin çeperin üzerine ikincil (sekonder) çeper oturur. Bu çeperdeki mikrofibrillerin birikimi tabaka biçimindedir ve ışık mikroskobu ile izlenmektedir. Burada mikrofibriller paralel olduğu için paralel yapı (paralel tekstür)'dan bahsedilir. Enine büyüme esnasında lignin ya da suberin gibi maddeler ikincil çepere birikmektedir. Odunlaşan hücre çeperleri, yüksek basınç ve çekmeye karşı dayanıklılık kazanır. Kuvvetli olan ikincil çeper, hücre içerisine doğru genelde ince bir tabaka ile sarılır. Bu tabakaya üçüncül (tersiyer) çeper denilir. İlkin çeper gibi pektin temel maddesinden olmaktadır. Bunların içinde fibriller bulunur. İlkin çeperin tersine fibriller burada paraleldir. Yani ikincil çeper gibi paralel yapı göstermektedirler. Tersiyer çeperin, ikincil çeper lamellerinin meydana geldiği yer oluşu muhtemeldir.
Plazmalema Nedir?
PLAZMALEMA
Hücre sitoplazmasını dışarıdan saran membrana denilir. Plazmalema, hücrenin dışı ile ilişkilerde hem engel, hem de aracıdır. Bu görevlerine çok iyi uymaktadır. Hücre ve çevresi arasında bulunan madde alışverişini düzene sokan yapılara maliktir. Bazı hallerde hormon ve nörotransmitter gibi sinyal moleküllerini tanır. Bunun için gerekli reseptörlere(almaç) maliktir. Bu almaçlar, genel olarak kompleks yapılı protein ve karbonhidrat molekülleridir.
Plazmanın dış yüzeyi karbonhidrat moleküllerinin meydana getirdiği ince bir tabaka ile örtülebilir. Bu glikojen benzeri moleküller, membranın lipid ve protein moleküllerine bağlı olabilir. Buna göre "Glikol ipid" ya da "Glikoprotein" den bahsedilir. Bu tabakanın adına "Glikokaliks" denir . Gevşek ve lifli ağsı bir yapı gibi görünmektedir. Glikokaliks alyuvarlarda kan grubu antijenlerini yapabilir. Ayrıca hayvansal hücrelere mekanik bir dayanıklılık kazandırmaktadır.
Hücre sitoplazmasını dışarıdan saran membrana denilir. Plazmalema, hücrenin dışı ile ilişkilerde hem engel, hem de aracıdır. Bu görevlerine çok iyi uymaktadır. Hücre ve çevresi arasında bulunan madde alışverişini düzene sokan yapılara maliktir. Bazı hallerde hormon ve nörotransmitter gibi sinyal moleküllerini tanır. Bunun için gerekli reseptörlere(almaç) maliktir. Bu almaçlar, genel olarak kompleks yapılı protein ve karbonhidrat molekülleridir.
Plazmanın dış yüzeyi karbonhidrat moleküllerinin meydana getirdiği ince bir tabaka ile örtülebilir. Bu glikojen benzeri moleküller, membranın lipid ve protein moleküllerine bağlı olabilir. Buna göre "Glikol ipid" ya da "Glikoprotein" den bahsedilir. Bu tabakanın adına "Glikokaliks" denir . Gevşek ve lifli ağsı bir yapı gibi görünmektedir. Glikokaliks alyuvarlarda kan grubu antijenlerini yapabilir. Ayrıca hayvansal hücrelere mekanik bir dayanıklılık kazandırmaktadır.
Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar
Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar
Obezite tedavisinde ya da kilo verilmesi için geliştirilecek ilaçların üç metoddan biri ya da ikisi üzerinde tesirli oluşu gerekmektedir. Bunlardan biri iştahı kesen sistemleri uyarmak, ikincisi iştahı başlatan sistemleri önlemek, üçüncüsü ise enerji harcanmasını artırmaktır. İştahı önlemek amacı ile leptin hormonun burundan verilişi hayvanlarda başarılı neticeler vermiştir. Lakin insanlar üzerinde henüz denenmemiştir. Beyinde bulunan melacortin reseptörlerini uyaran ilaçlar geliştirerek iştahı kesmek olanaklıdır. Bu konuda yapılmakta olan çalışmalarda bu ilaçların iştahı kestiği, fakat yan tesir olarak ereksiyon yapmış olduğu saptanmış ve bu defa bu alanda kullanılmaları için çalışmalara başlanmıştır.
Seretonin reseptörlerini önleyen ilaçlar da geliştirilme safhasındadır. Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan amilin ve exenatide (glukagon like peptid-1) içeren ilaçların kilo verdirdiği saptanmıştır ve bu konu hakkında incelemeler yapılmaktadır. Oxyntomodulin kimyasal muhteviyatlı bir ilaçla kilo verilişi başarılı neticeler vermiştir ve üzerinde hali hazırda çalışılıyor.
Rimonabant isminde kimyasal muhteviyatı olan bir ilaç üzerinde çalışmalar yapılmakta ve bu ilacın iştahı keserek ve başka sistemlerle kilo verdirdiği gösterilmiştir. Yapılan çalışmalar tek bir ilacın obezite tedavisinde kafi olmayacağını, aynen hipertansiyon tedavisinde olduğu şekilde farklı mekanizmalara tesir eden iki ya da daha fazla ilacın kullanılışının gerektiğini göstermektedir. Yakın gelecekte bu tür tedavilerin başlayacağını beklemekteyiz.
Obezite tedavisinde ya da kilo verilmesi için geliştirilecek ilaçların üç metoddan biri ya da ikisi üzerinde tesirli oluşu gerekmektedir. Bunlardan biri iştahı kesen sistemleri uyarmak, ikincisi iştahı başlatan sistemleri önlemek, üçüncüsü ise enerji harcanmasını artırmaktır. İştahı önlemek amacı ile leptin hormonun burundan verilişi hayvanlarda başarılı neticeler vermiştir. Lakin insanlar üzerinde henüz denenmemiştir. Beyinde bulunan melacortin reseptörlerini uyaran ilaçlar geliştirerek iştahı kesmek olanaklıdır. Bu konuda yapılmakta olan çalışmalarda bu ilaçların iştahı kestiği, fakat yan tesir olarak ereksiyon yapmış olduğu saptanmış ve bu defa bu alanda kullanılmaları için çalışmalara başlanmıştır.
Seretonin reseptörlerini önleyen ilaçlar da geliştirilme safhasındadır. Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan amilin ve exenatide (glukagon like peptid-1) içeren ilaçların kilo verdirdiği saptanmıştır ve bu konu hakkında incelemeler yapılmaktadır. Oxyntomodulin kimyasal muhteviyatlı bir ilaçla kilo verilişi başarılı neticeler vermiştir ve üzerinde hali hazırda çalışılıyor.
Rimonabant isminde kimyasal muhteviyatı olan bir ilaç üzerinde çalışmalar yapılmakta ve bu ilacın iştahı keserek ve başka sistemlerle kilo verdirdiği gösterilmiştir. Yapılan çalışmalar tek bir ilacın obezite tedavisinde kafi olmayacağını, aynen hipertansiyon tedavisinde olduğu şekilde farklı mekanizmalara tesir eden iki ya da daha fazla ilacın kullanılışının gerektiğini göstermektedir. Yakın gelecekte bu tür tedavilerin başlayacağını beklemekteyiz.
22 Ekim 2014 Çarşamba
Beyin Tümörü Nedir?
BEYİN TÜMÖRÜ
Beyinde bulunan normal hücrelerin anormal hale gelerek büyüyüşü neticesinde iyi huylu ve kötü huylu olarak kitleler haline gelen oluşumlar beyin tümörleri olarak nitelendirilmektedirler. Bu sonradan meydana gelen parça kafatası içi basıncının artmasına sebep olarak beyin üzerine baskı yapmaya başlar ve bazı kötü belirtiler gösterir.
Beyin baskı altında normal yapısını kaybederek fonksiyonlarını yerine getiremez hale gelir ve başlıca; baş ağrısı, epilepsi benzeri bayılmalar, vücudun birtakım bölgelerinde kısmi felçler, şiddetli kusmalar, birtakım fiziksel yeteneklerin kaybı ve kişilik deformiteleri (bozuklukları) gibi belirtiler ile kendisini gösterir.
Nasıl Acıkırız?
Nasıl Acıkırız?
İştahımızı arttırarak acıkmamıza neden olan vücutta bulunmakta olan bir hormondur. Ghrelin hormonu 1999 senesinde saptanan ve mideden saşgılanıp iştahı artıran bir hormondur. Ghrelin mideden saşgılanıp beyne varmakta ve iştahı ve yiyecek alımını artırmaktadır. Bu nedenle Ghrelin yemek yemeyi artıran bir hormon olarak anılmaktadır. Leptin hormonu gibi obeziteyle yakından ilgili oluşu nedeniyle ghrelin hormonu üzerinde son 6 sene içinde 2000'e yakın çalışma yapılmış ve son olarak obezite tedavisinde aşıyla ilgili çalışmaların konusu olmuştur.
Ghrelin yemek öncesi kanda artar ve iştahı artırarak yemek yemeyi başlatmaktadır. Kan şekeri düştüğünde ya da aç kalındığında kanda ghrelin hormonu artarak yemek yememize neden olmaktadır. Yemek yeip daha sonra kandaki ghrelin düzeyi azalmaktadır.
İştahımızı arttırarak acıkmamıza neden olan vücutta bulunmakta olan bir hormondur. Ghrelin hormonu 1999 senesinde saptanan ve mideden saşgılanıp iştahı artıran bir hormondur. Ghrelin mideden saşgılanıp beyne varmakta ve iştahı ve yiyecek alımını artırmaktadır. Bu nedenle Ghrelin yemek yemeyi artıran bir hormon olarak anılmaktadır. Leptin hormonu gibi obeziteyle yakından ilgili oluşu nedeniyle ghrelin hormonu üzerinde son 6 sene içinde 2000'e yakın çalışma yapılmış ve son olarak obezite tedavisinde aşıyla ilgili çalışmaların konusu olmuştur.
Ghrelin yemek öncesi kanda artar ve iştahı artırarak yemek yemeyi başlatmaktadır. Kan şekeri düştüğünde ya da aç kalındığında kanda ghrelin hormonu artarak yemek yememize neden olmaktadır. Yemek yeip daha sonra kandaki ghrelin düzeyi azalmaktadır.
Boyun fıtığı neden olur?
Boyun fıtığı neden olur?
Boyunda yedi adet omur kemiği vardır. Bunlardan 1. ve 2.'si arasında disk yoktur, diğerlerinin arasında disk vardır. Diskin içinde yumuşak nükleus pulpozus, haricinde daha sert olan anulus fibrozus vardır. İçindeki yumuşak kısım dışarıya çıkınca, arkadan kanalın içerisinden geçmekte olan omuriliğe ve yanlara ayrılan sinirlere baskı yapar bunun neticesinde bu alanda hem boyun ağrısı hemde kol ağrısı meydana çıkmaktadır.
Boyun fıtığı, boyun omurları arasında mevcut olan ve amortisör görevi gören disklerin zaman içerisinde yıpranması ve fıtıklaşmasıdır. Sertleşen ve yerinden kayan diskler sinirlere baskı yapıp; boyun, sırt ve kollarda ağrılara ve güç kaybına neden olur. Her ağrı boyun fıtığını işaret etmez. Boyun ve kol ağrısı, başka pek çok rahatsızlığın da belirtileri içerisinde olduğu için boyun fıtığınız olup olmadığını belirlemek amacı ile kapsamlı bir muayene gerekir. Genellikle, boyun ve kol ağrısı ile beraber ellerde de güç kaybı görüldüğü takdirde boyun fıtığından şüphelenilir.
Fıtık kelimesini duyar duymaz çoğumuzun içini ameliyat kaygısı kaplar. Lakin tıpkı bel fıtığı gibi boyun fıtığı da her zaman ameliyat gerektirmiyor. Fıtığın derecesine göre bazı zamanlar ilaç tedavisi veya fizik tedavi de kişileri rahatlatmak amacıyla kafi olmaktadır. Boyun fıtığı ilerlemişse ve ameliyat gerekiyorsa da, bu durumu soğukkanlı bir şekilde karşılamanız gerekir. Günümüzde cerrahi müdahale yöntemleri oldukça çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Elbette en iyi yöntem fıtıklaşmayı daha en başından engellemektir. Boyun fıtığına karşı öncelikli tedbirlerden biri düzenli ve bilinç sahibi şekilde egzersiz yapmaktır.
Boyun fıtığının belirtileri
Boyun bölgesinde hem kolda, hem boyunda hem de bacaklarda sorun olabilir çünkü bu bölgelere giden sinirler boyundan geçtiği için hem kollar hem bacaklar etkilenebilir. Bunun neticesinde hastalarda yürüme deformitesi (bozukluğu) ya da bacaklarda güçsüzlük oluşabilir.
Gebelikte Baş Dönmesi Nasıl Geçer?
Gebelikte Baş Dönmesi Nasıl Geçer?
Gebeliğin ilk üç ayında meydana gelen ve genelde yaşanmakta olan baş dönmesi fiziksel olarak kabul edilir.
Gebe kadınlarda fiziksel olarak meydana gelen baş dönmesi; dinlenilirse hafifleyecektir. Fakat bütünüyle ortadan kalkması ilk üç ay için olanaklı olmaz.
Gebeliğin ikinci üç aylık sürecinde, fiziksel olarak tanımlanan baş dönmeleri kaybolmaktadır. Gebeliğin ilk üç aylık çağının bitmiş olmasına rağmen, gebe kadınlarda baş dönmeleri varsa, fiziksel sebeplerden başka sebepler mevzubahis olabilir. Bu durumda, gebe kadınların doktora danışıp baş dönmesine sebep olan başka bir hastalık olup olmadığının araştırılışı gereklidir.
Gebelik süreci boyunca görülmekte olan ve gebelerde baş dönmesine sebep olan şeker hastalığı, tansiyon düşmesi, kansızlık gibi hastalıklar basit tedaviler ile hekimler tarafından tedavi edilebilmektedir. Bu hastalıklar ortadan kalktığında bu hastalıklardan kaynaklı bir şekilde maruz kaldığınız baş dönmeleri de son bulacaktır.
Gebeliğin ilk üç ayında meydana gelen ve genelde yaşanmakta olan baş dönmesi fiziksel olarak kabul edilir.
Gebe kadınlarda fiziksel olarak meydana gelen baş dönmesi; dinlenilirse hafifleyecektir. Fakat bütünüyle ortadan kalkması ilk üç ay için olanaklı olmaz.
Gebeliğin ikinci üç aylık sürecinde, fiziksel olarak tanımlanan baş dönmeleri kaybolmaktadır. Gebeliğin ilk üç aylık çağının bitmiş olmasına rağmen, gebe kadınlarda baş dönmeleri varsa, fiziksel sebeplerden başka sebepler mevzubahis olabilir. Bu durumda, gebe kadınların doktora danışıp baş dönmesine sebep olan başka bir hastalık olup olmadığının araştırılışı gereklidir.
Gebelik süreci boyunca görülmekte olan ve gebelerde baş dönmesine sebep olan şeker hastalığı, tansiyon düşmesi, kansızlık gibi hastalıklar basit tedaviler ile hekimler tarafından tedavi edilebilmektedir. Bu hastalıklar ortadan kalktığında bu hastalıklardan kaynaklı bir şekilde maruz kaldığınız baş dönmeleri de son bulacaktır.
21 Ekim 2014 Salı
Gebelikte baş dönmesi için evde ne yapabiliriz?
Gebelikte baş dönmesi için evde ne yapabiliriz?
Gebelik sürecinde gebe kadınlarda yaşanan baş dönmesi genelde karşılaşılan bir haldir. Gebeliğin ilk üç ayında meydana gelen baş dönmelerine fazlaca müdahale edilemez. Bu süreçte anne adayının vücudu hamileliğe alışmaya çalışır. Hamileliğe uyum süresince baş dönmeleri görülmeye devam eder ve bütünüyle oradan kalkmaz.
Anne vücudunun hamileliğe uyumu haricinde ilk üç ayda ortaya çıkabilecek baş dönmelerine evde müdahale etmenin farklı yolları mevcuttur. Bunlardan ilki baş dönmesinin sebebine müdahale etmektir. Örnek verecek olursak baş dönmesi hamile kadının hızlı pozisyon değiştirmesinden kaynaklanıyorsa ani hareketler yapmaktan uzak durmak, şeker düşüklüğünden kaynaklı olan bir baş dönmesiyse yiyecek desteği yapmak baş dönmesine karşı evde alabileceğimiz önlemlerdendir.
Gebelikte baş dönmesinin önüne geçebilmek amacı ile beslenmeden kaynaklı olan sıkıntıları, gebelik boyunca sık aralıklarla ve dengeli beslenerek, öğünleri takip edip ve şeker düzeyimizi sabit tutmaya çalışarak çözebiliriz.
Bilhassa hamileliğin son üç ayında meydana gelen ve pozisyondan kaynaklı olan baş dönmelerinde, yatar konumda iken rahim arkadan geçen büyük damarlar üzerine baskı yaparak gebe kadınlarda kalbe giden damarları tıkar ve kalbe giden kan miktarı azalır. Bu sebeple de gebe kadınlarda baş dönmesi oluşabilir. Evde kolay bir pozisyon değişikliği ile bu durumun önüne geçilebilir. Daha çok sola dönmek bu sorunu kolaylıkla çözebilir.
Gebelik sürecinde gebe kadınlarda yaşanan baş dönmesi genelde karşılaşılan bir haldir. Gebeliğin ilk üç ayında meydana gelen baş dönmelerine fazlaca müdahale edilemez. Bu süreçte anne adayının vücudu hamileliğe alışmaya çalışır. Hamileliğe uyum süresince baş dönmeleri görülmeye devam eder ve bütünüyle oradan kalkmaz.
Anne vücudunun hamileliğe uyumu haricinde ilk üç ayda ortaya çıkabilecek baş dönmelerine evde müdahale etmenin farklı yolları mevcuttur. Bunlardan ilki baş dönmesinin sebebine müdahale etmektir. Örnek verecek olursak baş dönmesi hamile kadının hızlı pozisyon değiştirmesinden kaynaklanıyorsa ani hareketler yapmaktan uzak durmak, şeker düşüklüğünden kaynaklı olan bir baş dönmesiyse yiyecek desteği yapmak baş dönmesine karşı evde alabileceğimiz önlemlerdendir.
Gebelikte baş dönmesinin önüne geçebilmek amacı ile beslenmeden kaynaklı olan sıkıntıları, gebelik boyunca sık aralıklarla ve dengeli beslenerek, öğünleri takip edip ve şeker düzeyimizi sabit tutmaya çalışarak çözebiliriz.
Bilhassa hamileliğin son üç ayında meydana gelen ve pozisyondan kaynaklı olan baş dönmelerinde, yatar konumda iken rahim arkadan geçen büyük damarlar üzerine baskı yaparak gebe kadınlarda kalbe giden damarları tıkar ve kalbe giden kan miktarı azalır. Bu sebeple de gebe kadınlarda baş dönmesi oluşabilir. Evde kolay bir pozisyon değişikliği ile bu durumun önüne geçilebilir. Daha çok sola dönmek bu sorunu kolaylıkla çözebilir.
Gebelikte Baş Dönmesi Ne Zaman Başlar?
Gebelikte Baş Dönmesi Ne Zaman Başlar?
Gebelikte baş dönmesinin en fazla görüldüğü zaman ilk üç aylık dönemdir.
Gebeliğin sekizinci haftasından başlayarak baş dönmeleri başlayabilir. Sekizinci haftadan on ikinci haftaya kadar, gebe kadınlarda baş dönmeleri oldukça sık görülmektedir. Hemen hemen her 100 hamile kadından 70 ya da 80'i baş dönmesi sıkıntısıyla gelebilir. Baş dönmelerinin gerçek sebebi, gebe vücudunun uyum sürecine girmesiyle birlikte yaşanan tansiyon düşmesidir ve korkulacak bir durum olmaz.
Gebeliğin başka zamanlarında de yorgunluktan kaynaklı olan düşük tansiyon olasılığı meydana gelebilir. Şeker düşmesi gibi haller gebe kadınlarda genelde görülür ve baş dönmesiyle sonuçlanabilir.
Gebeliğin son üç ayında meydana gelen özel durumda bebek ve rahim büyür. Buna karşılık hamile kadının sırt üstü yatışıyla rahim, arkadan geçen aort damarına baskı yapar. Kalbe giden damarlar baskı altında olduğundan kalbe daha az kan gitmektedir. Bu şekilde bir baş dönmesi meydana gelebilir. Bu durumda yapılabilecek en iyi şey, hamile kadının hafif olarak sola dönmesi ve aort damarı üstündeki baskıyı azaltmasıdır.
Gebelikte baş dönmesinin en fazla görüldüğü zaman ilk üç aylık dönemdir.
Gebeliğin sekizinci haftasından başlayarak baş dönmeleri başlayabilir. Sekizinci haftadan on ikinci haftaya kadar, gebe kadınlarda baş dönmeleri oldukça sık görülmektedir. Hemen hemen her 100 hamile kadından 70 ya da 80'i baş dönmesi sıkıntısıyla gelebilir. Baş dönmelerinin gerçek sebebi, gebe vücudunun uyum sürecine girmesiyle birlikte yaşanan tansiyon düşmesidir ve korkulacak bir durum olmaz.
Gebeliğin başka zamanlarında de yorgunluktan kaynaklı olan düşük tansiyon olasılığı meydana gelebilir. Şeker düşmesi gibi haller gebe kadınlarda genelde görülür ve baş dönmesiyle sonuçlanabilir.
Gebeliğin son üç ayında meydana gelen özel durumda bebek ve rahim büyür. Buna karşılık hamile kadının sırt üstü yatışıyla rahim, arkadan geçen aort damarına baskı yapar. Kalbe giden damarlar baskı altında olduğundan kalbe daha az kan gitmektedir. Bu şekilde bir baş dönmesi meydana gelebilir. Bu durumda yapılabilecek en iyi şey, hamile kadının hafif olarak sola dönmesi ve aort damarı üstündeki baskıyı azaltmasıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Adıyaman Çiğ Köftecisi Iğdır Telefon Numarası
04762271888 Iğdır Çiğ Köfte, Çiğ köfteci öz adıyaman çiğ köftesi, adıyaman çiğ köftecisi, lezzetli ve hesaplı Iğdır Çiğ Köfte
-
DİSTANDÜ NEDİR? Distandü, kelime anlamı olarak “gergin” anlamında olup, organ üzerinde kullanılan tıbbi bir terimdir. Distandü, safra kese...
-
Kasık Mantarı Nedir? Kasık mantarı, en fazla karşılaşılan mantar enfeksiyonlarındandır ve Tinea Cruris olarak da bilinir. genel olarak e...
-
Türk Halk Müziği listeleri , Türk halk müziği türküleri , En Popüler Türk Halk Müziği Müzik Listeleri , türk halk müziği sanatçıları , türk ...