31 Ekim 2014 Cuma

Rokanın Faydaları

ROKA

Yeşillik de dediğimiz yeşil yapraklı sebzeler birçoğu kişi tarafı ile oldukça sevilerek tüketilmektedir­­. Yeşil yapraklı sebzelerin sağlık yönün­den  da birçok faydası bulunur­. Bilhassa yaşlı insanlar ve hasta insanlar sağlıkları için daha çok sebze ağırlıklı beslenirler­. Kış mevsiminde yetiştirilen  roka, maydanoz, tere otu, marul gibi yeşil yapraklı sebzeler genel olarak salatalar için doğranarak afiyetle tüketilir­­. Bu sebzelere zeytinyağı ve limon suyu da ilave edilince salatalar daha lezzetli ve daha şifalı olmakta­dır­­.

Rokanın Faydaları Nelerdir?
Yeşil yapraklı kış sebzeleri içerisinde mü­him bir yeri olan roka birçok kişi tarafı ile sevilerek tüketilir­­. Sevilerek tüketilen  bu yeşil yapraklı sebzenin sağlık yönün­den  da birçok faydası bulunur­. Bilhassa Akdeniz ve Ege bölgelerinde çokça tüketilir­­. İşte roka faydaların­dan bazısı şöyledir:

Roka, A ve C vitaminleri­ni ihtiva eder­.
İçeriğinde potasyum, demir ve kükürt gibi mineral maddeler de bulunmaktadır­­.
Zayıfla­mak isteyenlerin de diyet listesin­den  ayırmadıkları bir sebze tipidir­­. Kalorisi oldukça azdır­­.  100 gramın­da 25 kalori bulunur­. Kilo kaybetmek isteyen  kişiler rokayı bolca tüketebilir­­.
Cinsel gücü arttırarak cinsel yaşa­mın düzenlenmesine destek olmakta­dır­­.
İyi bir idrar söktürücüdür­.
Sindirim sistemi­ni rahatlatarak hazımsızlığı ve şişikliği önler­.
Astıma karşı da fayda sağlama­sı roka faydaları arasın­da olur­.
Bağırsak iltihaplarını önlemeye destek olmakta­dır­­.  Bağırsaklar için faydalıdır­­.
Kas kasılmalarını engeller­.
Kan damarlarına fayda sağlar­.
Omega 3 yönün­den  zengin bir sebzedir­­.
Birçok kanser türünün engellenmesine destek olmakta­dır­­.  Kanserli tümörlerin büyümesi­ni engeller­. Bilhassa prostat, göğüs, kolon ve yumurtalık kanserlerine karşı koruma sağlar­.
Vücudun toksin maddelerden  arınmasına destek olmakta­dır­­.
Kolesterolün dengelenmesine büyük katkı sağlar­. Kolesterol rahatsızlığı yaşayanlar rahatlıkla tüketebilir­­.
Anemi yani kansızlığa karşı da oldukça faydalı bir bitki tipidir­­.
Mideyi rahatlatır, mide için faydalıdır­­.
Karaciğer için büyük bir sağlık kaynağıdır­­.
Antibakteriyel ve antiviral özelliklere maliktir­­.
Tırnaklar ve saç için de fayda sağlar­. Tenin güzelleşmesine destek olmakta­dır­­.
İyi bir kalsiyum ve demir kaynağıdır­­.
İskorbüt hastalığına karşı koruma sağlar­.
Kemiklerin güçlenmesine destek olmakta­dır­­.  Kemik ve eklem ağrıları­nın giderilmesine imkan vermekte­dir­­.
Beyin işlev­leri­ni geliştirici özelliği bulunur­.
Alzheimer hastalığı­nın tedavisine katkı sağlar­.
Dalak için faydalı bir bitki tipidir­­.
Rokanın Faydaları Roka Nasıl Tüketilmelidir?

Bu oldukça şifalı sebzeyi pişirerek tüketmek yerine salata çeşitlerinde çiğ olarak tüketmek gerekir­­. Roka pişirildiğinde içerisindeki birçok vitamin ve minerali kaybetmekte­dir­­. Bun­dan ötürü yüksek ısıda uzun süre pişirmek yerine en  fazla 5 dakika suda haşlayarak ya da hiç bir işlem uygulamadan çiğ salata çeşitlerinde tüketmenizi öneririz­. Ayrıca hazırlanan sandviçlerin içerisi­ne de bu şifalı sebzeyi koyarak tüketebilirsiniz­. Ceviz ve peynir ikilisi ile de salata biçimin­de tüketilişi genel­de tercih edi­lir­­. Yoğurtla sos hazırlayıp tüketilişi de oldukça lezzetlidir­­.

Propolisin Faydaları

Propolisin Faydaları Nelerdir?

Propolis son 10 ila 15 sene içerisinde yapılmakta olan bilimsel çalışmalarla da desteklenen, geniş bir etki profiline sahip olmakta­dır­­.  Bunların arasın­da en  önemlisi antibiyotik etkisi­.

Özellikle son zamanlarda daha fazla olarak da gündeme gelen  antibiyotiklere dirençli suş gelişimi, bu bakımdan yapılmakta olan çalışmalar propolislerin antibiyotiklerin bu dirençli suşlara, dirençli mikroorganizmalara olan etkinliği­ni artırdığı yönünde bir­takım bulgular bize sunmaktadır­. Özellikle propolis, mikroorganizmaların dışında bulunan korunma kalkanını parçalayarak, antibiyotiğin hücre içine girerek etkisi­ni gösterebileceği yönünde bir­takım bulgular mevcuttur­.

Propolis, mikroorganizmaların defans kalkanlarını kırarak antibiyotiklerin hücre içerisi­ne girmesine imkan vermekte­dir­­.

Bunun hari­cinde bağışıklık sistemi ile alakalı tesirleri yine gündemde­. Zira yapılmakta olan yine bilimsel çalışmalar, bağışıklık sistemimizde mü­him rol oynayan bir­takım mediatörler üstündeki etkinliği­ni ortaya koyuyor­.

Propolis, kanser tedavisinde meydana gelebilecek organ hasarlarını engellemeye destek olmakta­dır­­. Bunun hari­cinde kanserlerde, bilimsel çalışmalar bilhassa kanser tedavilerinde, kemoterapi ve radyoterapi esnasın­da meydana gelen  bilhassa tedavide mü­him bir kısıtlayıcı faktör olarak görülmekte olan organ hasarları­nın yine propolis vasıtasıyla, vücudun öncesin­den  koşullandırılışı suretiyle, propolis aracılığıy­la önlenebileceği yönünde bir­takım bulgular el­de edilmiş durumda­. Bu bakımdan propolis önemli­.

Ayrıca iyi bir de antioksidan tesire sahiptir­.

Propolis, nar suyun­dan 70 kat, likopen­den  120 kat daha güçlü bir antioksidandır­­.

Yapılan çalışmalarda, antioksidan etkisi­ni bildiğimiz nar suyun­dan 70 katı kadar, yine likopenden, domateste bulunmakta olan likopen­den  120 katı kadar bir yüksek antioksidan tesiri bulunduğu, bu bakımdan da yine türlü kalp hastalıkların­dan tutun, başka bir­takım mü­him hastalıklara karşı koruyucu ve tedavisine yardımcı olarak yararlanılışı gibi bir durum mevzu­bahis olabilecektir­­.

Propolisin yine uygulama alanların­dan biri ise ağız ve ağız hijyeniyle ilgili olan kullanımları­. Bilhassa çürüğe neden  olan mikroorganizmalar üzerinde etkinliği­. Veya takma diş kullanan kişilerde sık olarak görülmekte olan oral candidiaz enfeksiyonları­nın önlenme­si ve tedavisi bakımın­dan da propolis mü­him bir katkı sağlıyor­.

Propolis, ağız içerisindeki mikroorganizmalara tesir edip ağız hijyeni sağlar­.

Propolisin faydaları
* Antibiyotik ilaçların etkisi­ni fazlalaştırır­­.
* Bağışıklık sistemi­ni destekler­.
* Kanser tedavisinde meydana gelen  organ hasarını düzeltir­­.
* Güçlü antioksidan etkilidir­­.
* Ağız ve boğaz hijyeni sağlar­.

Antibiyotiklerin etkisi­ni artırmaktan, bağışıklık sistemi­ni güçlendirmeye, ağız ve boğaz hijyeni sağlamaktan, kanser tedavisinde meydana gelen  organ hasarlarını düzeltmeye kadar sayılamayacak kadar faydası olan ve apiterapi metodların­da da kullanılmaktadır.

30 Ekim 2014 Perşembe

Ensefalosel

ENSEFALOSEL (SEFALOSEL) NEDİR?

Ensefalosel (sefalosel) beyin dokusunun kafa tasındaki bir açıklıktan dışarıya çıkması­dır­­.  Anne rahmindeki gelişim süreci boyunca kafanın arkasındaki ya da önündeki bir açıklık sonucu bu durum gerçekleşebilir­­. Buradan fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı var ­ise "ensefalosel" ismi veri­lir­­. Bazı zamanlar fıtıklaşan kesenin içerisinde beyin yapısı olmaz, yalnızca beyin zarları (meninks) bulunur bu durumda "kraniyal meningosel" ismi veri­lir­­. Sefalosellerde beyin omurilik sıvısı­nın dolaşımı bozulabileceği için genel olarak hidrosefali de duruma eşlik eder­. Burun içine doğru ya da buradan dışarıya taşacak kadar ilerlemiş beyin dokusuna "nazal ensefalosel" denilir­­. Ensefalosel ender izlenilen  bir konjenital anomalidir­­. 10 bin doğumda 1 ila 5 arası oranlar­da izlenmektedir­­.

Ultrason ile kafa tası­nın kenarın­da bir parça görülüşü halinde ve yüksek MS* AFP değeleri var oluşun­da tanıdan şüphelenilir­­.

Sefalosele başka anomalilerin eşlik etme­si yüksek olasılıkdır­­.

Kese içerisinde beyin yapısı var ­ise (ensefalosel) prognoz daha kötüdür, yarıya yakın oran­da ölüm ve büyük oran­da beyinsel ve nörolojik zarar gelişecektir­­. Kese içerisinde beyin yapısı yok ise (kranial meningosel) prognoz daha iyi hat­ta bütünüy­le normal ola­bilir­­.

Ensefaloselin Tedavisi:Tedavi ensefaloselin küçük olduğu ve eşlik edici başka öldürücü anomalilerin bulunmadığı bir­takım hastalar­da ameliyat ile olanaklı ola­bilir­­.

AFP (Alfa Feto Protein) Yüksekliği

AFP (Alfa Feto Protein) Yüksekliği

AFP normal değeri nedir?

Anne kanın­da ölçülen  AFP değerleri "MoM" ile belirtilmektedir­­. Bu değerin 2­.5 MoM'un üzerinde olma­sı yüksek kabul edi­lir­­.

AFP yüksekliği­nin nedenleri nelerdir?
Erişkin bir insan­da da (kadın ya da erkek) karaciğer tümörü, hepatit, yumurtalık kanseri gibi bir­takım nedenler ile AFP yüksele­bilmektedir­­. Burada mevzubahis olan AFP yüksekliği gebeliğin 16 ila 20 haftaları içerisinde anne kanın­da yapılmakta olan AFP ölçümünün yüksek olmasıdır­­.  Anne kanın­da bulunan AFP bebekle ilgili türlü anomalilere bağlı yüksele­bilir­­. Bunlar:

* Nöral tüp defektleri (Açık spina bifida, anessefali, ensefalosel, eksensefali)
* Bebeğin karın duvarın­da olan anomaliler (Barsakların karnın hari­cinde olması, omfalosel, gastroşizis)
* Bebekte bir­takım böbrek anomalileri, renal agenezi (böbreğin gelişmemesi)
* Bebekte doğum­sal cilt defektleri (Epidermolysis bullosa , aplasia cutis)
* Bebeğin akciğerinde kistik adenoid malformasyon
* Bebeğin idrar yolların­da tıkanshy;ma (üretral obstrüksiyon)
* Fetal tümörler (teratom)
* Oligohidramnios (Bebeğin suyunun az olması)
* Turner sendromu
* Kistik higroma
* Doğumsal amputasyon, amniyotik band sendromu
* Bebeğin sindirim sisteminde tıkanma: Duodenal atrezi , özefagus atrezisi , doğum­sal diafragma hernisi

Spina bifida bebeğin omuriliğinde tam birleşememe halidir­­. Açık ve kapalı spina bifida biçimin­de ola­bilir­­. Açık spina bifidada AFP yükselir fakat kapalı spina bifidada AFP yükselmez, bu testle tespit edilemez­.

AFP'nin yüksek çıkı­şı halinde ne yapılır?
Yukarıda belirtildiği üzere AFP yükselme­si bebekte kesin olarak bir hastalık olduğunu göstermemektedir­­. Bu bir tarama testidir, kesin netice için başka yöntemler uygulanmakta­dır­­.  (AFP değeri hafif yüksek yani 2­.5 MoM üzerinde gelmişse tekrar AFP ölçümü yapıla­bilir, bilhassa hafif yüksek değerler tekrar edildiğinde normal çıka­bilir­­.) AFP yüksek çıkmışsa öncelikli olarak detaylı ultrason inceleme­si ile buna neden  olabilecek nöral tüp defekti, karın duvarı defekti (omfalosel, gastroşizis) gibi anomaliler araştırılır. Bu tür anomaliler ultrason yardımı i­le yüksek miktar­da saptana­bilir­­. Ultrason­da bebekte anomali tespit edilir ise anomali­nin ciddiyetine göre aile ile görüşülerek gebeliğin sonlandırılmasına ya da devamına karar verilmekte­dir­­.

Eğer detaylı ultrason inceleme­si ile bebekte bir anomali saptanamaz ise amniyosentez ile bebeğin amniyon suyun­dan alarak incelemek gerekir­­. Amnion sıvısın­da AFP (AFAFP) ve Asetilkolinesteraz (AChE) değerlerine bakılır­­. Eğer amnion sıvısın­da AFP ve asetinkolinesteraz değerleri yüksek çıkarsa bebekte %96 oranın­da açık nöral tüp defekti vardır manasına gelmektedir­­. Bilhassa küçük nöral tüp defektleri ve küçük ensefaaloseller ultrason yardımı i­le saptanamaya­bilir, amnion sıvısı incelenme­si ile saptana­bilir­­. Amnion sıvısın­da bebekte kromozomal anomali varlığı da araştırıla­bilir­­.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Omfalosel

OMFALOSEL (Omphalocele)

Omfaloselde bebeğin bağırsakları, karın zarı (periton) ile kaplıdır­­.  Burdaki sorun karın duvarın­da bulunan kasların iyi kapanmama­sı neticesi olmakta­dır­­.  Omfalosel olan bebeklerin yaklaşık %25-50'sin­de başka problemler de buluna­bilir­­. Bunlar kalıt­sal problemler (kromozomal anormallikler), doğum­sal diyafragma hernisi ve kalp anomalileri ola­bilir­­. Bun­dan ötürü gastroşizisten  ayrımı önemlidir­­. Omfalosel­de amniyosentez yapılması gerekir­­. Fetal ekokardiyografi de yaptırmak gerekir­­.
omfalosel nedir

Omfalosel farklı boyutlar­da ola­bilir­­. Küçük bulunanlar­da karın­dan fıtıklaşan kesenin içerisinde yalnızca bağırsaklar bulunurken, daha büyük bulunanlar­da karaciğer ya da dalak da dışarıda buluna­bilir­­.

Bütün yapılan tetkiklerin ve amniyosentez sonucu ve eşlik edici anomalilerin tümü aile ile bir­likte tartışılarak ailenin gebeliğin sona erdirilmesi (kürtaj) ya da devam etme­si hususun­da fikri alınmaktadır­­.

Bu bebeklerde sezaryen­le doğum önerilmektedir­­. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği, donanımlı bir merkezde gerçekleşme­si gerekiyor­.

Tedavi için bebek doğduktan sonra ameliyat gerekir­­.

Ameliyat genel olarak başarılı geçmektedir fakat eğer bebekte buna eşlik eden başka anomaliler var ­ise bebeğin durumu bu anomalilerin ne olduğuna ve ciddiyetine göre farklılık göstermekte­dir­­. Bebekte omfalosel hari­cinde başka anormallikler yok ise %90 oranın­da yaşama şansı bulunmaktadır­­.  Beraberinde oligohidramnios ya da polihidramnois (bebeğin suyunun az ya da fazla oluşu) var ­ise kromozomal anomali rizikosu artar ve bebeğin yaşama şansı azalır­.

Gastroşizis Nedir?

GASTROŞİZİS (Gastroschisis)

Bebeğin göbek kordonunun hemen  yanındaki bir açıklıktan bağırsakların karın dışına çıkı­şına gastroşizis denilir­­. Kromozomal anormalliklerle ilgisi yoktur fakat bağırsaklarla ilgili düğümlenme ya da bağırsağın bir kısmı­nın gelişmeme­si gibi problemlere sebep ola­bilir­­. Bu bebeklerin yaşama şansları yüksektir­­. (%80* 100)­. Gastroşizis 10 bin hamilelikte bir görülmekte­dir­­. İleride ki hamileliklerde tekrar etme ihtimali %3 ila 5 arasındadır­­.
gastroşisiz

Ultrason ile gebelik kontrolleri sırasında gastroşizis tanına­bilir­­. En erken  üçüncü aydan sonra saptana­bilirler, bu aya kadar bağırsakların dışarıda görünme­si normaldir ve buna "fizyolojik herni" denilir­­. Gastroşizisde anne kanın­da AFP (alfa fetoprotein) ölçümü yüksek bulunur ve polihidramnios (amniyon suyunun fazlalığı) görüle­bilmektedir­­.

Gastroşizis, bebeğin erken  doğmasına, bebekte büyüme geriliğine veya ölüme sebep ola­bilir­­. Bun­dan dolayı ultrason takipleri mutlaka gerekmektedir­.

Gastroşizis olan bebeklerde sezaryen­le doğum önerilmektedir­­. Doğumun bebeğin ameliyat olabileceği kadar donanımlı bir merkezde gerçekleşme­si gerekiyor­.

Tedavi için bebeğin doğum sonrası ameliyat edilmesi gerekir­­.

Zayıflarda Karaciğer Yağlanması Olur Mu?

Zayıf İnsanlarda Karaciğer Yağlanması Olur Mu?

Gastroenteroloji Uzmanı Prof­. Dr­. Nur­dan Tözün, karaciğer yağlanma­sı ve iltihaplanması­nın daha çok obezite hastalarında görülmesine karşın, ince yapılı ve zayıf kişilerde de karaciğer yağlanmasının mü­him bir sağlık sorunu olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Bu durum görüldüğü kadar kolay olmaz­. Bazı kalıt­sal ve bilinemeyen  etkenler bu hastalığa neden  olmakta­dır­­.  Görüntüleme yöntemleriyle yapılmakta olan taramalar­da toplumun %20'sinde karaciğer yağlanmasına rastlandığı rapor ediliyor­." diyor­. Kısacası karaciğer yağlanması­nın tek sebe­bi aşırı kilolar olmaz­.

Anne Sütüyle Beslenen Bebekler Daha Mı Zeki Olur?

Anne Sütü Alan Bebekler Daha Zeki Mi Olur?

Bebekler için en  uygun besin olan anne sütü, yalnızca enfeksiyonlar­dan korumuyor bunun dışın­da şişmanlık, kalp ve şeker hastalığı gibi mü­him sağlık problemlerin­den  da koruyor­. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr­. Seçil Sözen: "ABD'de yapılmakta olan bir çalışma­. 2. yaştan sonra çocukların zekaları değerlendirildiği zaman, anne sütüyle beslenen  çocukların zeka yaşının, biberonla beslenenlerden  daha yüksek olduğunu gösterir­­. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF'de, bebeğin doğum sonrası ilk yarım saat ile 1 saat içinde emzirmeye başlanmasını­. 4 ila 6 aya kadar yalnız anne sütü ile beslenmesi­ni ve ek besinlerle beraber 2 yaşına kadar anne sütüyle beslenmesi­ni öneriyor­." diyor­.

Aritminin Kesin Tedavisi Var Mı?

Aritminin Kesin Tedavisi Var Mı?

Kalp hızı­nın yüksek seyretmekte olduğu ritim bozuklukların­da iki tedavi seçeneği bulunur­. Bir tanesi ilaç kullanımıdır­­.  Çarpıntı­nın ne zaman geleceği belli olmadığın­dan günlük olarak düzenli kullanı­mı gerekiyor­. 2­. seçenek ise 1990'lı yıllar­dan bu yana kullanılan ve radyofrekans enerjisiyle uygulanmakta olan bir tedavi şeklidir­­. Bu tedavi şekline halk dilinde "yakma" denilmektedir­­. Bir kateter ile kasıktan girilerek kalpte çarpıntıya neden  olan nokta bulunumakta ve radyo frekans akımı verilip yakılmaktadır­. Tedavi yaşam boyu kalıcı olmakta­dır­­.  Küçük çocuklar­da hayatı tehdit edici bir durum yoksa, bu tedavi İçin genel olarak 4* 5 yaşını geçme­si bekleniyor­. Operasyon 1,5 saat sürüyor­. Benzer yöntemlerden  bir tanesi ­ olan "Dondurarak yok etme" tedavisi de son yıllar­da gelişiyor­. İyon kanal hastalıkları dediğimiz kalıt­sal geçişli hastalıkta ise ilaç tedavisi uygulanıyor ve bir­takım hallerde şok vererek çarpıntı engelleniyor­. Yavaş atımlar­da ise kalp pili kullanılıyor­.

Hamilelik Riskleri

HAMİLELİK RİSKLERİ

Hamilelikteki riskli durumları savmanın en  mü­him şartı; planlı bir hamilelik yaşamak, hamile kalma dan evvel ve gebelik süresince düzenli doktor kontrolleri­ni sürdürmektir­­. Gebelikte en  fazla görülmekte olan jinekolojik kanser türleri içerisinde rahim ağzı kanseri bulunmakta­dır­­.  Gebelik esnasın­da smear alınması­nın hiç bir sakıncası bulunmadığı gibi, tarama testlerine de mutlak suretle devam edilişi gerekmekte­dir­­.

İLERİ YAŞTAYSANIZ TAHLİLLERİNİZİ AKSATMAYIN
Annenin yaşı arttıkça, şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi hamilelik için risk taşımakta olan sağlık problemleri ortaya çıkabiliyor­. Yüksek kan şekeri, gebeliğin ilk 3 ayın­da bebeğin organ gelişimi­ni menfi etkilemekte­dir­­. Annenin kan şekeri, gebeliğin ilerideki ayların­da kontrol altına alınmadığı sürece, bebeğin aşırı büyümesine ve doğumun zor hale gelmesine neden  olmakta­dır­­.  Doğuma yaklaşan süreçte annenin kan şekeri­nin yüksek olması, doğacak bebeğin akciğer gelişimi üzerinde menfi etki yapmakta­dır­­.  Tüm nedenler göz önüne alındığı za­man ileri yaştaki anne adaylarının, hamile kalmadan önce, kan şekeri ve kan basıncıy­la alakalı kontrollerden  geçişinde fayda bulunur­.

TARAMA TESTLERİNİ MUTLAKA YAPTIRIN
Her annenin özürlü olan bebek doğurma rizikosu ve bebeklerde yapısal ya da kromozomlarla ilgili bozukluklar olabilmekte­dir­­. Kromozom bozukluğunu saptamak için­. 11* 14­. haftalar arasın­da ense ölçümü, 16* 20­. haftalar arasın­da ise 3'lü ya da 4'lü testler yapılmakta­dır­­.  Bu testler halk arasın­da 'zeka testi* olarak bilinir­­.Test sonuçların­da risk yüksek çıkarsa, daha kesin bir sonuç için amniyosentez (bebeğin içinde bulunmuş olduğu sıvıdan örnek alınması) yapılmakta­dır­­.  Kromozom hastalıkları­nın tedavisi olmadığın­dan anne ve babaya bu gebeliklerin sonlandırılışı seçeneği sunuluyor­. Organlara ait (kalp, beyin vs­.) yapısal bozuklukların büyük çoğunluğu ayrıntı­lı ultrason incelemesinde saptanmakta­dır­­.  Bu anomalilerin azıcık bazısı anne karnın­da tedavi ediliyor­. Yapısal deformitesi (bozukluğu) olan bebek dünyaya getirecek anne adaylarının, yenidoğan yoğun bakım hizmeti oldukça iyi olan merkezlerde doğuma yönlendirilimi ve ailenin de bu duruma psikolojik olarak hazırlanma­sı gerekmekte­dir­­.

YAŞAM BİÇİMİNİZİ DEĞİŞTİRİN
Bebek ölümleri­nin en  mü­him sebeplerin­denbiri, erken  doğumdur­. Bu rizikosu artıran faktörlerin başın­da çoğul gebelikler, annenin sigara, alkol ya da uyuşturucu madde kullanması, evvelki hamilelikler­de yaşanmakta olan erken  doğumlar ve rahimde bulunan yapısal bozukluklar sayılabiliyor­. Erken  doğumu engellemek için; tüp bebek uygulamaların­dan dola­yı artış gösteren  çoğul gebeliklerin önlenme­si ve anne adayları­nın bağımlı oldukları sağlığa zararlı maddelerden  uzak durmaları, stres ve yorgunluktan kaçınmaları gerekmekte­dir­­. Gebeliğin 20* 24­. haftaları içerisinde rahim ağzı uzunluğu ölçülerek de erken  doğum rizikosu tespit edilebiliyor ve gerekirse rahim ağzına dikiş atılabiliyor veya ilaç tedavisi uygulanmakta­dır­­.

TEKRARLAYAN DÜŞÜĞÜNÜZ VARSA UMUDUNUZU YİTİRMEYİN
Tekrarlayan düşüklerin nedenleri arasında, anne ya da babanın kromozom bozukluğu taşıyıcısı olma­sı veya annenin rahminde miyomların olma­sı gösteriliyor­. Ayrıca genetik olarak kanın pıhtılaşmasıyla ilgili bozukluklar da tekrar edici düşüklere neden  olabilmekte­dir­­. Ancak, düşüklerin yarıdan fazlası­nın sebe­bi belirlenemez­. Bu durumda anne adayı­nın morali­ni bozmama­sı gerekir çünkü sağlıklı doğum olasılığı, düşük ihtimalin­den  her zaman daha yüksek olmakta­dır­­.

RAHİM AMELİYATI GEÇİRDİYSENİZ DOKTORUNUZA HABER VERİN
Rahimdeki miyomların alınma­sı gibi bir­takım cerrahi müdahaleler, hamilelik boyun­ca ya da doğum esnasın­da rahmi yırtılmaya uygun hale getirebiliyor­. Böyle bir durum mevzu­bahis olduğunda, bebeğin kaybedilme olasılı­ğı ortaya çıkar­. Bun­dan dolayı doktorları bilhassa geçirilmiş rahim ameliyatlarıyla ilgili bilgi sahibi yapmak gerekmekte­dir­­.

KAN UYUŞMAZLIĞI İHTİMALİ İÇİN DOĞRU ZAMANDA İĞNE YAPTIRIN
Kan uyuşmazlığı son yıllar­da bir sağlık sorunu olarak görülmüyor­. Zira koruyucu iğneler bu durumun oluşumu­nu engelliyor­. Kan uyuşmazlığı olan çiftlere 28­. gebelik haftasın­da tavsiye edilen  bu iğneler, 12 hafta süren  bir koruyuculuk sağlıyor­. Lakin hasta, daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yaptıysa ve düşükten  sonra kendisine koruyucu iğne yapılmadıysa, hastalığa duyarlı bir hale gelebiliyor­. Bu da bir sonrasındaki hamilelikte bebekte kansızlığa, hat­ta ağırlığına bağlı bir şekil­de anne karnın­da kalp yetmezliğin­den  ölüme neden  olabilmekte­dir­­. Bun­dan ötürü daha önce kan uyuşmazlığı nedeniyle düşük yapan veya hamileyken  kanama­sı olan hastaların bu iğneyi yaptırmaları gerekmekte­dir­­.

DÜZENLİ GEBELİK VE TANSİYON TAKİPLERİNİZİ KESİNLİKLE YAPTIRIN
Hamileliklerin yüzde 7* 10'un­da gebelik zehirlenme­si olarak bilinmekte olan preeklampsi, yani tansiyon­da yükselme ve idrar­da protein görülüyor­. Preeklampsi­nin neden  ortaya çıktığı henüz bilinmiyor ve tedavisi de yapılamıyor­. Bu durum anne için yaşam­sal tehlike oluşturabildiğinden, gebeliğin erken­den  sonlandırılışı gerekebiliyor­. Genel­de gebeliğin son ayların­da meydana gelen  preeklampsi, bebekte gelişim geriliğine veya anne karnın­da ölüme neden  olabilmekte­dir­­. Bunu Önlemek amacı ile bir sağlık merkezinde düzenli gebelik kontrollerine giderek, tansiyon takip edilişi yaptırmak gerekmekte­dir­­. İstirahat, tansiyon seviyesi­ni düşürüyor ve bebeğin gelişimine zaman kazandırıyor­. Ayrıca testler sayesinde hamileliğin daha başlangıcındayken  tansiyon yüksekliği yaşanıp yaşanmayacağı saptanabiliyor­. KULLANDIĞINIZ İLAÇLAR VARSA ADINI, NE ZAMAN VE NE KADAR KULLANDIĞINIZI DOKTORUNUZA BİLDİRİNİlaç kullanımı, alkol, uyuşturucu ve sigara, erken  doğumun yanı sıra, bebekte yapısal sakatlıklara neden  olabilmekte­dir­­. Sara ve akne tedavisinde kullanılan bir­takım ilaçların, antibiyotiklerin ve antikanser ilaçları­nın bazıları­nın sakatlık yapmış olduğu bilinir­­. Kullanılan ilaçların, bu ilaçların ne zaman ve ne kadar kullandığı­nın mutlak suretle doktora bildirilişi gerekmekte­dir­­.

AİLENİZDE YA DA DAHA ÖNCEDEN DOĞMUŞ ÇOCUĞUNUZDA KALITSAL BİR HASTALIK VAR İSE ÖNLEM ALIN
Ailede ya da evvelki hamilelikler­de özürlü çocuk dünyaya getirilmişse, bu durum bir sonrasındaki hamilelikte de tekrar edebiliyor­. Bilhassa akraba evlilikleri, bir sonrasındaki nesillerde bir­takım hastalıkların riski­ni artırıyor­. Herkes 5* 6 hastalığın geni­ni taşıyor­. Dolayısıyla aynı soydan gelen  insanlar evlendikleri zaman aynı hastalığı taşıma riskli durumları de yükseliyor­. O nedenle akraba evliliklerinde daha çok sorun görülüyor­. Lakin ne yazık ki bu hastalıkların bazısı metabolik hastalık olduğun­dan ultrason ile saptanamaz­. Ayrıca daha önce down sendromu benzeri kromozom ya da doğuştan kalp hastalığı gibi yapısal anomalili bebek doğurmuş olan bir annenin daha sonrasındaki hamileliği de bu bakımdan riskli olmakta­dır­­.

GENİTAL SİĞİL VARSA, DOKTORUNUZA SÖYLEYİN
Doğum esnasın­da annede aktif cinsel herpes (ağrılı, kaşıntılı için su dolu sivilceler) olma­sı durumunda, normal doğum önerilmez­. Zira normal doğumda cinsel herpese neden  olan virüsün çocuğa bulaşma­sı halinde öldürücü neticeler doğabilmektedir­. Bu annelerin mutlak suretle sezaryen  ile doğum yapma­sı gerekmekte­dir­­.

İlgili aramalar: hamilelik riskleri nelerdir, gebelik riskleri, gebelikte dikkat edilmesi gerekenler, hamilelik uyarıları, hamilelik tavsiyeleri

Yorgunluğun Nedenleri

Yorgunluğun Nedenleri

Neredeyse herkes bazı zamanlar çok çalıştırıla­bilir ve çok yorgun ola­bilir­­. Geçici bitkinlik gibi hallerde genel olarak tanımlayabileceğimiz bir neden  ve tedavi olmakta­dır­­.  Fakat başka yan­dan kronik bitkinlik daha fazla zaman alarak daha çok görülmekte­dir­­. Bu durum zaman ­ la gelişir, insanın enerjisi­ni ve kapasitesi­ni azaltmaktadır­­.  Bu seviyede bir bitkinlik bireyin duygusal ve psikolojik hali­ni de etkilemektedir­­.

Yorgunluk, uykulu olmak manasına gel­mez ama genel­de uyuma isteği ile beraber görülmekte­dir­­. Bazı hallerde yurgunluk alt­ta yatan bir­takım tıbbi durumların işareti ola­bilir ve tıbbi tedavi gerektirir­­. Kafein tüketimi, sigara ve alkol kullanımı, aşırı fiziksel aktivite, durağanlık, uyku eksikliği, öksürük şurupları, soğuk algınlığı ilaçları ve antihistaminikler gibi alerjik ilaçlar ve sağlıklı olmayan beslen­me alışkanlıkları yorgunluğun sebe­bi ola­bilir­­.

28 Ekim 2014 Salı

Fıtık İçin Ameliyat Şart Mı?

Fıtık İçin Ameliyat Şart Mı?

Genel Cerrahi Uzmanı Doç­. Dr­. Sadık Yıldırım, karın ve kasık fıtıkları­nın cerrahi müdahale gerektirdiğini, tedavi edilmediği takdirde bağırsak tıkanma­sı ve delinme­si gibi ciddi komplikasyonlara neden  olabileceği­ni söylüyor­.

Fıtık kendisi­ni nasıl belli eder?

Kasık veya karın bölgesinde ele gelen  bir şişlik olarak kendisi­ni belli etmektedir­­. Ayakta ağır kaldırıldığın­da ve karıniçi basıncı arttığın­da ortaya çıkar­. Fıtıkta cerrahi müdahale şart mı? Fıtık, anatomik bir bozukluk ya da eksikliktir­­. Sadece ilaç tedavisi ile geçme­si olanaklı olmaz­. Cerrahi olarak tedavi edilebiliyor­. Başka bir tedavi şekli bulun­maz­. Cerrahi metod­lar günümüzdeki kadar gelişim den  evvel fıtık bağları kullanılıyordu fakat bunların zararlı olduğu ve tedavi e­den  etkisi­nin bulunmadığı görüldü­.

Fıtık tedavi edilmezse sonuç ne olur?

İstatiksel açıdan olaya baktığımızda yüzde 10 dolayın­da fıtığa bağlı ciddi komplikasyonlar(istenmeyen  durumlar) görmek­teyiz­. Fıtık tedavi edilmezse içerisi­ne karın organları en  çok da bağırsak girebiliyor­. Barsağın damarları burada sıkışırsa bağırsak delinmeleri veya bağırsak tıkanıklıkları oluşabiliyor­. Dünyada en  fazla bağırsak tıkanık oluşu sebebi 50 sene öncesine kadar fıtıkydi­. Şimdi fazlaca ameliyat yaptığımız için birinci neden  ameliyattan sonra karın içi yapışıklıkları, ikincisi fıtıklar, üçüncüsü ise tümörler­. Bunların hari­cinde fıtık ağrı yapabiliyor­. Fiziksel olarak günlük yaşamı engelleyici boyut­ta sorun yaratabiliyor­. Bun­dan dolayı fıtık görüldüğünde ameliyat edilişi gerekmekte­dir­­.

Lakin bir­takım özel hallerde ameliyat edilmeden  izlem yapılışı tercih ediliyor­. Çocuklar­da da fıtığa bağlı komplikasyon(istenmeyen  durum) görülme oranı, bilhassa bağırsak tıkanıklıkları çok yüksek­. O nedenle çocuklardaki fıtıklar mutlak suretle ameliyat edilmeli­. Dün­den  bugüne fıtık tedavisinde ne gibi gelişmeler oldu? 1970'lerden  sonra kullanımına başlanan sentetik maddeler fıtığın tekrarını, 1990'lar­dan başlayarak kullanılan laparoskopik ameliyat teknikleri de ameliyattan sonra ağrıları azalttı, enfeksiyon riski­ni ortadan kaldırdı­. Artık hasta birkaç gün içerisinde günlük yaşamına geri dönebiliyor­.

Ayakta Nasır Neden Olur?

Ayakta Nasır Neden Olur?

Nasırlar ayak sorunlarının başın­da yer a­lır­­. Baskıdan, sürtünmeden, ayak basma bozukluğundan, taban düşüklüğün­den  veya yanlış ayakkabı seçimin­den  kaynaklı olan nasır­da tedavi­nin mü­him kısmı, nasırın nedeni­nin saptanma­sı ile olmakta­dır­­.  Nedene yönelik tedavide: Taban deformasyonu varsa, destek malzeme­si kullanıla­bilir­­. Nasır parmak arasındaysa o zaman ortez uygulana­bilir­­. Parmakta duruş deformitesi (bozukluğu) varsa, örneğin baş parmağın yanındaki parmakta bir yükselti varsa, bu yükselti ayakkabıya temas ettikçe burada nasır olmakta­dır­­.  Ortez dediğimiz malzeme, parmağı olması gerektiği şekil­de tuta­bilir­­.

Ayak Şekli Neden Bozulur?

Ayakta şekil deformitesi (bozukluğu) neden  olur?

Ayaklar­da şekil bozukluğuna neden  olan birçok farklı etken  vardır;

Topuklu ve sivri burunlu ayakkabı kullanılması:
Topuğu 8* 10 cm’den  yüksek ve sivri burunlu ayakkabı giyinmek ayakların en  büyük düşmanı­. Topuklu ayakkabı ayağın ön kısımlarına büyük yük binmesine yol açar­. Bir de üzerine ayakkabı­nın sivri burunlu oluşu parmakları sıkıştırıp üst üste bindirir­­. Böyle bir durum oluştuğun­da da başparmak ikinci parmağın üzerine biner ve şekil deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmakta­dır­­.

Genetik yatkınlık
Birçok rahatsızlıkta olduğu hal­de ayaktaki şekil bozukluğun­da da genler büyük rolü bulunur­. Bilhassa anne tarafın­da bu sorunu yaşayan kişiler var ­ise kişide de bu durumun ortaya çıkı­şı muhtemeldir­­.

Düztabanlık
Düztaban kişilerde orta ayakta asıl olarak oluşu lazım olan ark düzleşir­­. Bun­dan dolayı zaman içerisinde beraber gelişen  kas dengesizliği ayakta şekil bozukluğuna neden  ola­bilir­­.

Kas hastalıkları
Ayakta şekil bozukluğunun meydana gelmesinde kasların büyük önemi bulunmaktadır­­.  Eğer kişide herhangi bir kas rahatsızlığı var ­ise kasların­da biçimsizlik çok daha ba­sit olmakta­dır­­.  Netice itibari ile da kasların yıpranmış oluşu parmakların birbirleri­nin üzerine çıkı­şına yol açar­.

Diyabet hastalığı
Diyabet (Şeker) hastalığı vücut­ta bir çok organa etki eder­. Ayak da diyabet hastalığı­nın zarar vermiş olduğu bölgeler arasın­da yer alır­­. Ayaktaki his kusuruna bağlı bir şekil­de yaralar ve parmaklar­da şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşa­bilir­­.

Yaşlanma
Yaşın ilerleyişiyle beraber deformite artar ve kaslar esnekli­ği­ni kaybetmekte­dir­­. Hayatı boyunca hiç ayakkabı giymeyen  birisi­nin bile 60 yaşın­dan sonra ayakların­da şekil deformitesi (bozukluğu) oluşa­bilir­­.

Dans etmek
Dansı meslek grubu olarak seçenler parmak uçların­da uzun süre durdukları için bu alan­da deformiteler ortaya çıkmakta­dır­­.  Bilhassa küçüklük çağın­dan başlayarak bale yapanların ergenlik çağın­da ayakların­da şekil deformiteleri (bozuklukları) oluşmaya başlamaktadır­­.

Tırnak Batmasının Belirtileri

Tırnak Batmasının Belirtileri

Tırnak batması­nın en  fazla görülmekte olan belirtileri; şiddetli ağrı, tırnak etrafında­ki deride kızarıklık, şişlik ve akıntıdır­­.  Bu durumda ayakkabı giy­mek güçleşir, yürüme zorluğu gelişir­­.

Tırnak Batma­sı Nasıl Tedavi Edilir?

Tırnak batması­nın tedavisinde uygulanacak yöntem batığın şiddetine, evresine göre farklılık göstermekte­dir­­. Erken  evrede tırnak yan bölümlerinde ağrı ya da ağrı ile beraber çevredeki deride kızarıklık ve hafif şişlik görülmekte­dir­­. Bu evrede tırnağın batık kısmı­nın altına bir parça pamuk konuluşu yeter­. Bu pamuk parçası tırnak ile deri arasın­da boş bir alan oluşturarak tırnağın ete batmadan uzamasına imkan vermekte­dir­­.

Zollinger-Ellison Sendromu Nedir?

Zollinger-Ellison Sendromu

Zollinger-Ellison sendromu, pankreasta veya ince bağırsağın üst bölümünde bir ya da daha fazla tümörün meydana geldiği karışık bir rahatsızlıktır­­. Gastrinomas olarak isimlendiri­len  bu tümörler, midenin fazlaca asit üretimi­ne neden  olan gastrin hormonunu fazla miktarlar­da salgılamakta­dırlar­. Fazla miktar­da asit, peptik ülsere yol açar­. Zollinger-Ellison sendromu ender görülmekte­dir­­. Bu hastalık yaşa­mın herhangi bir zamanın­da meydana gele­bilir ama genel olarak 30 ile 50 yaş aralığın­da teşhis edilmektedir­­. Mide asidi­ni azaltmak ve ülseri iyileştirmek amacı ile genel­de ilaç tedavisi uygulanmakta­dır­­.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Zehirli Guatr Nedir?

ZEHİRLİ GUATR

Tiroid bezi­nin gereğinden fazla çalışmasına zehirli guatr denilir­­. Tiroid hor­monları­nın normalden  hızlı çalışma­sı bütün organlara yansımakta­dır­­. Zehirli guatr tedavisinde ilaç, radyoaktif iyot ve cerrahi metod­lar uygulanmakta­dır­­.  Diffüz guatrlar, yani Graves hastaların­da en  az 6 aydan bir seneye kadar ilaç tedavisi uygulanmakta­dır­­.  Bu tedaviye hasta ce­vap vermiyor ise radyoaktif iyot tedavisine geçilir­­. Hastanın zehirli guatırı­nın yanın­da soğuk nodülü de var ­ise kötü huylu olma rizikosu yüksek olduğun­dan biyopsi ile incelenip daha son­ra radyoaktif veya cerrahi yöntem denenebilir­­. Tek veya birden  fazla aşırı çalışmakta olan nodüllerde ise hastanın yaşına bağlı bir şekil­de tedavi tekniğine karar verilmekte­dir­­. Genç hastalar­da radyoaktif iyot tedavisi oldukça iyi bir sonuç sağlaya­bilir­­. Radyoaktif iyot verip daha son­ra belirli bir müddet hastanın hipertiroidi kalır­­. Bu durum kalp yetersizliği veya zehirli guatrı olan bir kişi için çok doğru olmaz­. İleri yaşlar­da bir hastaysa cerrahi tedavi daha doğru bir seçim ola­bilir­­. Nodül 4­.5 cm’den  büyükse yine cerrahi metodu tercih edilmeli­dir­­.

Zellweger Sendromu Nedir?

ZELLWEGER SENDROMU

Zellweger sendromu böbrek, karaciğer ve beyin hücreleri­nin içerisindeki peroksizomların düşük veya hiç olmaması­nın yol açtığı doğumsal bir rahatsızlıktır­­. Peroksizomlar vücut­ta bulunan zehirli maddelerin atılmasına imkan veren  hücre yapılarıdır­­.  Bu sendrom beyin gelişimi­ni ve beyindeki sinir lifleri üstündeki miyelin kılıfları­nın gelişimi­ni etkisi altına alan peroksizomal hastalıklar grubuna dahildir­­. Genel­de karaciğer büyümesi, yüksek düzeylerde demir ve bakır içeren  kan akışı ve görme deformiteleri (bozuklukları) gibi belirtileri bulunur­. Zellweger sendromunun ne bir ilacı ne de başka bir tedavi şekli yoktur­. Genel­de semptomları bastırmaya yönelik tedavi uygulanmaktadır­­.

Kalp Krizinden Korunma Yöntemleri

Kalp Krizinden Korunma Yöntemleri

Kalp krizleri için muteber olan birçok risk faktörü bulunur­. Yüksek tansiyon, diyabet, sigara, yüksek kolesterol ve kalıt­sal etkenler bunların başın­da gelmektedir­­.

Kalp krizi­ni önlemek amacı ile risk faktörleri­nin taranması, bunların hayat tarzı değişiklikleri ve bazı zamanlar da ilaçla kontrol altına alınması gerekir­­. Kolesterol ve kan basıncı­nın düzenli ölçümlerle takip edilmesi, ideal düzeylerde tutulması, kan şekeri­nin belirli aralıklarla ölçülerek değerlendirilmesi, eğer kişi diyabet hastasıysa kan şekeri­nin çok iyi düzenlenmesi, sigara içen  insanların mutlak suretle sigarayı bırakması, spor alışkanlığı olmayan insanların düzenli spor alışkanlığı edinimi, fazla kilosu bulunanların da fazla kiloların­dan kurtulması, alınabilecek öncelikli önlemlerdir­­.

Kalp Krizinin En Önemli Belirtisi Nedir?

Kalp Krizinin En Önemli Belirtisi Nedir?

Kalp krizi­nin esas belirtisi, göğüs ağrısı­. Klasik bir kalp hastasında bu göğüs ağrısı şiddetli, baskı veya basınç şeklinde, ezici, sıkıştıran bir ağrı ve göğsün sol yarısın­da veya göğüs kemiği­nin altın­da hissedilmektedir. Ağrı sol kola, alt çeneye, sırta da yayıla­bilir­­. Bilhassa yaşlı ya da diyabet hastası olan insanlar­da belirtiler değişik olabilmektedir­­. Bu kişiler halsizlik, nefes darlığı, bayılma gibi belirtileri duyabilir­­. Bütün hastalar­da genel­de soğuk ter atma, bulantı, kusma gibi belirtiler de olur ve kalp krizi haricinde­ki tanıları akla geti­rip geç tanı koyulmasına neden  ola­bilir­­.

Tıkalı Kalp Damarları Nasıl Açılır?

Tıkanan Kalp Damarları Nasıl Açılır?

Tıkanan kalp damarları iki teknikle açılır­­. İlk yöntem pıhtı eritici ilaçların damar yoluyla verilmesidir­. Başarıya ulaşma şansı düşük olduğun­dan, acil anjio laboratuvarı ve takımı­nın bulunmadığı hallerde yapılmaktadır­­. 2. ve etkin yöntem ise tıkanan damarın acil kalp anjiosuyla belirlenip anjiyoplasti ve stent ile açılması­. Bu tedavi metodu yüksek başarı oranına sahiptir­. Kalp damarındaki tıkanıklık, kasık veya el bileği damarın­dan giriş yapılarak damar içerisin­den  kalbe ulaştırılan bir tel geçirilip daha son­ra bir balon yardımı ile giderilir ve yeniden tıkanmama­sı için stent dediğimiz bir materyal konur­. Bu durumda kalp fonksiyonlarının bozulma riski azaltılır­­.

26 Ekim 2014 Pazar

Vücut Susuz Kalırsa Ne Olur?

Vücut Susuz Kalırsa Ne Olur?

Yeteri kadar sıvı alınmama­sı beraberinde birçok sağlık sorunu getirmektedir:

Vücut susuz kalırsa kendi suyunu tutmaya çalışır­­. Böyle bir durum oluştuğun­da da idrara daha az çıkılır­­. Kan hacmi azalmaktadır­­.

Tansiyon düşmektedir­­.

Vücuda yeteri su girmese bile; deri, dışkı ve akciğerler ile su yitimi devam eder­. Böyle devam ederse de vücut kurur ve sağlığını kaybetmekte­dir­­.

Vücuttaki suyun azalma­sı sindirim sistemi bozuklukları, bağırsak sıkışıklıkları, beyinsel verimde bozulmalar, beden  hareketlerinde azalış ve baş ağrılarını beraberinde getirir­­.

Uzun süreli susuzluk sonra­sı vücut­ta bulunan sıvı miktarı­nın yüzde 15'i­nin kaybedilmesi, komaya ve hat­ta yaşamın kaybedilmesine bile neden  ola­bilir­­.

İlgili aramalar: vücut susuz kalırsa ne olur? susuz kalırsak nolur? vücut yeteri sıvı alamazsa sonuçları ne olur?

Kalp Krizi Nasıl Anlaşılır?

Kalp Krizi Nasıl Anlaşılır?

Kalp krizi­nin en  mü­him belirtisi göğüs ağrısıdır­­.  Bilhassa göğsünde orta kesiminde basınç, yanma, dolgunluk ve sıkışma hissi tarzındaki ağrı, kalp krizi­nin habercisi ola­bilir­­. Bazı zamanlar bu ağrı göğüsten  alt çeneye, kollara, sırt orta kesimine ya da karın üst bölgesine yayılabileceği gibi bazı zamanlar de göğüste olmadan yalnız başına bu bölgelerden  bir tanesinde de meydana gele­bilir­­. Ağrılara genel olarak terleme, yoğun bir kay­gı eşlik edebilir­­. Lakin kadınlarda, diyabet hastaların­da ve yaşlılar­da ağrı bu bahsi­ni ettiğimiz karakteristik yapı­nın hari­cinde ola­bilir­­. Diyabet hastaları ve yaşlılar hiç ağrı hissetmeyebilir­­. Bilhassa yaşlılar­da kalp krizi­nin ilk belirtisi ani bayılma ola­bilir­­. Bunun gibi bir durumla karşılaşıldığı zaman yapılması lazım olan ilk iş acil ambulans hizmeti­ni ara­mak ve hastayı bu şekil­de hastaneye taşımaktır­­.

İlgili aramalar: kalp krini nasıl anlaşılır, kalp krizinin belirtileri nelerdir, kalp krizi geçirdiğimi nasıl anlarım

Cilt Kuruluğu İçin Öneriler

CİLT KURULUĞU İÇİN ÖNERİLER

Bilhassa kış ayları­nın gelişiy­le beraber cilt kuruluğu çok sık görülmeye başlamaktadır­­.  Kış mevsiminde havanın nem mik­tarı düşer­. Soğuk ve sert rüzgarlar cildin su yitimi­ni arttırmaktadır­­.  Soğuğun etkisiyle büzü­şen  damarlarımız cildi yeteri ka­dar besleyemez­. Lakin cilt kuruluğunu kolay tavsiye­ler ile önlemek olanak­lı­.

Günde en  az 6 bardak su için­.

Kahve ve çay idrara fazla çıkardığı ve kafein türevi içerdiğin­den  aşırı tüketildiği zaman kuruluk­lara neden  ola­bilir­­. Bu nedenle günlük en  fazla iki bardak çay veya kahve tüketin­.

Islak mendil, kolonya ve antibakteriyel sabunları kullanma­yınız­.

Banyodan sonra cildinizi nazik bir şekil­de kurulayın ve hemen  vücut losyonu uygula­yınız­.

Bulunduğunuz ortamı sık sık havalandırın­. Gerekirse ortama nem veren  buhar makinelerin­den  edini­niz­.

Çok sıcak su ile yapılmakta olan uzun sü­ren  banyolar­dan uzak duru­nuz­. Banyo ürünlerinizi mümkünse renksiz, parfümsüz ve çok köpürmeyen  ürünlerden  seçin­. Bu konuda gerekirse cilt doktorunuzdan bilgi alın­.

Spor yapmak cildin kanın vücut­ta dolaşımını artırıp cildi rahatlatır­­. Bu nedenle spor yapın­. Lakin spor yaparken  rahat ve sentetik olmayan giyecekleri seçin ve bol su için­.

Sporun ardın­dan sauna veya buhar banyosuna 10 dakikadan fazla zaman ayırma­yınız­.

Günde en  az sekiz saat uyuyun­. Cildin sorunları uyku esnasın­da tamir edilmektedir­­. Gece uyuma dan evvel uygun nemlendirici ve bakım kremleri sürün­.

Bilhassa kuru cilt için besinlerde­kiyağın kalitesi ve vitamin muhteviyatı değerli­. Bu nedenle Omega 3’den  zengin, başta somon balığı ve hamsi olmak üzere bütün deniz mah­süllerini, çerezlerden  badem ve cevizi tüketin­. Yağ olarak da zeytinyağı tercih edin­.

Nar, mandalina, portakal Vitamin C yönün­den  çok zengin meyvelerdir­­. Cildini­zin tazeliği­ni korumak adına bu meyvelerden  günlük olarak 1 porsiyon tüketin­.

Basit şekerler ve karbonhidratlar cilt yapısına zarar vermekte­dir­­. Mümkünse tatlıdan uzak duru­nuz­.

İlgili aramalar: cilt kuruluğu için ne yapılabilir, cilt kuruluğu nasıl geçer, cilt kuruluğunun tedavisi nedir

Diyabet Nasıl Olur?

Diyabet Nasıl Meydana Gelir?

Vücut, devamlı olarak kan­da bir miktar şekere (glukoza) gereksinim duyar­. İnsülin kan dolaşımında olan glukozu hücrelere taşımakla görevlidir­­. İnsülin pankreas tarafı ile üretilen  bir hormon­. Hücrelerdeki glukoz, günlük yaşamımızı devam ettirmeyi sağlayacak enerji kaynağıdır­­.

Diyabet, öncelikle karbonhidratlar olmak üzere yağ ve protein metabolizmasını alakadar eden  bir metabolizma hastalığıdır ve kendisi­ni kan şekeri­nin devamlı yüksek oluşu ile göstermektedir­­. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun(şekerin) hücrelerin içerisi­ne girememesidir­­. Normal koşullar­da gıdalar­dan el­de edilen  ya da karaciğerdeki depolar­dan kana salınan glukoz, pankraeas tarafından salgılanmakta olan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içerisi­ne girer ve orada yakılarak enrjiye dönüşür­. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine müsaade edilen  "kapılar" bulunur­. Bu kapılar asıl olarak kilitlidirler ve uygun "anahtar" var oluşun­da açılırlar­. Diyabet, hücrelerin üstündeki glükoz "kapısının" açılamama­sı durumudur­. Bu örnekten  ilerlersek diyabet, anahtar fonksiyonu gören  İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insüli­nin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısında bulunan kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir­­.

İlgili aramalar: diyabet nasıl olur, diyabet nasıl meydana gelir, diyabet neden olur

Adrenalin ve Noradrenalin Nedir?

Adrenalin ve Noradrenalin

Noradrenalinin Etkisi Nedir?

Bunu anlatmak amacıyla öncelikli olarak adrenalin­den  sözet­mek gerekmekte­dir­­. Adrenalin, böbreküstü bezlerin­den  salgılanmakta olan bir hormon­dur­. Başlıca denetimi beyin tarafı ile sağlanmakta­dır­­.

Stres, travma ve şok hallerinde beynimi­zin uyarısı ile kana bol miktar­da salınmakta­dır­­.  Bu şekil­de tansiyon yükselmesine, kalp ve solunum sayısın­da refleks artışlara neden  oluyor­. Böbreküstü bezleri­nin iç bölümü, adrenalin ve noradrenalin diye bilinen  kimyasal maddeyi salgılar­. Bunlar kan dolaşımın­da gizlenen  hormonlardır­­.

Adrenalinin ve Noradrenalinin Etkileri

Kalbimizin gerilme gücünü takviye edip hareket kudreti­ni fazlalaştırırlar­. Kandaki şeker konsantrasyonunu artırarak dokulara fazlaca miktar­da şeker gitmesi­ni temin ederler­. Kan pıhtılaşma oranını fazlalaştırırlar­. Kas yorgunluklarını azaltarak daha canlı ve sürekli fiziki çaba sarfını sağlarlar­. Kan damarları­nın kasılımına sağlayarak vücudun daha fazla kan ihtiya­cı duyan bölümüne kan nakli­ni kolaylaştırırlar­.

İlgili aramalar: adrenalin nedir, noradrenalin nedir, adrenalinin etkileri nelerdir, noradrenalinin etkileri nelerdir, adrenalin ne yapar, noradrenalin ne işe yarar

25 Ekim 2014 Cumartesi

Seratonin Nedir?

SERATONİN

Serotonin 1948 yılında Page tarafından, dokular­dan ve öteki maddelerden  ayrıla­rak keşfedilmiştir­­. Birçok sebze ve meyve, seratonini bünyesinde doğal olarak bulundurmaktadır­­.  Serotoni­nin ön maddesi olan triptofan, gıdalar­dan alınmaktadır­­.  Önemi olan bir aminoasittir ve vücut­ta yapılmadığı için gıdalar­dan alınmaktadır­­.  Beyin dokusuna geçme­si çevresel faktörlere bağlı bir şekil­de değişir­­. Beyne geçen  oran, alınan besinlerle doğru orantı­da olmakta­dır­­. Yiyeceklerle alınan oran arttıkça beyne geçen  miktar da artmakta­dır­­.

Serotoni­nin insan ve hayvanlar­da davranış üstündeki tesiri 1950'li yıllar­dan beri bilinir­­. Serotonin alıcılarında* işlevsel bozukluk olduğun­da aşağıdaki davranış bozuklukları ve akıl hastalıkları ortaya çıkar:

Endişe, kaygı,
Depresyon,
Cinsel fonksiyon bozukluğu,
Akıl hastalığı,
Bellek bozukluğu,
Duygulanım bozuklukları,
Migren,
Uyku sorunu,
Mevsimlerle gelen  duygulanım bozukluğu,
Obsesif-kompülsif bozukluklar,
Saldırgan davranışlar,
İntihara eğilim,
Beslenme bozuklukları,
Alkol ve madde bağımlılığı,
Panik bozukluk,
Dikkat azalmasıyla olan bozukluklar,
Çocukluk dö­nemi ruh hastalıkları,
Orta yaşta bunamayla meydana gelen  Alzheimer­.

Serotonin Sendromu

Ruhbilim ve tıp alanın­da endişe ile zorlanma arasın­da bulunan ilişkiyi inceleyen  ilk incelemeler 1970'li yılların başlarında yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artış göstermiştir­­. Kaygıyı ve endişe ile zorlanma arasın­da bulunan ilişkiyi anlatmadan önce, bu konuları içeren  incelemelerde çok karşılaşı­lan bir kavram karışıklığı­nın üzerinde durmak istiyorum­. Bu kavram karışıklığı kaygı­nın zorlanmayla eşanlamlı kullanılmasından; kimi yerde endişe yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine endişe kavramına yer verilmesin­den  kaynaklanmakta­dır­­.

Birçok araştırmacı gibi ben  de bu iki kavramı birbirinden  ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın tanımlarını ayrı ayrı verdim­. Buna göre kaygı, elem doğrultusun­da bir duygulanım durumudur­. Bu duygulanım durumuyla zorlanma arasın­da bulunan ilişki iki biçimde olmakta­dır­­.  Dış ve iç ortamdan kaynaklı olan zararlı etkenler organizmanın değişik alanlarında, yapıların­da zorlanma yaratır­­. Ruhsal alan­da meydana gelen  zorlanma belirtisi veya tepkisi, endişe düzeyi­nin yükselmesidir­­. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre endişe düzeyi doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yükselir­­. Kaygı düzeyi­nin yükselme­si organizmanın öbür alanlarına, yapılarına, fonksiyonlarına yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezleri­nin fonksiyonları aksar­. Fizyolojik kaynaklı zararlı etken  ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevlerini etkiler ve organizmayı zorlar­. Yani endişe düzeyi­nin yükselme­si psikolojik kaynaklı zararlı etken  olarak değerlendirme yapılır­­. Birçok yazar ve düşünür 20­. yüzyıla ve bilhassa bu yüzyılın ikinci yarısına, "Kaygı Çağı" adını vermiştir­­.

Kaygı ve konsantrasyon bozukluğu

O zaman kaygı­nın bütün dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz? Evet, bunu söyleyebiliriz­. Evrensel boyut­ta bakarsak, endişe asıl olarak insanın defans işleyişi­ni harekete geçiren  bir çeşit uyum mekanizması, ama bazı zamanlar öylesine yoğunlaşıyor ki, patalojik ebatlara erişebiliyor­.

Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce sorun anksiyete* kaygıyla başlıyor, sonra depresyon gelişiyor ve onun neticesin­de da obsesyonlar meydana gelebiliyor­. Eğer depresyon uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki kez panik atak geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor­. Ve en  önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlak suretle endişe izlemleniyor­. Kaygılı kişiler hayatın her alanın­da ciddi anlamda bunu yaşıyor­. Mesela işyerinde bu kaygıyı taşımış olduğu için işi­ni kaybedebiliyor veya eşiyle sorunlar yaşıyor­. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamın­da kayıplar geliyor­. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor­. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla tanışmaktan da çekiniyor­. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum­.

Kürtajda Parça Kalması Nedir?

KÜRTAJDA PARÇA KALMASI NEDİR?

Kürtajda parça kalması gebeliğin tamamen sonlandırılmama­sı veya rahmin tam olarak temizlenememe­si, özetle; gebelik materyalin­den  bir parçanın hastanın rahmi­nin içerisinde kalma­sı durumudur­. Genel­de kürtaj işlemi uygulandıktan sonra çok nadiren  de olsa gebelik kesesi veya plasentanın küçük bir kısmı­nın rahmin içinde kalma­sı durumudur­.

Kürtaj işlemi sonra­sı yaklaşık olarak hastalar­da %2-3 oranına rahim içinde gebelik ile alakalı parçalar kalabilmektedir­­. Eğer hastanın rahim için de bir miyom durumu mevzu­bahis ise veya rahim iç boşluğun­da bir miyom varlığı var ­ise bu neden­den  kaynaklı olarak normal anatomisi­nin bozuluşu hallerinde kürtaj işlemi uygulamasın­da parça kalma­sı sorunu ortaya çıkar­.

Kürtaj sonra­sı rahmin içinde kalan parçanın belirtileri nelerdir?

Hastaya kürtaj işlemi gerçekleştirilip gebelik sonlandırıldıktan sonrasındaki günler kanamalar gittik­çe azalır ve kesilir çünkü 1 hafta içerisinde azıcık bir miktar kanama olur­. Ama kürtaj işlemi sonra­sı rahmin içerisinde herhangi bir parça kalmış­sa daha sonrasındaki günlerde kanamalar­da azalış yerine artışlar görülür­. Parça kalma­sı halinde hastada parça biçimin­de pıhtılar düşer veya normalden  aşırı kanamalar meydana gelmektedir­­.

Bazı durumlar­da da hasta kürtajdan sonran­da küçük veya büyük parçalar­da düşürebilir­­. Lakin rahim içinde gebelik ile alakalı bir parçanın olup bulunmadığı tam olarak tespit edilemiyorsa hastanın rahmi­nin kasılışı için bir­takım ilaçlar veya antibiyotikler verilir­­. Kürtaj işlemi sonra­sı hastada görülmekte olan ağrılar 1 ila 2 gün içerisinde geçer ama rahim içinde parça kalma­sı halinde ağrılar daha uzun sürmektedir­­. Hat­ta bazı zamanlar bu ağrılar aynı adet sancıları ve krampları biçimin­de görüle­bilir­­.

Mesela hasta da parça kalma­sı halinde ağrılar ve kanamalar meydana gelmez fakat kürtajdan sonran­da yapılmakta olan muayeneler de tesadüf eseri görülür­. Genel­de kürtaj işlemin­den  sonra hastanın rahmin de kalan parçalar enfeksiyona veya başka bir komplikasyona sebep olmayışı için kürtaj olduktan 1 hafta sonra mutlak suretle kontrol muayenesine çağrılmaktadır­­. Bu muayene sırasın­da hastanın rahmi­nin içerisinde parça kalmış ve buda ultrason­da belirlenmiş ise yeniden  hastaya küçük bir teşebbüs ile içeride kalan parçalar temizlenir­­.

Ancak bir­takım hallerde hastaya ilaç tedavisi verilir­­. Bilhassa kalan parçanın temizlenme­si işlemi kürtaj işlemin­den  daha az zaman­da çok kolay olarak yapılmaktadır­­. Ayrıca hasta için herhangi bir anestezi işlemine gereksinim duyulmamakta­dır­­. Rahimde parça kalma­sı eğer farkına varıldığın­da temizlenme­si halinde hastada kadın hastalıkları, adet düzenleri ve hamile kalma konuları ile alakalı olarak hiç bir sakınca bulunmamaktadır­­. Genel­de küçük haftalar­da uygulanılan kürtaj işlemleri­nin sonra­sı hastada süren  kanamalar ve kasık ağrıları oluşmasına neden  olur­.

Emziren anneler sütünü nasıl arttırabilir?

Emziren anneler sütünü nasıl arttırabilir?

Hamile bayanların ve bebekleri­ni emziren  annelerin mevsim­siz yetişen  hormonlu sebzeleri tüketmemek gerekiyor­.Bunun yanın­da genleriyle oynanmış olan tohumlar­dan el­de edilen  mısır gibi ürünleri hamile bayanların ve emziren  annelerin tüketmemelerinde fayda bulunur­.

Emzirme süreci boyunca anneler acı ve acı içeren  baharatları , zerdeçalı ve zencefili tüketmemelidirler­.Çünkü bu ürünler vücut salgılarını azaltarak ; sütün miktarını ve kalitesi­ni azalmasına neden  olurlar­.

EMZİRME DÖNEMİNDE SÜT ARTTIRICI BESİNLER

> Rezene, anason ve ısırganı karıştıra­rak çayını demleyin­. Bu bitki çayı sütünüzü arttıracak hem de bebeğinizde gaz olma ihtimali­ni azaltacaktır­­.
> Dereotu, kıvırcık salata
> Kuru üzüm hoşafı
> Haşlanmış taze beyaz dut kurusu ya da taze beyaz dut
> Taze beyaz üzüm
> Bal kabağı, havuç
> Sahlep, boza
> Kuru soğan
> İncir (bunun yerine haşlanmış kuru incir suyu da içebilirsiniz)
> Çilek
> Doğal maden  suyu, ılık içme suyu, malt içeceği
> Bol sulu besinlerle beslenin, bol sebzeli ve limonlu her türlü sebze çorbaları , süt arttırır ve sağlıklıdır­­. Her gün içebilirsiniz­.
> Tahin pekmez ( aşırıya kaçma­mak şartıyla tüketile­bilir)
> Sumak, bakliyatlar
> Süt, limonata
> Emzirme süreci boyunca günlük 30 dakika yürüyüşü alışkanlık edi­nin ­.

İlgili aramalar: emziren anneler sütünü nasıl arttırır, anne sütünü arttıran besinler, süt arttıran gıdalar, süt arttıran yiyecekler

24 Ekim 2014 Cuma

Hamilelikte Reflü

HAMİLELİKTE REFLÜ

Mide muhteviyatın­da mevcut olan sıvıların yukarıya doğ­ru yani yemek borusuna doğru geriye kaçışı reflü olarak tanımlanır­­. Bunun gerçekleşme­si halinde göğüs ve midede yanma, ağıza acı su gelme­si gibi etkiler görülmekte­dir­­. Reflü rahatsızlığı normal kişilerde de görüle­bilmektedir­­. Lakin gebelik süreci boyunca daha fazla artış gösterir­­. Hamile kalan kadınların yaklaşık olarak yarısın­da bu şikayetler gözlenir­­. Gebelik süreci boyunca kadınların en  fazla yakındıkları bir konudur­.

Gebelikte reflü neden olur?

Gebelik süreci boyunca reflü sorunlarında artış oluşu bu süreçte artan progesteron hormonunun mideyle yemek borusu arasın­da mevcut olan kapakçığı gevşetme­si ve buradan midede olan sıvıların daha ba­sit çıkı­şın­dan dolayıdır­­. Bun­dan başka hamilelikte rahmin büyüyüşü nedeniyle karın içi basıncı­nın artma­sı ve bunun mideye baskı yapma­sı yüzünden, mide içeriği­nin yukarı doğru kaçışı­na yol açar­. Gebelik süreci boyunca meydana gelen  reflü şikayetleri genel olarak doğumla beraber sona erer­.

Gebelikte Reflü İçin Ne Yapılabilir?

Anne adayı­nın öncelikli olarak reflüye sebep olabilecek bir­takım yiyeceklerden  uzak durması gerekir­­. Bu gıdalar arasın­da çikolata, çay, kahve, baharatlı besinler, yağlı yiyecekler, naneli besinler ve domates sayıla­bilir­­. Ayrıca doktorun tavsiye­si ile antiasit ilaçlar kullanıla­bilir­­. Anne adayları yemekleri­ni az ve sık öğünler halinde düzenlerlerse bu sıkıntıları daha az yaşarlar­. Uzun süre aç kalarak, ağır yemekler yemek sıkıntıların artmasına yol açar­. Bunların hari­cinde karın bölgesi­ni sıkan giysilerden  ve fazla kilo almaktan uzak durmak gerekir­­. Geceleri yüksek yastık kullanı­mı gerekir­­.

Hamilelikte Göbek Deliğinin Ağrıması

Hamilelikte Göbek Deliğinin Ağrıması

Gebelik ilerlediği müddetçe anne adayları­nın görünümleri daha da farklı hale gelir­­. Bu süreç içerisinde bebek büyüdükçe anne karnı da büyür­. Bu durum doğuma hazırlık manasına da gelmektedir­­. Zira artık bebek dünyaya daha hazır olduğu için ana rahmine sığmayacak duruma gelmektedir­­. Anneler için oldukça coşku­lu olan bu süreç beraberinde farklı sorunları getirebiliyor­. Lakin durum normal olduğu için kay­gı etmeye gerek bulunmamaktadır­­.

Gebelik ilerlediği müddetçe rahim büyümekte ve bebeğin gelişme­si amaç­lı bu süreç normal olur­. Lakin bu durumun neticesin­de anne karnın­da da büyüme görülür­. Ardın­dan gelen  ağrı ise bazı zamanlar huzur­suz e­den  duruma ulaşabiliyor­. Ayrıca göbek deliğinde düzleşme, kaybolma veya dışa doğru çıkıntı da genel­de görülmekte olan durumlar­dan birkaçıdır­­. Bu durum rahmin meydana getir­diği basınç ile de meydana gelmektedir­­. Doğum gerçekleştikten  sonra ise sorun kendi kendi­ne düzelmektedir­­.

Göbek deliğindeki durumun düzelmeyişi veya aşırı çıkıntı oluşu ise fıtık belirtisi olabilmektedir­­. Aşırı şişme vi andıran anormalliklerde uzman doktora görünmek gerekmektedir ­. Böylelikle erken  teşhis ile beraber problemin çözümü sağlanabilmektedir­­. Doğumdan sonra karın­da meydana gelen  çatlaklar ve şekil bozulmalarını gidere­bilmek de olanaklı olur­. Nemlendirici kullanmanın yanı sıra yeterince sıvı tüketmek bu konu hakkın­da faydalı olabiliyor­. Ayrıca su tüketimi doğumdan sonra formun yeniden  kazanılışı için de oldukça yararlı olan önlemlerdendir­­.

Hamilelikte Ağız Kuruluğu

HAMİLELİK DÖNEMİNDE AĞIZ KURULUĞU

Gebelik süreci boyunca kadınlar­da ağız ve dudak kuruluğu, susuzluk hissi sıkça karşılaşı­lan şikâyetler arasın­da yer alır­­. Bunun sebebi kesin bir şekil­de bilinmese de, bu süreçte artan sıvı gereksiniminikarşıla­mak isteyen  vücudun doğal bir tepkisi olarak kabul edi­lir­­. Bunun yanı sıra gebelik şekeri sorunu yaşayan anne adayları da ağız kuruma­sı sorununu yaşaya­bilir­­. Bu durumda olan gebe kadınlar kan şekeri seviyesi­ni kontrollü tutarak, ağız kuruması­nın etkisin­den  kurtula­bilir­­.

Gebelikte ağız kuruluğunun belirtileri nelerdir?

Ağız kuruluğu şikâyeti olan gebe kadınlar­da dudaklar­da çatlama, konuşmada zorlanma, ağız kokusu, dil­de yapışma, nefesin kötü kokması, devamlı su ihtiya­cı duyma gibi şikâyetler beraber gözlenir­­.

Gebelikte ağız kuruluğu için neler yapılabilir?

Gebelik süreci boyunca meydana gelen  bu şikâyeti engellemek için, alınan sıvı miktarı arttırılmalıdır­­. Ayrıca kadınların ağız hijyenine ehemmiyet verme­si gerekiyor­. Yanınızda sürekli olarak küçük bir pet şişede su bulundurmak gerekir­­. Alkol ve sigara kullanma alışkanlığı olan gebe kadınların hem kendi, hem de bebekleri­nin sağlıkları için bunları bırakması gerekir­­. Bu alışkanlıklar ağız kurumasına bile menfi olarak etki etmektedir­­. Bu süreçte kafein içeren  kahve gibi içeceklerden  ve yiyeceklerden  uzak durmak gerekir­­. Bunlar­da ağız kuruma­sı yapa­bilir­­. Ağız kuruluğu şikayeti olan anne adayları ağız temizliğine dikkat etmeli­. Dişleri­ni günlük en  az iki defa fırçalamalıdır­­.  Alınan önlemlere rağmen  ağız kuruma­sı geçmediyse, anne adayı­nın ağız ve diş sağlığı yönün­den  başka bir rahatsızlığı ola­bilir­­. Bu durumda doktora gitmek gerekiyor­. Örneğin, burun tıkanık oluşu meydana getiren  septum deviasyonu veya bunu andıran bir sorun oluşu halinde anne adayı ağızdan nefes alacağından, ağız kuruma­sı ortaya çıka­bilir­­.

Hamilelikte Nefes Darlığı Neden Olur?

Hamilelikte Nefes Darlığı Neden Olur?

Gebelik beraberinde birçok fiziksel değişimi getirmekte­dir­­. Lakin her anne adayın­da bu farklılıklar birbirin­den  farklı seyretmekte­dir­­. Nefes darlığı da farklı bir belirti olarak anne adaylarını belirli dönemlerde huzur­suz edebilir­­. Nefes darlığı­nın en  mü­him sebe­bi ise ana rahmi­nin çocuk ile beraber büyüyüşü olur­. Bu süreç içerisinde göğüs boşluğuna büyümekte olan rahim ve çocuk baskı yapar­. Bununla beraber yaşanmakta olan nefes almada güçlük gibi belirtiler doğal olarak görünür­. Lakin durumun başka belirtiler ile beraber seyre­dişi veya huzur­suz e­den  ebatlara ulaşma­sı doktor denetimi gerektirebileceği için mü­him olur­.

İkiz hamilelikler­de nefes darlığı durumunun daha çok yaşandığı şüphe­siz ki ön görülebilen  bir haldir­­. Eğer bu durum ile beraber yaşanmakta olan astım atakları, göğüste sıkışma, öksürük ve ellerde morarma gibi belirtiler görülüyorsa doktor denetimi oldukça önemlidir­­. Nefes darlığı ile beraber ateş , çarpıntı , göğüs ağrısı , ellerde morarma şikayetleri beraber olursa sağlık merkezine başvurun­.

Kalp hastalıkları ve astım ise gebelik için sorun yaratan rahatsızlıklar arasın­da yeri­ni koruyor­. Bun­dan ötürü bu yönde şikâyetleri olan kişilere gebelik öncesinde, esnasın­da ve sonra­sı doktor kontrolleri öneri­lir­­. Ayrıca bu şekil­de geçirilmiş olan hamilelikler de oldukça riskli olduğu için tehlikenin düzeyi hem anne hem de çocuk için artar­. İlaç kullanımları da lazım olan bu rahatsızlıklar­da doktor denetimi ile beraber sorun asgari­ye indirilmekte ve böylelikle hamilelik riskli durumları de azaltılmaktadır­­. Bunun yanı sıra bunlar daha sonra meydana gelebilecek rahatsızlıklar olduğu için bilinç sahi­bi olmak hayat kurtarmak manasına da gelebilen  bir haldir­­.

23 Ekim 2014 Perşembe

Gebelikte Nedensiz Ağlamalar

Gebelikte Ağlama Krizi

Gebelikte kadınların vücutları büyük bir farklılık haline girmektedir­­. Bu süreçte bütün vücut kendisi­ni bebeğe ve sonra­sı yaşanacaklara hazırlamaktadır­­. Hormonsal farklılıklar ile beraber kimi kadın için hamilelik psikolojik bir bunalım haline gelmektedir­­. Duygusal hallerde aşırı iniş ve çıkışlar da belirli dönemlerde yaşanmaktadır­­. Ayrıca bu halden  rahatsız olan kadınlar için psikologlar da hizmet vermekte ve danışmanlık yapar­. Doğumdan sonran­da emzirme için de hormonların vücudu hazırlandığını unutma­mak bu süreç de mü­him bir durum olarak ortaya çıkar­.

Gebelikte nedensiz ağlamalar

Hormon değişikliklerin­den  dola­yı anne adayları sebepsiz yere ağlama krizlerine girebiliyor­. Anne olmaktan ötürü yaşanmakta olan endişe, korku veya üzüntü gibi değişken  duygular bu süreçte yaşanabilmektedir­­. Bu nedenle duyulan rahatsızlıklar oldukça normal olur­. Lakin sıklıkların artma­sı veya ağlama nöbetleri­nin günlük hayata mani oluşu birçok kişiyi sıkıntı haline sokar­. Bu hallerde anne adayı­nın uzman bir doktora görünme­si olanaklı olabilmektedir­­. Gebelik depresyonu olabilecek bu durum menfi neticeler doğurabileceğin­den  aşırı durumları göz önünde bulundurmak faydalı olur­.

Annenin ağlama­sı bebeği etkiliyor mu?

Gebelikte görülebilecek doğal ağlama nöbetleri bebeğe zarar ver­mez­. Tehlikeli ebatlara varmadığı müddetçe annenin ağlama­sı duygusal olarak da stresi­ni azaltacaktır­­. Bu konuda anne adayları­nın kaygısı bir ölçüde yersiz olur­. Lakin endişe deformitesi (bozukluğu) veya aşırı üzüntünün eşlik ettiği ağlamalar tehlikeli ebatlara ulaşabilmektedir­­. Ayrıca annenin bu süreç içerisinde kafi gıda ve sıvı almaması, yaşama sevinci­ni hissetmeme­si de depresyon belirtilerin­den  olur­. Bu gibi durumların eşlik ettiği ağlamalar ve krizler baş gösterdiğinde uzmanlar­dan yardım almak gerekli olur­. Ayrıca depresyon belirtilerin­den  biri olarak bu hallerde dışarı çıkma ve yemek yemek isteği de azalmaktadır Bu tür davranışlar ise hem annenin hem de bebeğin sağlığını tehlikeye atmaktadır­­.

Günümüze gelindiğinde hamileyken  psikiyatriste gitme hususun­da da kaygıla­ra gerek bulun­maz­. İlaç tedavisi olmadan da hamilelik depresyonu hususun­da çözümler bulunuyor­. Bunun sayesinde anne de kendisi­ni doğumdan sonra için başarılı bir şekil­de hazırlama fırsatı­nı da el­de etmiş oluyor­. Ayrıca hamilelikte vedan sonra için aşırı endişe duymak bebeği de menfi şekil­de etkileyebileceğin­den  uzman yardımı faydalı olabilmektedir­­.

İlgili aramalar: gebelikte nedensiz ağlama, hamilelikte durduk yere ağlama, hamileyken sebepsiz ağlamalar

Mitokondri Nedir? Mitokondrinin Görevleri Nelerdir?

MİTOKONDRİ



Mitokondriler için hücrenin enerji santralleridir diyebiliriz­. Mitokondrilerde, yağ asidi yıkımı, sitrat siklusu ile üre siklusunun bir­takım bölümleri ve bilhassa solunum zinciri ve buna bağlı ATP bireşimi olaylanır­­. Mitokondri­nin jel kıvamın­da matriksinde adı geçen  sentezler için lazım olan enzim bulunmaktadır­­. Aminoasit (Glutamin asidi, Citrulin) ya da steroidhormonların biyosentezleri de, mitokondrilerde ikincil işlev olarak kabul edi­lir­­. Bu çok yönlü ve mü­him işlemler, hücre başına isabet o­lan mitokondri sayısı ile ilişiktir­­. Mitokondri işlevi, aktif taşıma ile yakınen  ilgilidir­­. Ca2+ Mg2+ ve K+ iyonları mitokondrideki yoğunluk düşüşüne bağlı bir şekil­de içeri alınmaktadır­­. Bu değiş tokuşta anyon ya da H+ iyonları serbest bırakılır­­. Mitokondriler kanalı ile olan aktif iyon hareketi, hücre işlevi­nin denetimi için önemlidir­­. Mitokondriler birçoğu kez, hücrenin yönlendirilir iyon sistemi olarak kabul edi­lir­­. Bir memeli hayvan karaciğer hücresinde 1 000-1 500 mitokondri bulunmaktadır­­. Az beslenme hallerinde bu sayı 500-700'e iner­. Çizgili bir kas hücresinde, kasın çalışıp çalışmama­sı ile mitokondri sayısı değişir­­. Çalışan kasdaki sayı fazladır­­. Bu da Enerji kazanımı için var olan enzimin artma ya da azalma­sı ile ilgilidir­­. Bu durum hücrenin protein işlevi­nin yüzde 30'udur­. Daha büyük hücrelerde bu sayı beşyüzbine çıkar (dev amip)­.
mitokondri nedir, mitokondrinin görevleri

Mitokondriler fonksiyonlarına bağlı bir şekil­de küre, çubuk ve dallı ipliğimsidir­­. Büyüklükleri 0,5 x 0,5 x 1 ila 1 x 1 x 5 um arasında olur­­.

Mitokondri örtüsü genel olarak 7-10 nm kalınlığın­da iki membran­dan olmakta­dır­­. İkisi arasın­da perimitokondrial alan bulunur­. Dış membran bazı zamanlar ER-sisternalarına bağlı oldukça iyi geçirgendir (hat­ta disakkaridleri bile geçirir)­.

İç membran fazlaca sayıda girintiye maliktir­­. Genel­de "CRISTA" denilen  yaprağa benzeyen, bazı zamanlar tüp gibi (memeli hayvan hücresinde), bitkilerde cep biçimin­de "SACCULI" denilen  oluşumlar bulunur­. Geçirgen  olmaz ve yalnızca belirli bir­takım moleküller için geçirgendir (Mol­. ağırlığı <>

Mitokondri matriksi sitrat siklüsü ve yağ asidi oksidasyonu enzimleri­ni ihtiva eder­. İç kısımlar­da örneğin piruvat, karboksilleşir ya da solunumda dekarboksilleşir; burada mitokondrial biyosentezlerin birçoğu olaylanır­­. Mitokondri matrikslerinde DNA, RNA(tRNA, rRNAb rRNA2), mRNA ve Ribozomlar (70S) bulunmaktadır­­. Mitokondri, DNA-replikasyonu, transkripsiyon ve protein biyosentezi yapmakta­dır­­. Mitokondrideki DNA miktarı hücrede bulunanın fakat yüzde 0­.2'si kadar olur­. Mitokondri iç membranındaki enzimlerin kısmen  mitokondriyal DNA tarafı ile şifrelendiği kabul edi­lir­­. Bira mayası hücresinde bulunan sitokrom a, a3, b ve cl'in mitokondriyal DNA tarafı ile belirlenmiş olduğu kanıtlana­bilir­­. Mitokondri matriksinde 5 ila 10 DNA molekülü bulunmaktadır­­. Mitokondrial DNA (mtDNA) hayvan hücresinde küçük olup en  çok 2-3 düzine protei­ni şifrelemekte­dir­­. Bitki hücresi mtDNA'sı oldukça iridir­­. İnsanın mtDNA'sı, rRNA molekülü, 22 farklı tRNA türü ve 13 farklı protei­ni şifrelemekte­dir­­. Bunlar­dan 5 protein tespit edilemilmiştir­­.

Mitokondriler fakat birkaç gün yaşamakta­dır­­. Enine bölünme ile çoğalmakta­dır­­. Bunlar embriyonal hücrelerdeki promitokondrilerden  de gelişir ve çok küçük vesiküller olup yoğun matriksli, çift membranlıdır­­. İç membranların­da zaman içerisinde cristalar gelişir­­. Promitokondriler, bölünme ile kendilerin­den  ve tomurcuklanma ile gelişmiş mitokondrilerden  olmakta­dır­­. Mitokondri­nin ortalama olarak ömrü, hücreye göre daha azdır­­. Karaciğer hücre mitokondrileri 7-10 gün yaşamakta­dır­­.

Mitokondriler birazcık da olsa kalıt­sal bilgiye maliktir­­. Eşeysel çoğalmada mitokondriyal bilgi değişmemekte­dir­­. Yumurta hücreleri mitokondri ya da promitokondrileri döle nakleder­. Hayvan sperma­sı oluşumun­da birçok mitokondri bir iplik şekli­ni alır­­. Memeli hayvan spermi­nin orta bölümünde, 4 tane iplik mitokondri helezonik bir şekil­de bulunmaktadır­­.

Hücre Çekirdeği

Hücre Çekirdeği (Nukleus, Karyon)

Çekirdek hücrede depo ve genetik bilgi arşivi görevlerini yerine getirir­. Genetik bilgi çift dizinli DNA moleküllerinde depolanır­­. Burada DNA kopyalanması (iki misline çıkma) olmakta­dır­­. RNA bireşimi ile genetik zincirleri burada başlamaktadır­­. Çekirdeğin inferfaz, mitoz ve çalışma halleri bulunur­. Interfaz çekirdeğinde kromozomların DNA'sı iki misline çıkmakta­dır­­.

Hücre Çekirdeği­nin Yapısı
nukleus

Çalışma çekirdeği ve inferfaz çekirdeğinde RNA bireşimi olmakta­dır­­. Genel­de küre biçimin­de olan çekirdek hücredeki en  büyük organeldir­­. Elastik olup, hücre yapısına bağlı bir şekil­de biçimlenir­­. Elektron mikroskobik izlemlerden  çekirdeğin bir kılıfla sarılmış olduğu izlenmektedir­­. Bu bir iç, bir de dış membran­dan olmakta­dır­­. İki membran arasın­da bulunan boşluk 20-50 nm'dir­­. Membran fazlaca sayıda çekirdek poruna sahip olup endoplazmik retikülumun bir bölümüdür­. Porlarla kesintiye uğrar­. Makromoleküller porlar kanalı ile çekirdek sitoplazma­sı (karyoplazma) ile sitoplazma arasın­da gidip gelirler­. Karyoplazma protein ve nukleikasit (RNA ve DNA) ihtiva eder­. Çekirdek, hücredeki bütün yaşamsal olayları düzenler­. DNA bölgeleri boyana­bilir ve buralara Kromatin denilir­­. Kromatin, hücre bölünme­si olayında, çekirdek bölünme­si safhasında, kromozomları teşkil eder­. Hücre çekirdekleri, "SİTO-İSKELET" yapıları, yani bir nevi çekirdek iskeleti­ni de ihtiva eder­. Bu yapı kromatin ile ilişkidedir: Kromozomlar çekirdek iskeletine asılıdır­­. Çekirdek örtüsünün gerçek yeni oluşumu, çekirdek bölünmesin­den  sonra, çekirdek iskeleti­nin kenar­da mevcut olan bölümleri tarafın­dan gerçekleşmektedir­­.

Karyoplazmada bilhassa iyi boyanan ve yüksek miktar­da RNA içeren  bir kısım bulunmaktadır­­. Buna çekirdekçik (Nukleolus) denilir­­. Sayısı bir ya da daha fazla ola­bilir­­. Ribozomal RNA sentezinde rolü bulunur­. Burada büyük RNA molekülleri sentezlenir­­. Çekirdekçik sitoplazmik ribozomların oluşumuna katılır.

İnsandaki alvuyarlar, gelişim süreçleri içinde çekirdekleri­ni kaybetmekte­dir­­. İskelet kası hücreleri ile kemik dokudaki dev kemik hücrelerinde (osteoklast) ise birden  fazla çekirdek bulunur­.

Hücre Çeperi

Hücre Çeperi ve Hücre Çeperinin Yapısı

Hücre çeperi, bitki hücrelerinde görülmekte­dir­­. Yalnız bitkilerin eşey hücrelerinde olmamaktadır­­. Onlar­da hayvan hücresi gibi plazmalema bulunur­. Lakin döllenmenin akabinde, hücre, yüzeyine ince ve jel kıvamında bir madde salgılar­. Bu madde primordial çeper'i (ilk çeper) oluşturur ve içinde Pektin bulunmaktadır­­. Pektinler, birbirleriy­le iyonlarla bağlanan, uzun zincirli karbonhidrat moleküllerin­den  ortaya çıkmakta­dır­­. Hücre bölünmesinde meydana gelen  yeni hücreleri birbirin­den  ayıran bu ilk çeper, iki hücreyi yan yana tutan orta lameldir­­. Pektinlerin temel yapıtaşı galakturon asididir­­. Pektin asidi çok zayıftır­­. Pektin kolaylık­la şişebilir­­. Hücre çeperindeki başka bir madde hemiselülözdür­. Bunlar hücre çeperi­nin yapısına katıldıkları gibi, depo maddesi olarak işlev yapmakta­dır­­.
hücre duvarı

Hücre Çeperi­nin Özellikleri

Her oğul hücre, yeni çeper materyali­ni ilk çepere yığmaya başlamaktadır­­. Bu yığım neticesin­de ilkin çeper(primer çeper) olmakta­dır­­. Bu çeperde pektinlerin oluşturmuş olduğu ana madde içinde dağılan, düzensiz mikrofibriller yer alır­­. İlkin çeperin bu yapısına dağınık yapı ya da dağınık tekstür denir ­.

Mikrofibriller selüloz'dan yapılmıştır­­. Bir selüloz molekülü, birbirlerine bağlı 10 000 glikoz molekülün­den  olmakta­dır­­. Böyle bir iplik molekülü 4 um uzunluğa ulaşa­bilir­­. Yaklaşık 2000 ipliğimsi selüloz molekülü, bir mikrofibril demeti yapmakta­dır­­. Bu demetler bitki hücre çeperi­nin yapı birimidir­­. Selülozun zincir ya da iplik molekülleri doğada serbest hal­de hiç bulunmaz ve zincirde ağ demeti biçimindedir­­. Bu birliğin çoğu bölümü kristalindir­­. Mantar hücre çeperinde yapı maddesi olarak ya selüloz veya kitin bulunur­.

Oğul hücreler büyüdüklerin­de elastik olan primer çeper de genişlemekte­dir­­. İlkin çeper bu genişlemede incelemez; zira devamlı yeni mikrofibril tabakaları birikmekte­dir­­. Kesin hücre büyüklüğüne ulaşılınca, hücre çeperi­nin enine büyüyüşü de durur­. İlkin çeperin üzerine ikincil (sekonder) çeper oturur­. Bu çeperdeki mikrofibrillerin birikimi tabaka biçimindedir ve ışık mikroskobu ile izlenmektedir­­. Burada mikrofibriller paralel olduğu için paralel yapı (paralel tekstür)'dan bahse­dilir­­. Enine büyüme esnasın­da lignin ya da suberin gibi maddeler ikincil çepere birikmekte­dir­­. Odunlaşan hücre çeperleri, yüksek basınç ve çekmeye karşı dayanıklılık kazanır­­. Kuvvetli olan ikincil çeper, hücre içerisi­ne doğru genel­de ince bir tabaka ile sarılır­­. Bu tabakaya üçüncül (tersiyer) çeper denilir­­. İlkin çeper gibi pektin temel maddesin­den  olmakta­dır­­. Bunların içinde fibriller bulunur­. İlkin çeperin tersine fibriller burada paraleldir­­. Yani ikincil çeper gibi paralel yapı göstermektedir­ler­. Tersiyer çeperin, ikincil çeper lamelleri­nin meydana geldiği yer oluşu muhtemeldir­­.

Plazmalema Nedir?

PLAZMALEMA

Hücre sitoplazmasını dışarı­dan saran membrana denilir­­. Plazmalema, hücrenin dışı ile ilişkilerde hem engel, hem de aracıdır­­. Bu görevlerine çok iyi uymaktadır­­. Hücre ve çevresi arasın­da bulunan madde alışverişi­ni düzene sokan yapılara maliktir­­. Bazı hallerde hormon ve nörotransmitter gibi sinyal molekülleri­ni tanır­­. Bunun için gerekli reseptörlere(almaç) maliktir­­. Bu almaçlar, genel olarak kompleks ya­pılı protein ve karbonhidrat molekülleridir­­.

Plazmanın dış yüzeyi karbonhidrat molekülleri­nin meydana getir­diği ince bir tabaka ile örtüle­bilir­­. Bu glikojen  benzeri moleküller, membranın lipid ve protein moleküllerine bağlı ola­bilir­­. Buna göre "Glikol ipid" ya da "Glikoprotein" den  bahsedilir­­. Bu tabakanın adına "Glikokaliks" denir ­. Gevşek ve lifli ağsı bir yapı gibi görünmektedir­. Glikokaliks alyuvarlar­da kan grubu antijenleri­ni yapa­bilir­­. Ayrıca hayvansal hücrelere mekanik bir dayanıklılık kazandırmakta­dır­­.

Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar

Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar

Obezite tedavisinde ya da kilo verilmesi için geliştirilecek ilaçların üç metod­dan biri ya da ikisi üzerinde tesirli oluşu gerekmekte­dir­­. Bunlar­dan biri iştahı kesen  sistemleri uyarmak, ikincisi iştahı başlatan sistemleri önlemek, üçüncüsü ise enerji harcanmasını artırmaktır­­. İştahı önlemek amacı ile leptin hormonun burun­dan verilişi hayvanlar­da başarılı neticeler vermiştir­­. Lakin insanlar üzerinde henüz denenmemiştir­­. Beyinde bulunan melacortin reseptörleri­ni uyaran ilaçlar geliştirerek iştahı kesmek olanaklıdır­­. Bu konuda yapılmakta olan çalışmalar­da bu ilaçların iştahı kestiği, fakat yan tesir olarak ereksiyon yapmış olduğu saptanmış ve bu defa bu alan­da kullanılmaları için çalışmalara başlanmıştır­­.

Seretonin reseptörleri­ni önleyen  ilaçlar da geliştirilme safhasındadır­­. Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan amilin ve exenatide (glukagon like peptid-1) içeren  ilaçların kilo verdirdiği saptanmıştır ve bu konu hakkın­da incelemeler yapılmaktadır­­. Oxyntomodulin kimyasal muhteviyatlı bir ilaçla kilo verilişi başarılı neticeler vermiştir ve üzerinde hali hazır­da çalışılıyor­.

Rimonabant ismin­de kimyasal muhteviyatı olan bir ilaç üzerinde çalışmalar yapılmakta ve bu ilacın iştahı keserek ve başka sistemlerle kilo verdirdiği gösterilmiştir­­. Yapılan çalışmalar tek bir ilacın obezite tedavisinde kafi olmayacağını, aynen  hipertansiyon tedavisinde olduğu şekil­de farklı mekanizmalara tesir eden  iki ya da daha fazla ilacın kullanılışı­nın gerektiği­ni göstermektedir­­. Yakın gelecekte bu tür tedavilerin başlayacağını beklemekte­yiz­.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Beyin Tümörü Nedir?

BEYİN TÜMÖRÜ



Beyinde bulunan normal hücrelerin anormal hale gelerek büyüyüşü neticesin­de iyi huylu ve kötü huylu olarak kitleler haline gelen  oluşumlar beyin tümörleri olarak nitelendirilmektedirler­. Bu sonradan meydana gelen  parça kafatası içi basıncı­nın artmasına sebep olarak beyin üzerine baskı yapmaya başlar ve bazı kötü belirtiler gösterir­­.

Beyin baskı altın­da normal yapısını kaybederek fonksiyonlarını yerine getiremez hale gelir ve başlıca; baş ağrısı, epilepsi benzeri bayılmalar, vücudun bir­takım bölgelerinde kısmi felçler, şiddetli kusmalar, bir­takım fiziksel yeteneklerin kaybı ve kişilik deformiteleri (bozuklukları) gibi belirtiler ile kendisi­ni gösterir­­.

Nasıl Acıkırız?

Nasıl Acıkırız?

İştahımızı arttırarak acıkmamıza neden  olan vücut­ta bulunmakta olan bir hormondur­. Ghrelin hormonu 1999 senesinde saptanan ve mideden  saşgılanıp iştahı artıran bir hormondur­. Ghrelin mideden  saşgılanıp beyne varmak­ta ve iştahı ve yiyecek alımını artırmaktadır­­. Bu nedenle Ghrelin yemek yemeyi artıran bir hormon olarak anılmaktadır­­. Leptin hormonu gibi obeziteyle yakın­dan ilgili oluşu nedeniyle ghrelin hormonu üzerinde son 6 sene içinde 2000'e yakın çalışma yapılmış ve son olarak obezite tedavisinde aşıyla ilgili çalışmaların konusu olmuştur­.

Ghrelin yemek öncesi kan­da artar ve iştahı artırarak yemek yemeyi başlatmaktadır­­. Kan şekeri düştüğünde ya da aç kalındığın­da kan­da ghrelin hormonu artarak yemek yememize neden  olmakta­dır­­. Yemek yeip daha son­ra kandaki ghrelin düzeyi azalmaktadır­­.

Boyun fıtığı neden olur?

Boyun fıtığı neden olur?



Boyun­da yedi adet omur kemiği vardır­­. Bunlar­dan 1­. ve 2­.'si arasın­da disk yoktur, diğerleri­nin arasın­da disk vardır­­. Diskin içinde yumuşak nükleus pulpozus, hari­cinde daha sert olan anulus fibrozus vardır­­. İçindeki yumuşak kısım dışarıya çıkınca, arkadan kanalın içerisin­den  geçmekte olan omuriliğe ve yanlara ayrılan sinirlere baskı yapar bunun neticesin­de bu alan­da hem boyun ağrısı hemde kol ağrısı meydana çıkmakta­dır­­. 

Boyun fıtığı, boyun omurları arasında mevcut olan ve amortisör görevi gören  disklerin zaman içerisinde yıpranma­sı ve fıtıklaşmasıdır­­.  Sertleşen  ve yerin­den  kayan diskler sinirlere baskı yapıp; boyun, sırt ve kollar­da ağrılara ve güç kaybına neden  o­lur­. Her ağrı boyun fıtığını işaret etmez­. Boyun ve kol ağrısı, başka pek çok rahatsızlığın da belirtileri içerisinde olduğu için boyun fıtığınız olup olmadığını belirlemek amacı ile kapsamlı bir muayene gerekir­­. Genellikle, boyun ve kol ağrısı ile beraber ellerde de güç kaybı görüldüğü takdirde boyun fıtığın­dan şüphelenilir­­.

Fıtık kelimesi­ni duyar duymaz çoğumuzun içi­ni ameliyat kaygısı kaplar­. Lakin tıpkı bel fıtığı gibi boyun fıtığı da her zaman ameliyat gerektirmiyor­. Fıtığın derecesine göre bazı zamanlar ilaç tedavisi veya fizik tedavi de kişileri rahatlatmak amacıyla kafi olmakta­dır­­. Boyun fıtığı ilerlemişse ve ameliyat gerekiyorsa da, bu durumu soğukkanlı bir şekil­de karşılamanız gerekir­­. Günümüzde cerrahi müdahale yöntemleri oldukça çeşitlenmiş ve gelişmiştir­­. Elbette en  iyi yöntem fıtıklaşmayı daha en  başın­dan engellemektir­­. Boyun fıtığına karşı öncelikli tedbirlerden  biri düzenli ve bilinç sahi­bi şekil­de egzersiz yapmaktır­­.

Boyun fıtığı­nın belirtileri

Boyun bölgesinde hem kolda, hem boyun­da hem de bacaklar­da sorun ola­bilir çünkü bu bölgelere giden  sinirler boyun­dan geçtiği için hem kollar hem bacaklar etkilenebilir­­. Bunun neticesin­de hastalar­da yürüme deformitesi (bozukluğu) ya da bacaklar­da güçsüzlük oluşa­bilir­­.

Gebelikte Baş Dönmesi Nasıl Geçer?

Gebelikte Baş Dönmesi Nasıl Geçer?

Gebeliğin ilk üç ayın­da meydana gelen  ve genel­de yaşanmakta olan baş dönme­si fiziksel olarak kabul edi­lir­­.

Gebe kadınlar­da fiziksel olarak meydana gelen  baş dönmesi; dinlenilirse hafifleyecektir­­. Fakat bütünüy­le ortadan kalkma­sı ilk üç ay için olanaklı olmaz­.

Gebeliğin ikinci üç aylık sürecinde, fiziksel olarak tanımlanan baş dönmeleri kaybolmaktadır­­. Gebeliğin ilk üç aylık çağı­nın bitmiş olmasına rağmen, gebe kadınlar­da baş dönmeleri varsa, fiziksel sebeplerden  başka sebepler mevzu­bahis ola­bilir­­. Bu durumda, gebe kadınların doktora danışıp baş dönmesine sebep olan başka bir hastalık olup olmadığı­nın araştırılışı gereklidir­­.

Gebelik süreci boyunca görülmekte olan ve gebelerde baş dönmesine sebep olan şeker hastalığı, tansiyon düşmesi, kansızlık gibi hastalıklar basit tedaviler ile hekimler tarafın­dan tedavi edilebilmektedir­­. Bu hastalıklar ortadan kalktığın­da bu hastalıklar­dan kaynaklı bir şekil­de maruz kaldığınız baş dönmeleri de son bulacaktır­­.

21 Ekim 2014 Salı

Gebelikte baş dönmesi için evde ne yapabiliriz?

Gebelikte baş dönmesi için evde ne yapabiliriz?

Gebelik sürecinde gebe kadınlar­da yaşanan baş dönme­si genel­de karşılaşı­lan bir haldir­­. Gebeliğin ilk üç ayın­da meydana gelen  baş dönmelerine fazlaca müdahale edilemez­. Bu süreçte anne adayı­nın vücudu hamileliğe alışmaya çalışır­­. Hamileliğe uyum süresince baş dönmeleri görülmeye devam eder ve bütünüy­le oradan kalkmaz­.

Anne vücudunun hamileliğe uyumu hari­cinde ilk üç ayda ortaya çıkabilecek baş dönmelerine evde müdahale etmenin farklı yolları mevcuttur­. Bunlar­dan ilki baş dönmesi­nin sebebine müdahale etmektir­­. Örnek verecek olursak baş dönme­si hamile kadı­nın hızlı pozisyon değiştirmesin­den  kaynaklanıyorsa ani hareketler yapmaktan uzak durmak, şeker düşüklüğünden kaynaklı olan bir baş dönmesiyse yiyecek desteği yapmak baş dönmesine karşı evde alabileceğimiz önlemlerdendir­­.

Gebelikte baş dönmesi­nin önüne geçebilmek amacı ile beslenmeden  kaynaklı olan sıkıntıları, gebelik boyunca sık aralıklarla ve dengeli beslenerek, öğünleri takip edip ve şeker düzeyimizi sabit tutmaya çalışarak çözebiliriz­.

Bilhassa hamileliğin son üç ayın­da meydana gelen  ve pozisyon­dan kaynaklı olan baş dönmelerinde, yatar konumda iken  rahim arkadan geçen  büyük damarlar üzerine baskı yaparak gebe kadınlar­da kalbe giden  damarları tıkar ve kalbe giden  kan miktarı azalır­­. Bu sebeple de gebe kadınlar­da baş dönme­si oluşa­bilir­­. Evde kolay bir pozisyon değişikliği ile bu durumun önüne geçile­bilir­­. Daha çok sola dönmek bu sorunu kolaylık­la çözebilir­­.

Gebelikte Baş Dönmesi Ne Zaman Başlar?

Gebelikte Baş Dönmesi Ne Zaman Başlar?

Gebelikte baş dönmesi­nin en  fazla görüldüğü zaman ilk üç aylık dönemdir­­.

Gebeliğin sekizinci haftasın­dan başlayarak baş dönmeleri başlaya­bilir­­. Sekizinci haftadan on ikinci haftaya kadar, gebe kadınlar­da baş dönmeleri oldukça sık görülmekte­dir­­. Hemen  hemen  her 100 hamile kadın­dan 70 ya da 80'i baş dönme­si sıkıntısıyla gele­bilir­­. Baş dönmeleri­nin gerçek sebebi, gebe vücudunun uyum sürecine girmesiyle bir­likte yaşanan tansiyon düşmesidir ve korkulacak bir durum olmaz­.

Gebeliğin başka zamanların­da de yorgunluktan kaynaklı olan düşük tansiyon olasılı­ğı meydana gele­bilir­­. Şeker düşme­si gibi hal­ler gebe kadınlar­da genel­de görülür ve baş dönmesiyle sonuçlana­bilir­­.

Gebeliğin son üç ayın­da meydana gelen  özel durumda bebek ve rahim büyür­. Buna karşılık hamile kadı­nın sırt üstü yatışıyla rahim, arkadan geçen  aort damarına baskı yapar­. Kalbe giden  damarlar baskı altın­da olduğun­dan kalbe daha az kan gitmekte­dir­­. Bu şekil­de bir baş dönme­si meydana gele­bilir­­. Bu durumda yapılabilecek en  iyi şey, hamile kadı­nın hafif olarak sola dönme­si ve aort damarı üstündeki baskıyı azaltmasıdır­­. 

Adıyaman Çiğ Köftecisi Iğdır Telefon Numarası

04762271888 Iğdır Çiğ Köfte, Çiğ köfteci öz adıyaman çiğ köftesi, adıyaman çiğ köftecisi, lezzetli ve hesaplı Iğdır Çiğ Köfte