Behçet Hastalığı Nedir?
İlk defa 1937 senesinde Türk dermatoloji profesörü Dr. Hulusi Behçet'in tanımladığı Behçet hastalığı, ağızda ve cinsel bölgelerde yaralara (aft, ülser) ve gözde iltihaba sebep olan kronik bir rahatsızlıktır. Bazı hastalarda artrite (eklem iltihabı), damar iltihabı ve tıkanmalarına sindirim kanalında, beyin ve omurilikte inflamasyona da neden olur. Burada `iltihap` kelimesiyle anlatılmak istenen, "mikropsuz" bir iltihaptır.
Behçet hastalığı her hastada farklı bir tablo çizer. Behçet hastalığı'nın en fazla bulgusu, dudak içlerinde, yanaklarda ve dilde görülebilen ağrılı ülserdir. Hemen hemen her hastada görülmektedir. Ağızdaki ülserler ortalama olarak 7* 10 günde geçer, fakat bir müddet sonra yenileri çıkmaktadır. Ağızdaki ülserler iyileşince yerinde iz bırakmazlar. Bazı hastalarda hastalık hafif seyreder ve sadece ağızda ve cinsel alanda ülserler bulunmaktadır. Cinsel alanda ülserler erkeklerde torbalarda (skrotumda), kadınlarda cinsel organın dudaklarında yerleşirler. Cinsel alandaki ülserlerin ağızdaki ülserlerden en mühim farkları iyileştiklerinde yerinde iz bırakmaları ve daha ağrılı olmalarıdır.
Behçet Hastalığı Nedir?
Göz ve damar tutuluşu erkeklerde daha sık ve ağır seyirlidir. Göz tutuluşu, tedavi edilmediği takdirde görmede azalmaya ve hatta geri dönüşümü olmayan körlüğe neden olabilir. Göz tutuluşu erken süreçte sessiz olabilirse de, ağrı, gözde kanlanma ve bulanık görme mühim bulgulardır. Yurdumuzda her 10 Behçet hastasının 4 ila 5'inde göz tutulması bulunur. Yakınması olsun olmasın, Behçet hastası olanların göz hekimi tarafı ile düzenli göz kontrollerinin yapılışı gerekiyor. Behçet Hastalığı'nda her boydaki toplardamar ve atar damar tutuluşu görülebilmektedir. Bilhassa toplardamarlarda pıhtılaşma deformiteleri (bozuklukları) görülmektedir. Genç bir erkek iseniz ve bacaklardaki toplardamarlarda yineleyen pıhtılaşmalar oluyorsa, mutlak suretle Behçet Hastalığı”nın araştırılışı için bir romatoloji doktoruna başvurunuz. Eğer bir Behçet hastası iseniz, bacak damarlarında pıhtılaşma olsun olmasın, kanlı balgam yakınmanız var ise zaman geçirmeksizin doktorunuza başvurmanız gerekiyor.
Behçet hastalarında akne diye bilinen iltihaplı sivilciler görülmektedir. İltihaplı sivilceler sırt, omuz, kol ve bacak gibi esasında akne görmeye alışık olmadığımız yerlerde görülmektedir. Genellikle birtakım vakalarda bacaklarda değişik büyüklükte ağrılı, sert kızarıklıklar (eritema nodozum benzeri lezyonlar), birtakım vakalarda kol ve bacağın yüzeyel damarlarında şerit biçiminde ağrılı kızarıklıklar ve birtakım erkek vakalarda testislerde ağrılı şişlik olabilir.
Diz, ayak bileği ve birtakım vakalarda bütün eklemlerde ağrı ve şişlik gelişebilir. Fakat genelde eklemleri tahrip etmez. Behçet Hastalığı beyin dokusunda zararlanma ve menenjite neden olabilir (beyni saran zarların iltihaplanması). Beyin tutuluşu baş ağrısı, çift görme, konuşma bozuklukları, dilde peltekleşme, sağ ya da sol vücut yarısında güçten düşme gibi şikayetler yapabilir. Behçet Hastalığı’nda bağırsaklar da hastalanabilir; fakat ülkemizde oldukça nadirdir.
Şiddetli bulgular genel olarak ilk belirtiler başladıktan aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkarlar. Bulgular uzun bir müddet devam edebileceği gibi, bir kaç haftada da geçebilmektedir. Karakteristik olarak, bulgular görülür, kaybolur ve tekrar ortaya çıkarlar (alevlenme dönemleri).
Online Bilgiler,Online Hesaplamalar ve Aslında içinde Online geçen Herşey hakkında Bilgiler veren Bir Platform
30 Kasım 2014 Pazar
Yumurtalık Yaşlanmasının Nedenleri
Yumurtalık Yaşlanması Neden Olur?
Yumurtalık yaşlanması her kadının başına gelecek doğal bir evredir. Yumurtalık yaşlanmasında en belirleyici faktör yaştır. Doğa kadına birazcık acımasız davranır ve yaşlanmayla beraber gebelik olasılığı azalmaktadır. İnsanda hayatta kalım süresi yıllarla beraber arttı. Lakin menopoz yaşı değişmedi.
Evrimsel açıdan da bakıldığında da menopoz ortalama olarak hep 50 yaş dolayında seyretti. Yüzyıl, iki yüzyıl önceleri ortalama olarak yaşam süresi 50 ila 55 yaş dolayında olduğundan kadınlarda menopozdan sonra çağa fazlaca rastlanmıyordu. Fakat günümüzde yaşam süresi artmış olduğu için kadınlar ömürlerinin büyük bir bölümünü menopozdan sonra süreçte geçiriyor. Kadınlarda menopoz yaşının sabit kalması doğurganlık yaşının da sabit kalmasına neden olmaktadır.
Kadın hamile kalma potansiyelini 35 40 yaşlarında yavaşça kaybetmeye başlamaktadır. Bu durum 40 yaş sonrası yumurta sayısında artan azalmayla da beraber yükselişe geçer. Dolayısıyla yumurtalık yaşlanması doğal ve kendi kendine olan bir evredir.
Yumurtalık yaşlanması her kadının başına gelecek doğal bir evredir. Yumurtalık yaşlanmasında en belirleyici faktör yaştır. Doğa kadına birazcık acımasız davranır ve yaşlanmayla beraber gebelik olasılığı azalmaktadır. İnsanda hayatta kalım süresi yıllarla beraber arttı. Lakin menopoz yaşı değişmedi.
Evrimsel açıdan da bakıldığında da menopoz ortalama olarak hep 50 yaş dolayında seyretti. Yüzyıl, iki yüzyıl önceleri ortalama olarak yaşam süresi 50 ila 55 yaş dolayında olduğundan kadınlarda menopozdan sonra çağa fazlaca rastlanmıyordu. Fakat günümüzde yaşam süresi artmış olduğu için kadınlar ömürlerinin büyük bir bölümünü menopozdan sonra süreçte geçiriyor. Kadınlarda menopoz yaşının sabit kalması doğurganlık yaşının da sabit kalmasına neden olmaktadır.
Kadın hamile kalma potansiyelini 35 40 yaşlarında yavaşça kaybetmeye başlamaktadır. Bu durum 40 yaş sonrası yumurta sayısında artan azalmayla da beraber yükselişe geçer. Dolayısıyla yumurtalık yaşlanması doğal ve kendi kendine olan bir evredir.
Yumurtalık Yaşlanması Olanlar Nelere Dikkat Etmelidir?
Yumurtalık Yaşlanması Olanlar Nelere Dikkat Etmelidir?
Yumurtalık yaşlanması süreci boyunca dikkat edilişi gerekenlere gelme den evvel esasında bu konu ile ilgili en mühim nokta yumurtalık yaşlanmasının saptanmasıdir. Bundan dolayı kadınlarda yıllık jinekolojik muayenelerin ihmal edilmemesi yumurtalık yaşlanması sürecindeki ilk adımdır. Yumurtalık yaşlanmasının hiç bir belirtisi ya da bulgusu bulunmaz. Lakin jinekologlar rutin kontrol esnasında yumurtalık yaşlanmasını rahatlıkla anlayabilirler.
Yumurtalık yaşlanması tespit edilip daha sonra tedavi olarak yapılabilecek hiç bir şey yok diyebiliriz. Yumurtalık yaşlanması hususunda yapılabilecek yegane şey zaman yönetimidir. Yumurtalık yaşlanması tanısı konulduktan ve yumurtalık kapasitesinin azaldığını belirleyip daha sonrasında bu kişiye doktor tarafı ile gebelik için vaktini iyi değerlendirmesi önerilebilir. Böylelikle hamile kalmak amacıyla sahip olunan sınırlı zaman daha verimli kullanılabilir.
Yumurtalık yaşlanması süreci boyunca dikkat edilişi gerekenlere gelme den evvel esasında bu konu ile ilgili en mühim nokta yumurtalık yaşlanmasının saptanmasıdir. Bundan dolayı kadınlarda yıllık jinekolojik muayenelerin ihmal edilmemesi yumurtalık yaşlanması sürecindeki ilk adımdır. Yumurtalık yaşlanmasının hiç bir belirtisi ya da bulgusu bulunmaz. Lakin jinekologlar rutin kontrol esnasında yumurtalık yaşlanmasını rahatlıkla anlayabilirler.
Yumurtalık yaşlanması tespit edilip daha sonra tedavi olarak yapılabilecek hiç bir şey yok diyebiliriz. Yumurtalık yaşlanması hususunda yapılabilecek yegane şey zaman yönetimidir. Yumurtalık yaşlanması tanısı konulduktan ve yumurtalık kapasitesinin azaldığını belirleyip daha sonrasında bu kişiye doktor tarafı ile gebelik için vaktini iyi değerlendirmesi önerilebilir. Böylelikle hamile kalmak amacıyla sahip olunan sınırlı zaman daha verimli kullanılabilir.
Yumurtalık Yaşlanması Nedir?
Yumurtalık Yaşlanması
Kadınlarda yumurtalıklarda bulunan yumurtaların sayı ve kalite olarak azalışına yumurtalık yaşlanması demekteyiz. Yumurtalık yaşlanması ile ilgili öğrenilmek istenen birçok soru var. İlk olarak yumurtalık yaşlanması doğal bir evredir. Her kız çocuğu anne karnından bariz bir yumurta havuzuyla doğar, yıllar geçtikçe sahip olunan yumurta sayısı yavaşça azalmaya başlar ve menopozla beraber yumurtalar ve doğurganlık bütünüyle biter. Bu süreci önleyebilmenin bir yolu yoktur. Lakin yumurtalık yaşlanmasının erken ya da geç görülmesini etkisi altına alan birtakım etkenler mevcuttur. Bunların başında kalıtsal etkenler geliyor. Genetik etkenler haricinde sigara tüketilmesi de yumurtalara toksik etki yaptığından yumurta sayısını etkisi altına alan faktörlerden biri olarak görülmektedir. Yumurtalık yaşlanmasında menopozda görülmekte olan ateş basması ya da adet düzeninin bozuluşu gibi belirtiler görülmediği için yıllık jinekolojik muayeneler büyük ehemmiyet taşımaktadır. Bunun yardımıyla en azından zaman planlanması yapılabilir. Ve yaşlanma başlamışsa hastalar acele etmeleri hususunda uyarılabilir. Yumurtalık yaşlanması hususunda daha detaylı bilgi kazanmak istiyor iseniz ve yumurtalık yaşlanması neden olur, yumurtalık yaşlanması olan kadın hamile kalabilir mi, yumurtalık yaşlanması hususunda dikkat edilişi gerekenler nelerdir gibi soruların cevabını merak ediyorsanız aşağıdaki konularda bulabilirsiniz.
Kadınlarda yumurtalıklarda bulunan yumurtaların sayı ve kalite olarak azalışına yumurtalık yaşlanması demekteyiz. Yumurtalık yaşlanması ile ilgili öğrenilmek istenen birçok soru var. İlk olarak yumurtalık yaşlanması doğal bir evredir. Her kız çocuğu anne karnından bariz bir yumurta havuzuyla doğar, yıllar geçtikçe sahip olunan yumurta sayısı yavaşça azalmaya başlar ve menopozla beraber yumurtalar ve doğurganlık bütünüyle biter. Bu süreci önleyebilmenin bir yolu yoktur. Lakin yumurtalık yaşlanmasının erken ya da geç görülmesini etkisi altına alan birtakım etkenler mevcuttur. Bunların başında kalıtsal etkenler geliyor. Genetik etkenler haricinde sigara tüketilmesi de yumurtalara toksik etki yaptığından yumurta sayısını etkisi altına alan faktörlerden biri olarak görülmektedir. Yumurtalık yaşlanmasında menopozda görülmekte olan ateş basması ya da adet düzeninin bozuluşu gibi belirtiler görülmediği için yıllık jinekolojik muayeneler büyük ehemmiyet taşımaktadır. Bunun yardımıyla en azından zaman planlanması yapılabilir. Ve yaşlanma başlamışsa hastalar acele etmeleri hususunda uyarılabilir. Yumurtalık yaşlanması hususunda daha detaylı bilgi kazanmak istiyor iseniz ve yumurtalık yaşlanması neden olur, yumurtalık yaşlanması olan kadın hamile kalabilir mi, yumurtalık yaşlanması hususunda dikkat edilişi gerekenler nelerdir gibi soruların cevabını merak ediyorsanız aşağıdaki konularda bulabilirsiniz.
29 Kasım 2014 Cumartesi
Patates Kızartması Kilo Yapar Mı?
Patates Kızartması Kilo Yapar Mı?
Patates en fazla kızartma olarak yenmektedir. Patatesin kızartma olarak yenmesi içerdiği kalori miktarı arttırdığı gibi sindirimi de son derece güçleştirir. Uzun süre beklemiş, yeşillenmeye başlamış patateslerin tüketilmemesi gerekmektedir. Patatesin bir çok yemeği vardır fakat kızartma patatesten yapılan yemekler içinde en fazla kalori verenlerin başında gelir. Kilo sorunu yaşayanlar mümkünse kızartmamalı, kızartma olarak yemek isterlerse de bunu arada birle kısıtlı tutmak, çok az yağ ile kızartmak ve porsiyonlarını oldukça küçük tutmak şartıyla yapabilirler. Kızartmada fazla yağ kullanılışı bilhassa diyet yapanlar için tercih edilmeyen durum oluşturur. Her ne kadar güzel olmasını istediysek de bir türlü yapamadığımız çıtır kızartmalar için dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır; Yumuşamış, rengi bozulmuş patateslerin kullanımı tercih edilmemelidir. İnce olarak kesilmiş patates dilimleri tuzlu su koyulmuş kase içerisinde buzdolabında 1 saat kadar bekletilmelidir. Daha sonra kızarmaya hazır duruma gelecektir. Kızartma tavasındaki yağı kızdırırken yağ yanmadan ve dumanı çıkmaya başlamadan patatesler içerisine atılmalıdır. Fazla karıştırmadan pişirilmeli ocaktan aldıktan sonra tuzun alınması gerekiyor. Patatesin sağlık deposu olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Değişik tariflerle kullanarak yaz ve kış severek tüketebiliriz.
Patates kızartması kaç kalori : 428 kalori
1 Adet Patates (Kabuklu) Kaç Kalori: 142 kcal
1 Porsiyon (orta) Patates Püresi Kaç Kalori: 490 kalori
Kilo sorunu yaşayanların tüketmesi önerilmeyen yiyecek maddelerindendir. Kilo sorunu yaşayanların aldıkları enerji miktarına dikkat etmesi yapılması lazım olan mühim gerekliliktir.
Patates en fazla kızartma olarak yenmektedir. Patatesin kızartma olarak yenmesi içerdiği kalori miktarı arttırdığı gibi sindirimi de son derece güçleştirir. Uzun süre beklemiş, yeşillenmeye başlamış patateslerin tüketilmemesi gerekmektedir. Patatesin bir çok yemeği vardır fakat kızartma patatesten yapılan yemekler içinde en fazla kalori verenlerin başında gelir. Kilo sorunu yaşayanlar mümkünse kızartmamalı, kızartma olarak yemek isterlerse de bunu arada birle kısıtlı tutmak, çok az yağ ile kızartmak ve porsiyonlarını oldukça küçük tutmak şartıyla yapabilirler. Kızartmada fazla yağ kullanılışı bilhassa diyet yapanlar için tercih edilmeyen durum oluşturur. Her ne kadar güzel olmasını istediysek de bir türlü yapamadığımız çıtır kızartmalar için dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır; Yumuşamış, rengi bozulmuş patateslerin kullanımı tercih edilmemelidir. İnce olarak kesilmiş patates dilimleri tuzlu su koyulmuş kase içerisinde buzdolabında 1 saat kadar bekletilmelidir. Daha sonra kızarmaya hazır duruma gelecektir. Kızartma tavasındaki yağı kızdırırken yağ yanmadan ve dumanı çıkmaya başlamadan patatesler içerisine atılmalıdır. Fazla karıştırmadan pişirilmeli ocaktan aldıktan sonra tuzun alınması gerekiyor. Patatesin sağlık deposu olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Değişik tariflerle kullanarak yaz ve kış severek tüketebiliriz.
Patates kızartması kaç kalori : 428 kalori
1 Adet Patates (Kabuklu) Kaç Kalori: 142 kcal
1 Porsiyon (orta) Patates Püresi Kaç Kalori: 490 kalori
Kilo sorunu yaşayanların tüketmesi önerilmeyen yiyecek maddelerindendir. Kilo sorunu yaşayanların aldıkları enerji miktarına dikkat etmesi yapılması lazım olan mühim gerekliliktir.
28 Kasım 2014 Cuma
Şişmanlık Hastalık Mıdır?
Şişmanlık Hastalık Mıdır?
Bu problemin cevabı basit bir dille evet. Eskiden zengin toplulukların sorunu olan şişmanlık artık gelişen toplumlarında sorun olarak önümüze çıkar. Ülkemizde de gerek çocukluk gerekse yetişkin süreci boyunca şişmanlık artık toplum sağlığını tehdit etmekte olan ve mutlak suretle tedbir alınması lazım olan bir rahatsızlıktır. Kullanılan ilaçlar, işgücü kaybı ve tedavi giderlerini de düşünecek olursanız hem kişisel hem de ülke ekonomisi için büyük bir olumsuz etkendir.
Yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da bireyleri menfi şekilde etkilediği ve de tür 2 diyabet,kalp rahatsızlıkları,hipertansiyon,kan lipit tablosu bozukluklarına yol açtığı için toplum sağlığını tehdit etmekte olan mühim bir hastalık olarak tanımlayabiliriz.
Şişmanları zayıflatarak hangi sağlık risklerinden uzaklaşılabilir?
Genelde erişkinlerde görülmekte olan fakat son zamanlarda çocuklarda da artış eğilimi gösteren Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek kolesterol, kalp rahatsızlıkları ve de bunlardan kaynaklı bir şekilde felç veya böbrek bozukluklarına rastlanılabilir. Obezlik+insülin direnci veya diyabet+yüksek kolesterol+yüksek tansiyona Metabolik sendrom veya sendrom X demekteyiz. Zayıflamak suretiyle bütün bu sağlık risklerinden uzaklaşabilirler.
Bu problemin cevabı basit bir dille evet. Eskiden zengin toplulukların sorunu olan şişmanlık artık gelişen toplumlarında sorun olarak önümüze çıkar. Ülkemizde de gerek çocukluk gerekse yetişkin süreci boyunca şişmanlık artık toplum sağlığını tehdit etmekte olan ve mutlak suretle tedbir alınması lazım olan bir rahatsızlıktır. Kullanılan ilaçlar, işgücü kaybı ve tedavi giderlerini de düşünecek olursanız hem kişisel hem de ülke ekonomisi için büyük bir olumsuz etkendir.
Yalnızca fiziksel değil, psikolojik olarak da bireyleri menfi şekilde etkilediği ve de tür 2 diyabet,kalp rahatsızlıkları,hipertansiyon,kan lipit tablosu bozukluklarına yol açtığı için toplum sağlığını tehdit etmekte olan mühim bir hastalık olarak tanımlayabiliriz.
Şişmanları zayıflatarak hangi sağlık risklerinden uzaklaşılabilir?
Genelde erişkinlerde görülmekte olan fakat son zamanlarda çocuklarda da artış eğilimi gösteren Tip 2 diyabet, hipertansiyon, yüksek kolesterol, kalp rahatsızlıkları ve de bunlardan kaynaklı bir şekilde felç veya böbrek bozukluklarına rastlanılabilir. Obezlik+insülin direnci veya diyabet+yüksek kolesterol+yüksek tansiyona Metabolik sendrom veya sendrom X demekteyiz. Zayıflamak suretiyle bütün bu sağlık risklerinden uzaklaşabilirler.
İnatçı Kilolar Nasıl Verilir?
İnatçı Kilolar Nasıl Verilir?
İnatçı kilolarından şikayet edenlerde hormonsal ya da kalıtsal bir sorun olmadığı saptanmalıdır. Eğer var ise bu yönde tedaviye geçilir. Lakin böyle hastaların oranı çok azdır. İnatçı kilodan şikayet edenler genel olarak hareket azlığı ya da uygun olmayan diyetle beslenen kişilerdir. Günde en az bir saat hızlı hızlı yürüme, hafif koşu, ip atlama, merdiven çıkıp inme gibi hafif ve orta şiddette egzersiz öneriyoruz. Bunun dışındaistedikleri sporları da yapabilirler. Öğün atlamamaları gerekir. Az ve sık yani 6 öğün beslenmeliler. Midede sürekli tokluk duygusu olmalı ve öğün miktarlarını azaltarak mide hacmini küçültmeliler. Evde salatalık, marul gibi yeşillikler olmalı ve acıktıkça kalori değerleri çok düşük olan bu besinler tüketilmelidir. Televizyon karşısında geçirilmiş olan zaman azaltılmalıdır. Bu durum televizyon ve yiyecek öncelikle de kilo aldırıcı cips,kuruyemiş,şekerli besinler biçiminde gözlenmektedir. Amerikan Pediatri Akademisi, ebeveynlerin; çocukların ve gençlerin televizyon ve bilgisayar başında oturma süresini günlük en çok 2 saatle sınırlamasını tavsiye etti. Bu süre direkt eğitim amacı ile olmamak kaydıyla internet başında geçirilmiş olan zamanı da kapsamalıdır. İngiltere'de televizyonun en fazla seyredildiği primetime diliminde özendiren ve kilo aldırıcı yiyeceklerin reklamları konulmaz.
Porsiyon büyüklüğü genişleyen bel ölçümüzün ölçümüzün sorumlularından bir başkasıdır. Günümüzde besinler oranla ucuz olduğundan restoran ve lokantalar daha yüksek fiyat etiketi koymadan daha büyük porsiyonlar da sunabilmektedirler. Bizlerde paramızın karşılığını almamız gerektiğini düşünüyoruz. 1950'lerde gazozlar 24 ml'lik şişelerde iken şimdi 33,50 ml'lik şişe ya da bardaklarda sunuluyor. Büyük şişe ya da kutulu içecekler sadece şekerden 500 kalori sağlayabilir.
Günümüzde pek çok anne ve baba çalışıyor. Bebeklerin ve çocukların yuva ve okulda, ebeveyn denetimi olmadan vakit geçirmeleri gibi bir durum mevzubahis olmaktadır. Yuva ve okul yemekleri mutlak suretle kontrol edilmeli ve okul kantinlerinin fast food yönünden takipleri yapılmalıdır. Okullarda beden eğitimi faaliyet ve dersleri özendirilmelidir.
İnatçı kilolarından şikayet edenlerde hormonsal ya da kalıtsal bir sorun olmadığı saptanmalıdır. Eğer var ise bu yönde tedaviye geçilir. Lakin böyle hastaların oranı çok azdır. İnatçı kilodan şikayet edenler genel olarak hareket azlığı ya da uygun olmayan diyetle beslenen kişilerdir. Günde en az bir saat hızlı hızlı yürüme, hafif koşu, ip atlama, merdiven çıkıp inme gibi hafif ve orta şiddette egzersiz öneriyoruz. Bunun dışındaistedikleri sporları da yapabilirler. Öğün atlamamaları gerekir. Az ve sık yani 6 öğün beslenmeliler. Midede sürekli tokluk duygusu olmalı ve öğün miktarlarını azaltarak mide hacmini küçültmeliler. Evde salatalık, marul gibi yeşillikler olmalı ve acıktıkça kalori değerleri çok düşük olan bu besinler tüketilmelidir. Televizyon karşısında geçirilmiş olan zaman azaltılmalıdır. Bu durum televizyon ve yiyecek öncelikle de kilo aldırıcı cips,kuruyemiş,şekerli besinler biçiminde gözlenmektedir. Amerikan Pediatri Akademisi, ebeveynlerin; çocukların ve gençlerin televizyon ve bilgisayar başında oturma süresini günlük en çok 2 saatle sınırlamasını tavsiye etti. Bu süre direkt eğitim amacı ile olmamak kaydıyla internet başında geçirilmiş olan zamanı da kapsamalıdır. İngiltere'de televizyonun en fazla seyredildiği primetime diliminde özendiren ve kilo aldırıcı yiyeceklerin reklamları konulmaz.
Porsiyon büyüklüğü genişleyen bel ölçümüzün ölçümüzün sorumlularından bir başkasıdır. Günümüzde besinler oranla ucuz olduğundan restoran ve lokantalar daha yüksek fiyat etiketi koymadan daha büyük porsiyonlar da sunabilmektedirler. Bizlerde paramızın karşılığını almamız gerektiğini düşünüyoruz. 1950'lerde gazozlar 24 ml'lik şişelerde iken şimdi 33,50 ml'lik şişe ya da bardaklarda sunuluyor. Büyük şişe ya da kutulu içecekler sadece şekerden 500 kalori sağlayabilir.
Günümüzde pek çok anne ve baba çalışıyor. Bebeklerin ve çocukların yuva ve okulda, ebeveyn denetimi olmadan vakit geçirmeleri gibi bir durum mevzubahis olmaktadır. Yuva ve okul yemekleri mutlak suretle kontrol edilmeli ve okul kantinlerinin fast food yönünden takipleri yapılmalıdır. Okullarda beden eğitimi faaliyet ve dersleri özendirilmelidir.
27 Kasım 2014 Perşembe
Çocuklarda Boy Kısalığı
Çocuklarda Boy Kısalığı
Büyüme, yani normal bir boya sahip olma sağlıklı olmanın en mühim kriterlerinden bir tanesidir. Normal büyümekte olan çocuk sağlıklı çocuktur. Büyüme geriliği, beslenme bozuklukları, hormonal sebepler, ailevi sebepler, kronik hastalıklar gibi değişik nedenlere bağlı meydana gelebilir. Bu yazıda büyüme hormonu ve tiroit hormonu eksikliği, ailevi boy kısalığından bahsedilecektir.
Bir çocuğun boyunun normal olduğu nasıl anlaşılır? Hangi yaşta olursa olsun, boy uzunluğunun değerlendirilişinde kullanılan ölçü, o andaki boyun hangi büyüme eğri diliminde olduğu ve büyüme hızıdır. Kısa boy, çıplak ayakla ölçülen boyun, o yaş ve cinse göre normal büyüme eğrilerinin alt sınırlarında (10 persentil altı) olmasıdır. Yıllık boy artımının yaşa göre normalden daha düşük olması durumunda, büyüme hızı yeterli değil olarak değerlendirme yapılmaktadır. Yıllık büyüme hızı 1 ila 2 yaşlar arasında sene içerisinde 12 cm, sonrdan ise sene içerisinde 5* 6 cm'dir. Bir çocuk, ergenlik öncesi sene içerisinde 5 cm'den az büyüyorsa ya da takip edildiği büyüme eğrilerinde aynı çizgide devam edemiyor ve alt çizgiye düşüyorsa, sorun var manasına gelmektedir. Durumunun tetkik edilişi gerekiyor. Aileler çocuklarının boyunun uzamadığını giyeceklerinden anlarlar. Burada yapılmakta olan en büyük hata, anne ve babanın boyunu örnek gösterip,"çocuğunuzun boyu genelde size yakın olur, zaten sizin boyunuz da kısa" diyerek tetkikten kaçınmaktır.
Büyüme hormonu, boy artışını direkt etkisi altına alan hormondur. Beyinde bulunan hipofiz bezinden salgılanır. Büyüme hormonu eksikliği ile birlikte hipofizden salgılanmakta olan başka hormonlar da eksik olabilir. Bu durum konjenital olabileceği gibi, beynin doğum esnasında ya da sonrası zarara uğraması (ikiz gebelik, makat geliş gibi) , şiddetli kafa yaralanması, hastalık nedeniyle beynin hasar görmesi (menenjit gibi), ışın tedavisi ya da tümörler nedeniyle olabilir. Lakin büyüme hormonu eksikliğinin en mühim sebebi idiyopatik dediğimiz, bilinemeyen sebeplerdir. Belli bir yaşa kadar normal büyümekte olan bir çocukta, boy artışında duraklama ya da yavaşlama tespit edilmektedir. Çocuk akranlarından geri kalmaya başlamaktadır. Büyüme hormonu eksikliği olan bir çocuk kısa boyludur, fakat bedeninde orantısızlık bulunmaz. Bu çocuklar hafif kilolu,yüzleri yaşlarına göre küçük çocuklardır. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar ergenliğe de geç girerler. Akranları her sene normal büyüdüğü, fakat büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar her sene az büyüdükleri için; ara her sene daha çok açılır. Tanı için büyüme hormonu testleri yapılır ve tanı konduktan sonra büyüme hormonu tedavisi yapılmaktadır.
Boy kısalığına sebep olan hormonlardan bir diğeri, tiroit hormonudur. Normal boy artışı için tiroit hormonuna gereksinim bulunur. Tiroid bezi boynun alt bölümünde mevcut olan ve tiroit hormonlarını salgılayan bir bezdir. Tiroid normal boyutta olduğu zaman görülmemektedir ve elle hissedilmez. Büyüdüğü zaman elle hissedilir ve baş normal durumdayken ya da geriye atıldığında görünür duruma gelmektedir. Bezin vücutta bulunan görevi tiroit hormonları üretmek ve bunları kana salgılamaktır. Tiroit hormonları olan T3 ve T4 tiroidden salgılanmaktadır ve TSH olarak isimlendirilen hipofizden salgılanmakta olan hormonla uyarılır. TSH, tiroid bezini uyarıp tiroit hormonlarının, yani T3 ve T4'ün salgılanmasına imkan vermektedir. Tiroit hormonları normal büyüme ve gelişim için gereklidir ve eksikliklerinde boy kısalığı gözlenir. Bu durum doğuştan olabileceği gibi, herhangi bir çocukluk yaşında da gözlenebilir.
Kalıtımın, boy uzamasında rolü bulunur. Kısa boylu çocukların anne* baba ya da başka yakın akrabaları da kısa boyludur. Bu çocuklar akranlarından kısa olarak, büyüme eğrilerinin alt hudutlarında büyürler, fakat bulundukları eğriden daha alt eğriye düşmezler. Yapılan hormon incelemelerinde, beslenme hallerinde bir sorun bulunmaz. Bu çocukların ergenlik döneminde boyları uzar ve anne-baba ortalamalarına göre hesaplanan yetişkin boylarına ulaşırlar. Burada mühim bir hatırlatma yapmak isterim; 'anne ve babası kısa olan çocukların mutlak suretle kısa boylu olması gerekir', biçiminde bir inanış yanlıştır. Sosyoekonomik şartların ve beslenmenin düzelmesiyle, boylarda uzama gözlenir. Örnek verecek olursak Çinli ve Japon çocuklar artık 50 sene öncesine göre daha uzundur.
Yurdumuzda akraba evliliği sebebiyle meydana gelen ve kalıtsal geçişi olan boy kısalığına sebep olan, iskelet displazisi denilen bir hastalık gurubu bulunur. Bu hastalık gurubunda orantısız boy kısalığına rastlanır. Bazı zamanlar bacaklar, bazı zamanlar da kollar kısadır. Baş büyük olabilir. Daha çok karşılaşılan tipi akondroplazidir. Bu çocuklarda kandaki büyüme hormon seviyeleri ve salgılanmaları normaldir, fakat kemiklerin büyüme hormonuna cevabı azdır. Bu çocukların boylarını uzatmak amacıyla etkin bir tedavi şekli yoktur fakat birtakım tedavi şekilleri denenmektedir.
Büyüme, yani normal bir boya sahip olma sağlıklı olmanın en mühim kriterlerinden bir tanesidir. Normal büyümekte olan çocuk sağlıklı çocuktur. Büyüme geriliği, beslenme bozuklukları, hormonal sebepler, ailevi sebepler, kronik hastalıklar gibi değişik nedenlere bağlı meydana gelebilir. Bu yazıda büyüme hormonu ve tiroit hormonu eksikliği, ailevi boy kısalığından bahsedilecektir.
Bir çocuğun boyunun normal olduğu nasıl anlaşılır? Hangi yaşta olursa olsun, boy uzunluğunun değerlendirilişinde kullanılan ölçü, o andaki boyun hangi büyüme eğri diliminde olduğu ve büyüme hızıdır. Kısa boy, çıplak ayakla ölçülen boyun, o yaş ve cinse göre normal büyüme eğrilerinin alt sınırlarında (10 persentil altı) olmasıdır. Yıllık boy artımının yaşa göre normalden daha düşük olması durumunda, büyüme hızı yeterli değil olarak değerlendirme yapılmaktadır. Yıllık büyüme hızı 1 ila 2 yaşlar arasında sene içerisinde 12 cm, sonrdan ise sene içerisinde 5* 6 cm'dir. Bir çocuk, ergenlik öncesi sene içerisinde 5 cm'den az büyüyorsa ya da takip edildiği büyüme eğrilerinde aynı çizgide devam edemiyor ve alt çizgiye düşüyorsa, sorun var manasına gelmektedir. Durumunun tetkik edilişi gerekiyor. Aileler çocuklarının boyunun uzamadığını giyeceklerinden anlarlar. Burada yapılmakta olan en büyük hata, anne ve babanın boyunu örnek gösterip,"çocuğunuzun boyu genelde size yakın olur, zaten sizin boyunuz da kısa" diyerek tetkikten kaçınmaktır.
Büyüme hormonu, boy artışını direkt etkisi altına alan hormondur. Beyinde bulunan hipofiz bezinden salgılanır. Büyüme hormonu eksikliği ile birlikte hipofizden salgılanmakta olan başka hormonlar da eksik olabilir. Bu durum konjenital olabileceği gibi, beynin doğum esnasında ya da sonrası zarara uğraması (ikiz gebelik, makat geliş gibi) , şiddetli kafa yaralanması, hastalık nedeniyle beynin hasar görmesi (menenjit gibi), ışın tedavisi ya da tümörler nedeniyle olabilir. Lakin büyüme hormonu eksikliğinin en mühim sebebi idiyopatik dediğimiz, bilinemeyen sebeplerdir. Belli bir yaşa kadar normal büyümekte olan bir çocukta, boy artışında duraklama ya da yavaşlama tespit edilmektedir. Çocuk akranlarından geri kalmaya başlamaktadır. Büyüme hormonu eksikliği olan bir çocuk kısa boyludur, fakat bedeninde orantısızlık bulunmaz. Bu çocuklar hafif kilolu,yüzleri yaşlarına göre küçük çocuklardır. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar ergenliğe de geç girerler. Akranları her sene normal büyüdüğü, fakat büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar her sene az büyüdükleri için; ara her sene daha çok açılır. Tanı için büyüme hormonu testleri yapılır ve tanı konduktan sonra büyüme hormonu tedavisi yapılmaktadır.
Boy kısalığına sebep olan hormonlardan bir diğeri, tiroit hormonudur. Normal boy artışı için tiroit hormonuna gereksinim bulunur. Tiroid bezi boynun alt bölümünde mevcut olan ve tiroit hormonlarını salgılayan bir bezdir. Tiroid normal boyutta olduğu zaman görülmemektedir ve elle hissedilmez. Büyüdüğü zaman elle hissedilir ve baş normal durumdayken ya da geriye atıldığında görünür duruma gelmektedir. Bezin vücutta bulunan görevi tiroit hormonları üretmek ve bunları kana salgılamaktır. Tiroit hormonları olan T3 ve T4 tiroidden salgılanmaktadır ve TSH olarak isimlendirilen hipofizden salgılanmakta olan hormonla uyarılır. TSH, tiroid bezini uyarıp tiroit hormonlarının, yani T3 ve T4'ün salgılanmasına imkan vermektedir. Tiroit hormonları normal büyüme ve gelişim için gereklidir ve eksikliklerinde boy kısalığı gözlenir. Bu durum doğuştan olabileceği gibi, herhangi bir çocukluk yaşında da gözlenebilir.
Kalıtımın, boy uzamasında rolü bulunur. Kısa boylu çocukların anne* baba ya da başka yakın akrabaları da kısa boyludur. Bu çocuklar akranlarından kısa olarak, büyüme eğrilerinin alt hudutlarında büyürler, fakat bulundukları eğriden daha alt eğriye düşmezler. Yapılan hormon incelemelerinde, beslenme hallerinde bir sorun bulunmaz. Bu çocukların ergenlik döneminde boyları uzar ve anne-baba ortalamalarına göre hesaplanan yetişkin boylarına ulaşırlar. Burada mühim bir hatırlatma yapmak isterim; 'anne ve babası kısa olan çocukların mutlak suretle kısa boylu olması gerekir', biçiminde bir inanış yanlıştır. Sosyoekonomik şartların ve beslenmenin düzelmesiyle, boylarda uzama gözlenir. Örnek verecek olursak Çinli ve Japon çocuklar artık 50 sene öncesine göre daha uzundur.
Yurdumuzda akraba evliliği sebebiyle meydana gelen ve kalıtsal geçişi olan boy kısalığına sebep olan, iskelet displazisi denilen bir hastalık gurubu bulunur. Bu hastalık gurubunda orantısız boy kısalığına rastlanır. Bazı zamanlar bacaklar, bazı zamanlar da kollar kısadır. Baş büyük olabilir. Daha çok karşılaşılan tipi akondroplazidir. Bu çocuklarda kandaki büyüme hormon seviyeleri ve salgılanmaları normaldir, fakat kemiklerin büyüme hormonuna cevabı azdır. Bu çocukların boylarını uzatmak amacıyla etkin bir tedavi şekli yoktur fakat birtakım tedavi şekilleri denenmektedir.
24 Kasım 2014 Pazartesi
Tiroid Hormonlarının Görevleri Nelerdir?
Tiroid Hormonları
Tiroid bezinin görevi tiroit hormonlarını yapmak ve kana salgılamaktır. Tiroid bezinin büyümesine guatr denilir. Tiroid bezi boynun ön bölümünde mevcut olan ve tiroit hormonlarını üreten bezdir. Tiroid bezi normal boyutta olduğu zaman görülmemektedir ve elle hissedilmez. Büyüdüğü zaman elle hissedilebilir ve gözle görülebilmektedir. Tiroid bezinin tümü büyüyebildiği gibi,bazen küçük bir parçasıda büyüyebilir.Bezin küçükbir parçasının büyümesine tiroid nodülü denilir.Tiroid nodülleri birden fazla olabilir.
Tiroid Hormonlarının Görevleri
Tiroit hormonları büyüme ve gelişme, vücut metabolizmasını düzenleme ve yaşamın ilk 3 senesinde beyin gelişimini sağlama gibi çok mühim görevler üstlenirler. Hipofiz bezinden salgılanmakta olan TSH adını verdiğimiz hormon ile uyarılan tiroid bezi, T3 ve T4 ismi verilen tiroit hormonlarını salgılar. Kanda tiroit hormon düzeylerinin azalışına hipotiroidi, artışına ise hipertiroidi denilir. Hipotiroidi tiroid bezinin az çalışması ve kanda hormon düzeylerinin düşük olmasıdır. Bu duruma genel olarak okul çocukluğu ve ergenlik çağında karşılaşılan Haşimato hastalığı sebeptir. Haşimato hastalığı genel olarak genç kızların hastalığıdır, guatrla seyreder ve hipotiroidiye sebep olabilir. İyi huylu bir hastalıktır ve katiyyen ameliyata gerek bulunmaz.İlaç tedavisi uygulanabilir. Hipotiroidide üşüme,tembellik,halsizlik ,yorgunluk, çalışmada isteksizlik ,çabuk yorulma,uykuya meyil,saç dökülüşü gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Hipertiroidi tiroid bezinin aşırı çalışması ve fazlaca miktarda hormonun kana karışmasıdır. Bu durumun en mühim sebebi Graves hastalığıdır. Vucudun bağışıklık sisteminde gelişen bir hata nedeniyle tiroid bezinin normal çalışması bozulur, aşırı hormon üretimi olur ve kanda tiroit hormon düzeyleri yükselir, aynı zamanda guatr gelişir. Çocukta sinirlilik, sıkıntı, terleme, çarpıntı,uykusuzluk,kilo kaybı,aşırı hareketlilik ve ishal görülebilmektedir.
Tiroid bezinin görevi tiroit hormonlarını yapmak ve kana salgılamaktır. Tiroid bezinin büyümesine guatr denilir. Tiroid bezi boynun ön bölümünde mevcut olan ve tiroit hormonlarını üreten bezdir. Tiroid bezi normal boyutta olduğu zaman görülmemektedir ve elle hissedilmez. Büyüdüğü zaman elle hissedilebilir ve gözle görülebilmektedir. Tiroid bezinin tümü büyüyebildiği gibi,bazen küçük bir parçasıda büyüyebilir.Bezin küçükbir parçasının büyümesine tiroid nodülü denilir.Tiroid nodülleri birden fazla olabilir.
Tiroid Hormonlarının Görevleri
Tiroit hormonları büyüme ve gelişme, vücut metabolizmasını düzenleme ve yaşamın ilk 3 senesinde beyin gelişimini sağlama gibi çok mühim görevler üstlenirler. Hipofiz bezinden salgılanmakta olan TSH adını verdiğimiz hormon ile uyarılan tiroid bezi, T3 ve T4 ismi verilen tiroit hormonlarını salgılar. Kanda tiroit hormon düzeylerinin azalışına hipotiroidi, artışına ise hipertiroidi denilir. Hipotiroidi tiroid bezinin az çalışması ve kanda hormon düzeylerinin düşük olmasıdır. Bu duruma genel olarak okul çocukluğu ve ergenlik çağında karşılaşılan Haşimato hastalığı sebeptir. Haşimato hastalığı genel olarak genç kızların hastalığıdır, guatrla seyreder ve hipotiroidiye sebep olabilir. İyi huylu bir hastalıktır ve katiyyen ameliyata gerek bulunmaz.İlaç tedavisi uygulanabilir. Hipotiroidide üşüme,tembellik,halsizlik ,yorgunluk, çalışmada isteksizlik ,çabuk yorulma,uykuya meyil,saç dökülüşü gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Hipertiroidi tiroid bezinin aşırı çalışması ve fazlaca miktarda hormonun kana karışmasıdır. Bu durumun en mühim sebebi Graves hastalığıdır. Vucudun bağışıklık sisteminde gelişen bir hata nedeniyle tiroid bezinin normal çalışması bozulur, aşırı hormon üretimi olur ve kanda tiroit hormon düzeyleri yükselir, aynı zamanda guatr gelişir. Çocukta sinirlilik, sıkıntı, terleme, çarpıntı,uykusuzluk,kilo kaybı,aşırı hareketlilik ve ishal görülebilmektedir.
Guatr nedenleri
Guatr nedenleri nelerdir?
* İyot eksikliği en mühim nedendir. İyot, tiroit hormonunun yapımı için gereken çok mühim bir maddedir. Bilhassa deniz mahsülleri iyot bakımından zengindir. Yurdumuz iyot eksikliği bölgesindedir. Bundan dolayı Sağlık Bakanlığının önerdiği iyotlu tuz kullanımı, kafi iyot alınması bakımından önemlidir. İyot alımı yetersiz olursa tiroid bezinin çalışması bozulur ve bez büyür. Yurdumuzda yaklaşık 3 milyon kişi iyot eksikliği bölgelerinde yaşar. Bundan dolayı iyot eksikliği bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilir.
* Bazı ilaç ve yiyecek maddeleri: Bunlara guatr yapıcı maddeler denilir. Tiroit hormon üretimini azaltırlar ve guatr oluşumuna sebep olurlar. Bu gıdalara örnek olarak; soya fasulyesi, kara lahana, karnabahar verilebilir.
* Tiroid nodülleri
* Tiroid kanserleri
* Tiroid bezinin iltihabi hastalıkları
Guatr'da hormon düzeyleri normal ise, hastada herhangi belirti yok ise tedavi verilmeden izlenilebilir. Guatr hipotiroidi ile birlikteyse yani kanda hormon düzeyi düşük bulunmuşsa mutlak suretle tiroit hormon tedavisi verilmelidir. Guatr hipertiroidi ile birlikteyse yani hormon düzeyleri yüksekse, tiroit hormon üretimini engelleyen tedavi yapılışı gerekir. Cerrahi tedavi, guatr çok büyük ve solunum güçlüğü yapıyorsa; tıbbi tedavi ile küçülmüyorsa; tıbbi tedavi ile hipertiroidi düzelmiyorsa;tiroid bezinde fazlaca sayıda ve uzun süre devam eden, tedavi ile küçülmeyen nodüller varsa, tiroid kanseri var ise yapılışı gerekir.
* İyot eksikliği en mühim nedendir. İyot, tiroit hormonunun yapımı için gereken çok mühim bir maddedir. Bilhassa deniz mahsülleri iyot bakımından zengindir. Yurdumuz iyot eksikliği bölgesindedir. Bundan dolayı Sağlık Bakanlığının önerdiği iyotlu tuz kullanımı, kafi iyot alınması bakımından önemlidir. İyot alımı yetersiz olursa tiroid bezinin çalışması bozulur ve bez büyür. Yurdumuzda yaklaşık 3 milyon kişi iyot eksikliği bölgelerinde yaşar. Bundan dolayı iyot eksikliği bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilir.
* Bazı ilaç ve yiyecek maddeleri: Bunlara guatr yapıcı maddeler denilir. Tiroit hormon üretimini azaltırlar ve guatr oluşumuna sebep olurlar. Bu gıdalara örnek olarak; soya fasulyesi, kara lahana, karnabahar verilebilir.
* Tiroid nodülleri
* Tiroid kanserleri
* Tiroid bezinin iltihabi hastalıkları
Guatr'da hormon düzeyleri normal ise, hastada herhangi belirti yok ise tedavi verilmeden izlenilebilir. Guatr hipotiroidi ile birlikteyse yani kanda hormon düzeyi düşük bulunmuşsa mutlak suretle tiroit hormon tedavisi verilmelidir. Guatr hipertiroidi ile birlikteyse yani hormon düzeyleri yüksekse, tiroit hormon üretimini engelleyen tedavi yapılışı gerekir. Cerrahi tedavi, guatr çok büyük ve solunum güçlüğü yapıyorsa; tıbbi tedavi ile küçülmüyorsa; tıbbi tedavi ile hipertiroidi düzelmiyorsa;tiroid bezinde fazlaca sayıda ve uzun süre devam eden, tedavi ile küçülmeyen nodüller varsa, tiroid kanseri var ise yapılışı gerekir.
Diyet Sırasında Oluşan Kabızlık Nasıl Önlenir?
Diyet Sırasında Oluşan Kabızlık Nasıl Önlenir?
Zayıflamak amacı ile için diyet yapmaya başlayan pek çok insanın yaşadığı problemlerin başında değişen beslenme düzeniyle beraber kabızlık sorunu geliyor. Peki normal dönemlerde ve diyet yaparken kabızlık nasıl önlenir. Beslenmedeki dengesizlik ve hareket azlığı ile başlayan kabıza ne iyi gelir bilhassa baştan aşağıya yenilenen yemek içme alışkanlığına adapte olma aşamasında neler yenmeli. Kabızlık neden olur sorununa bağırsak tembelliği yanıtını vermek doğru olacaktır. Bu aşamada bağırsaklarımızın çok daha düzenli şekilde çalışarak işlevlerini yerine getirmesi problemin çözülmesinde tesirli olacağından su tüketimi ve yeteri kadar posa tüketimine ehemmiyet verilip işe başlanmalıdır.
Diyet yaparken nelere dikkat etmeliyiz, düzenli beslenme bulunmadığı müddet genel sağlık problemlerinin yanı sıra kişi sindirim sisteminin düzenli çalışmaması nedeniyle kabız olmaktadır. Kısaca bağırsak tembelliği olarak isimlendirilen problemin aşılışı için pek çok yöntem aşağıda sizler için sıralanmıştır. Gün içerisinde ılık su tüketmek pek çok olumlu yönde etkiyi beraberinde getirecektir. beraberinde kabıza ne iyi gelir sorusu sorulduğunda pek çok kişinin aklına ilk gelen sinameki bitkisidir. aynı şekilde rezene ve anason rahatlatıcı etki gösterecektir. Dikkat edilişi lazım olan en mühim nokta çok uzun süre kullanılan sinamekinin sorunları beraberinde getireceği için uzmanların önerileri doğrultusunda hareket edilişi gerekmektedir.
Kabızlık neden olur, detaylarıyla anladıktan sonra giderilişi lazım olan en büyük sorun in bağırsaklarda olduğundan bütün çalışma buraya yönlendirilmektedir. Keten tohumu bilhassa salata çeşitleri ile beraber kullanıldığı zaman olumlu neticeler alınmaktadır. Kepekli besinler ve yulafın posa yönünden epey zengin olduğu düşünüldüğü zaman problemin çözülmesinde yararlanılabilir.
Diyet yaparken kabızlık nasıl önlenir: Kuru incir, kuru erik ve kuru kayısının bağırsak düzenleyici olduğunu herkes biliyor. Öncelikli olarak sizlere pek bilinemeyen fakat tesirli bitkisel yöntemleri sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz. Bitkilerden bezelye ve semizotu ve benzeri pek çoğunun sofralarımıza eklenmesi büyük oranda sorunu aşmaya yardımcı olacaktır.
Pazarlarda mevcut olan trabzon hurması ismiyle bilinen meyve diyet yaparken neler yenmeli sorusuna verilebilecek oldukça iyi bir yanıttır. Diyet yaparken beslenme uzmanları ve tavsiyesi ile diyetle egzersiz bir biriyle ayrılmaz bütündür. Spor yapmayan bir kişinin sindirim problemleri yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Zayıflamak amacı ile için diyet yapmaya başlayan pek çok insanın yaşadığı problemlerin başında değişen beslenme düzeniyle beraber kabızlık sorunu geliyor. Peki normal dönemlerde ve diyet yaparken kabızlık nasıl önlenir. Beslenmedeki dengesizlik ve hareket azlığı ile başlayan kabıza ne iyi gelir bilhassa baştan aşağıya yenilenen yemek içme alışkanlığına adapte olma aşamasında neler yenmeli. Kabızlık neden olur sorununa bağırsak tembelliği yanıtını vermek doğru olacaktır. Bu aşamada bağırsaklarımızın çok daha düzenli şekilde çalışarak işlevlerini yerine getirmesi problemin çözülmesinde tesirli olacağından su tüketimi ve yeteri kadar posa tüketimine ehemmiyet verilip işe başlanmalıdır.
Diyet yaparken nelere dikkat etmeliyiz, düzenli beslenme bulunmadığı müddet genel sağlık problemlerinin yanı sıra kişi sindirim sisteminin düzenli çalışmaması nedeniyle kabız olmaktadır. Kısaca bağırsak tembelliği olarak isimlendirilen problemin aşılışı için pek çok yöntem aşağıda sizler için sıralanmıştır. Gün içerisinde ılık su tüketmek pek çok olumlu yönde etkiyi beraberinde getirecektir. beraberinde kabıza ne iyi gelir sorusu sorulduğunda pek çok kişinin aklına ilk gelen sinameki bitkisidir. aynı şekilde rezene ve anason rahatlatıcı etki gösterecektir. Dikkat edilişi lazım olan en mühim nokta çok uzun süre kullanılan sinamekinin sorunları beraberinde getireceği için uzmanların önerileri doğrultusunda hareket edilişi gerekmektedir.
Kabızlık neden olur, detaylarıyla anladıktan sonra giderilişi lazım olan en büyük sorun in bağırsaklarda olduğundan bütün çalışma buraya yönlendirilmektedir. Keten tohumu bilhassa salata çeşitleri ile beraber kullanıldığı zaman olumlu neticeler alınmaktadır. Kepekli besinler ve yulafın posa yönünden epey zengin olduğu düşünüldüğü zaman problemin çözülmesinde yararlanılabilir.
Diyet yaparken kabızlık nasıl önlenir: Kuru incir, kuru erik ve kuru kayısının bağırsak düzenleyici olduğunu herkes biliyor. Öncelikli olarak sizlere pek bilinemeyen fakat tesirli bitkisel yöntemleri sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz. Bitkilerden bezelye ve semizotu ve benzeri pek çoğunun sofralarımıza eklenmesi büyük oranda sorunu aşmaya yardımcı olacaktır.
Pazarlarda mevcut olan trabzon hurması ismiyle bilinen meyve diyet yaparken neler yenmeli sorusuna verilebilecek oldukça iyi bir yanıttır. Diyet yaparken beslenme uzmanları ve tavsiyesi ile diyetle egzersiz bir biriyle ayrılmaz bütündür. Spor yapmayan bir kişinin sindirim problemleri yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
23 Kasım 2014 Pazar
Çölyak Nedir?
ÇÖLYAK HASTALIĞI
Çölyak Nedir?
Çölyak hastalığı, gluten maddesine karşı bağırsakta duyarlılıkla seyreden immün bir rahatsızlıktır. Gluten buğday, arpa ve yulafta bulunmakta olan bir proteindir. Aynı zamanda birtakım vitaminlerin, yiyecek desteklerinin ve ilaçların içinde de gluten bulunabilir. Hastalık "spru" ya da "glutene duyarlı enteropati" olarak da isimlendirilir.
Çölyak hastalığında glutene karşı ince bağırsaklarda immün bir tepki gelişmektedir. Bu tepki sebebiyle ince bağırsakta emilim yüzeyini olumsuz etkisi altına alan doku hasarı meydana gelir. İnce bağırsağın iç yüzeyinin anatomik yapısı değişir. Sonuçta ince bağırsakta ki besin emiliminden sorumlu olan yüzey azalmaya başlar. Emilim deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır.
Çölyak hastalığı kalıtımsal özellikler göstermektedir. Aile içinde birden fazla sayıda bireyde görülüşü bu sebepten ötürü fazladır. Çölyak hastalığı tanısı konduğunda bilhassa birinci dereceden akrabalar da hastalık yönünden değerlendirilmeli ve uygun metodlarla taranmalıdır. Çölyak hastalığının görülüşü buzdağına benzetilir. Tanısı konan klinik vakalar çölyak hastalığı bulunanların küçük bir bölümüdür. Vakaların büyük çoğunluğu tanısı koyulmadan senelerce yaşarlar.
Çölyak hastalığı mühim bir rahatsızlıktır. Uzun süreli sindirim problemlerine neden olur. Bağırsakta emilim bariz biçimde bozulur. Bundan dolayı kansızlık, zayıf ve basit kırılabilir kemik dokusu, kaşıntılı deri döküntüleri, büyüme geriliği, zayıflık, uzun süren cıvık dışkılama çokça görülmektedir. Çölyak hastalığı değişik bulgularla da seyredebilir. Kabızlık bunlardan bir tanesidir.
Çölyak belirtileri nelerdir?
Karın ağrısı, şişkinlik, gaz, yorgunluk, ishal, kilo kaybı, büyüme geriliği en fazla görülmekte olan belirtileridir. Bazı zamanlar çölyak hastalığı tek bir belirtiyle tanımlanır. Demir eksikliği, kabızlık ve büyüme geriliği örnek olarak verilebilir.
Çölyak hastalığının teşhisi basit olmaz. Uzun yıllar akıla gelmeden seyredebilir. Düşünüldüğünde öncelikli olarak kan testleri ile tanısal yaklaşıma başlamak gerekir. Eğer kan testlerinin sonuçları klinik şüpheyi desteklerse biyopsi yapılması gerekir. Kesin tanı biyopsi neticesi doğrultusunda konur.
Çölyak nasıl tedavi edilir?
Tedavisi diyetten gluten içeren gıdaların çıkarılışı ile olanaklıdır. Kısaca glutensiz diyet uygulanmaktadır ve bu yaklaşım yaşam boyu sürdürülmelidir.
Çölyak Nedir?
Çölyak hastalığı, gluten maddesine karşı bağırsakta duyarlılıkla seyreden immün bir rahatsızlıktır. Gluten buğday, arpa ve yulafta bulunmakta olan bir proteindir. Aynı zamanda birtakım vitaminlerin, yiyecek desteklerinin ve ilaçların içinde de gluten bulunabilir. Hastalık "spru" ya da "glutene duyarlı enteropati" olarak da isimlendirilir.
Çölyak hastalığında glutene karşı ince bağırsaklarda immün bir tepki gelişmektedir. Bu tepki sebebiyle ince bağırsakta emilim yüzeyini olumsuz etkisi altına alan doku hasarı meydana gelir. İnce bağırsağın iç yüzeyinin anatomik yapısı değişir. Sonuçta ince bağırsakta ki besin emiliminden sorumlu olan yüzey azalmaya başlar. Emilim deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır.
Çölyak hastalığı kalıtımsal özellikler göstermektedir. Aile içinde birden fazla sayıda bireyde görülüşü bu sebepten ötürü fazladır. Çölyak hastalığı tanısı konduğunda bilhassa birinci dereceden akrabalar da hastalık yönünden değerlendirilmeli ve uygun metodlarla taranmalıdır. Çölyak hastalığının görülüşü buzdağına benzetilir. Tanısı konan klinik vakalar çölyak hastalığı bulunanların küçük bir bölümüdür. Vakaların büyük çoğunluğu tanısı koyulmadan senelerce yaşarlar.
Çölyak hastalığı mühim bir rahatsızlıktır. Uzun süreli sindirim problemlerine neden olur. Bağırsakta emilim bariz biçimde bozulur. Bundan dolayı kansızlık, zayıf ve basit kırılabilir kemik dokusu, kaşıntılı deri döküntüleri, büyüme geriliği, zayıflık, uzun süren cıvık dışkılama çokça görülmektedir. Çölyak hastalığı değişik bulgularla da seyredebilir. Kabızlık bunlardan bir tanesidir.
Çölyak belirtileri nelerdir?
Karın ağrısı, şişkinlik, gaz, yorgunluk, ishal, kilo kaybı, büyüme geriliği en fazla görülmekte olan belirtileridir. Bazı zamanlar çölyak hastalığı tek bir belirtiyle tanımlanır. Demir eksikliği, kabızlık ve büyüme geriliği örnek olarak verilebilir.
Çölyak hastalığının teşhisi basit olmaz. Uzun yıllar akıla gelmeden seyredebilir. Düşünüldüğünde öncelikli olarak kan testleri ile tanısal yaklaşıma başlamak gerekir. Eğer kan testlerinin sonuçları klinik şüpheyi desteklerse biyopsi yapılması gerekir. Kesin tanı biyopsi neticesi doğrultusunda konur.
Çölyak nasıl tedavi edilir?
Tedavisi diyetten gluten içeren gıdaların çıkarılışı ile olanaklıdır. Kısaca glutensiz diyet uygulanmaktadır ve bu yaklaşım yaşam boyu sürdürülmelidir.
GDO'lu Gıdalar Zararlı Mıdır?
GDO'lu Gıdalar Zararlı Mıdır?
Mersin ilimizde ABD’den ithal ettikleri pirinçte GDO saptandığı gerekçesiyle 3 ithalatçı şirketin 8 yöneticisi tutuklandı. Hemen sonrasında, bazı zamanlar konuşulan fakat son dönemlerde nisbeten küllenen GDO konusu yine gündem oldu.
Hızlı kitle iletişim araçları ve telekomünikasyon arayıcılığıyla kendisini yeni bir tartışmanın içerisinde bulan kamuoyu, gelişmeleri merak ile ama daha çok kaygı ile izlemeye başlamıştır.
Bilgi kirliliğinin de etkisiyle karışan zihinlerde, şu sorular peş peşe sıralanmaya başlandı:
GDO nedir?
GDO'lu ürünler faydalı mıdır, zararlı mıdır?
Ülkemizde GDO’lu ürünler üretiliyor mu?
Hangi gıda maddelerinde GDO bulunur?
Piyasada yeteri kadar kontroller yapılıyor mu?
Şayet zararlı ise, bundan nasıl korunabiliriz?...
Sorular bu şekilde uzayıp gitmektedir...
GDO’nun açılımı; "Genetiği Değiştirilmiş Organizma" dır. Tarım, tıp, gıda gibi birçok alanda kullanıldığını belirttikten sonra, başka soruların cevabını işin yetkililerine ve uzmanlarına bırakmakta fayda var.
Araştırmalar sonucu; GDO'lu bitkilerin tarlalardaki denemelerine ilk olarak 1985 senesinde başlandığını ancak, üretime geçilmesinin 1996’yı bulduğunu gösteriyor. Halen yapılmakta olan GDO’lu tarımın yüzde 99’u ABD, Kanada, Arjantin ve Çin’de gerçekleşiyor. GDO’lu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve birtakım balık türleri geliyor. Şu ana kadar, dünyada ekili alanların 67 milyon hektardan fazlasında GDO’lu tarım yapılıyor ve buna her geçtiğimiz gün yeni alanlar ekleniyor.
Günümüzde dünyayı artık tabiri caizse uluslar arası tekel haline gelen çok büyük şirketler yönetmektedir. Bu şirketler faaliyet gösterdikleri ülkelerin politikalarında çok etkin rol oynamaktadır. Bugün ABD başta olmak üzere, GDO’lu tarımın yaygınlaşmasını destekleyen ülkeler ve GDO’lu tohum üretimi yapan uluslararası şirketler, işin ekonomik boyutunu, bu işten elde ettikleri büyük kazançları gözlerden uzak tutarak, transgenik tarımın dünyanın hızla artan nüfusunun açlık problemine çözüm olacağını savunuyor.
Söz konusu uluslar arası şirketler,Türkiye’de de gıda amacıyla GDO’lu ürünlere kapı aralamak amacı ile çaba harcıyorlar. Bereket ki, ülkemizde halihazırda yürürlükte olan mevzuata göre; GDO’lu ürünlerin üretimi, ithalatı ve dağıtımı yasak. İlgili bakanlıklarımız ve birimlerimiz bu konu hakkında duyarlı davranıyorlar. Vatandaşın sağlığının ön planda tutulmasına özen gösteriyorlar.
Burada, konuya farklı bir perspektiften bakarak GDO’ya ülke tarımımızın gereksinim duyup duymadığını sorgulamak istiyorum.
Türkiye’de şu anda "Organik tarımı destekleme" kanun ve yönetmeliği varken ve bu alanda mühim çalışmalara imza atılırken, GDO’nun her türlüsüne kapılarımızı katiyyen kapalı tutmamız gerektiğine inanıyorum. Uzmanların belirttiğine göre; GDO’lu tarıma geçilişi halinde toprağın ve suyun temiz kalabilişi olanaklı olmayacağından, büyük yatırımlar yapılmakta olan organik tarımımız ciddi yara alacaktır.
Ayrıca, ülkemizin tarım arazileri, Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e "Taş eksen, taş biter" tipinden verimlidir, bereketlidir. Yürütülen ciddi tarımsal planlamaların titiz bir şekilde takip edilmesi, son yıllarda sağlanan destekleme primlerinin mühim ürünlerde kafi düzeyde sürdürülmesi, yığınla zararından bahsedilen GDO’ya muhtaç olmamıza set çekecektir.
Yurdumuz tarımın her alanında, GDO’ya gereksinim duymadan kendi kendine yetecek durumdadır. İklim ve coğrafi yapı buna müsaittir. Çiftçimiz, sağlıklı ve doğal koşullarda tarımsal üretim yapma bilinç, birikim ve altyapısına maliktir.
Mersin ilimizde ABD’den ithal ettikleri pirinçte GDO saptandığı gerekçesiyle 3 ithalatçı şirketin 8 yöneticisi tutuklandı. Hemen sonrasında, bazı zamanlar konuşulan fakat son dönemlerde nisbeten küllenen GDO konusu yine gündem oldu.
Hızlı kitle iletişim araçları ve telekomünikasyon arayıcılığıyla kendisini yeni bir tartışmanın içerisinde bulan kamuoyu, gelişmeleri merak ile ama daha çok kaygı ile izlemeye başlamıştır.
Bilgi kirliliğinin de etkisiyle karışan zihinlerde, şu sorular peş peşe sıralanmaya başlandı:
GDO nedir?
GDO'lu ürünler faydalı mıdır, zararlı mıdır?
Ülkemizde GDO’lu ürünler üretiliyor mu?
Hangi gıda maddelerinde GDO bulunur?
Piyasada yeteri kadar kontroller yapılıyor mu?
Şayet zararlı ise, bundan nasıl korunabiliriz?...
Sorular bu şekilde uzayıp gitmektedir...
GDO’nun açılımı; "Genetiği Değiştirilmiş Organizma" dır. Tarım, tıp, gıda gibi birçok alanda kullanıldığını belirttikten sonra, başka soruların cevabını işin yetkililerine ve uzmanlarına bırakmakta fayda var.
Araştırmalar sonucu; GDO'lu bitkilerin tarlalardaki denemelerine ilk olarak 1985 senesinde başlandığını ancak, üretime geçilmesinin 1996’yı bulduğunu gösteriyor. Halen yapılmakta olan GDO’lu tarımın yüzde 99’u ABD, Kanada, Arjantin ve Çin’de gerçekleşiyor. GDO’lu ürünlerin başında mısır, patates, soya, buğday, pamuk, domates, pirinç ve birtakım balık türleri geliyor. Şu ana kadar, dünyada ekili alanların 67 milyon hektardan fazlasında GDO’lu tarım yapılıyor ve buna her geçtiğimiz gün yeni alanlar ekleniyor.
Günümüzde dünyayı artık tabiri caizse uluslar arası tekel haline gelen çok büyük şirketler yönetmektedir. Bu şirketler faaliyet gösterdikleri ülkelerin politikalarında çok etkin rol oynamaktadır. Bugün ABD başta olmak üzere, GDO’lu tarımın yaygınlaşmasını destekleyen ülkeler ve GDO’lu tohum üretimi yapan uluslararası şirketler, işin ekonomik boyutunu, bu işten elde ettikleri büyük kazançları gözlerden uzak tutarak, transgenik tarımın dünyanın hızla artan nüfusunun açlık problemine çözüm olacağını savunuyor.
Söz konusu uluslar arası şirketler,Türkiye’de de gıda amacıyla GDO’lu ürünlere kapı aralamak amacı ile çaba harcıyorlar. Bereket ki, ülkemizde halihazırda yürürlükte olan mevzuata göre; GDO’lu ürünlerin üretimi, ithalatı ve dağıtımı yasak. İlgili bakanlıklarımız ve birimlerimiz bu konu hakkında duyarlı davranıyorlar. Vatandaşın sağlığının ön planda tutulmasına özen gösteriyorlar.
Burada, konuya farklı bir perspektiften bakarak GDO’ya ülke tarımımızın gereksinim duyup duymadığını sorgulamak istiyorum.
Türkiye’de şu anda "Organik tarımı destekleme" kanun ve yönetmeliği varken ve bu alanda mühim çalışmalara imza atılırken, GDO’nun her türlüsüne kapılarımızı katiyyen kapalı tutmamız gerektiğine inanıyorum. Uzmanların belirttiğine göre; GDO’lu tarıma geçilişi halinde toprağın ve suyun temiz kalabilişi olanaklı olmayacağından, büyük yatırımlar yapılmakta olan organik tarımımız ciddi yara alacaktır.
Ayrıca, ülkemizin tarım arazileri, Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e "Taş eksen, taş biter" tipinden verimlidir, bereketlidir. Yürütülen ciddi tarımsal planlamaların titiz bir şekilde takip edilmesi, son yıllarda sağlanan destekleme primlerinin mühim ürünlerde kafi düzeyde sürdürülmesi, yığınla zararından bahsedilen GDO’ya muhtaç olmamıza set çekecektir.
Yurdumuz tarımın her alanında, GDO’ya gereksinim duymadan kendi kendine yetecek durumdadır. İklim ve coğrafi yapı buna müsaittir. Çiftçimiz, sağlıklı ve doğal koşullarda tarımsal üretim yapma bilinç, birikim ve altyapısına maliktir.
Kanola Yağı Sağlıklı Mıdır?
Kanola Yağı Sağlıklı Mıdır?
KANOLA YAĞI: Böcekler ve hayvanlar tabiatta bunu yemiyorlar. Siz de kanola yağıyla pişirilmiş yemekleri yememelisiniz. Çünkü tabiatta kanola diye bir bitki bile bulunmaz. Kanola yağı asıl olarak kolza tohumu yağının değiştirilmiş bir tipidir. Asya ve Hint kültürü yüzyıllar boyunca kolza tohumu yağı kullandılar. Fakat bu hiç bir zaman Amerikalılar'ın kullandığı kadar fazla miktarlarda olmamıştır.
Hardal ailesinden olan kolza bitkisi siyanür içeren bileşiklerden meydana gelir. Doğada da vahşi hayvanlar ve hatta böcekler bile bu bitkiden uzak durmaktadırlar.
Kanola yağı olabilmesi için gereken koku giderme ve bununla birlikte beyazlatma işlemleri kolza bitkisi yağının yüksek sıcaklığa maruz kalışıyla olmaktadır. Bu da içerisindeki omega 3’ü çok azaltmaktadır. Omega 3’de bu bitki içerisindeki belki de tek iyi faktördür. Genetiği değiştirilmiş bu besinin tüketilmesi; kas bozuklukları, böbrek, böbrek üstü bezi, kalp ve tiroid bezindeki yağ dejenerasyonuyla ilişkilendirilmiştir. Bunun önüne geçmek için, gıdalardaki etiketleri dikkatle inceleyiniz. Hatta sözde sağlıklı bulunanların etiketlerini bile, çünkü bu asıl olarak her yerde bulunmaktadır. Bugün marketlerde kanola yağı diğer yağlardan daha uygun fiyatlarla satılmaktadır. Market raflarını süsleyen kanola yağları, kolza bitkilerinin olumsuz özelliklerinden arındırılmıştır ve bu kanola yağlarındaki erosik asit oranı %40’lardan %0.1 oranına kadar düşürülmüştür. Bu kadar düşük bir oranın da insan sağlığını olumsuz etkilemediği savunulur. Kanola bitkisi yetiştiren, üretimini yapan kimse kanola yağı zararlıdır demez. Fakat şunu unutmamak gerekir GDO'lu bir bitkinin yağını kullanmaktan bahsediyoruz. Yiyemeyeceğimiz bir bitkinin yağını kullanmaktan bahsediyoruz. Bu yağın ucuz olması sizin için bir tercih olmasın. Kanola yağının yasak olduğu ülkeler vardır. Daha sağlıklı bir yaşam için daha doğal yağlar kullanın.
KANOLA YAĞI: Böcekler ve hayvanlar tabiatta bunu yemiyorlar. Siz de kanola yağıyla pişirilmiş yemekleri yememelisiniz. Çünkü tabiatta kanola diye bir bitki bile bulunmaz. Kanola yağı asıl olarak kolza tohumu yağının değiştirilmiş bir tipidir. Asya ve Hint kültürü yüzyıllar boyunca kolza tohumu yağı kullandılar. Fakat bu hiç bir zaman Amerikalılar'ın kullandığı kadar fazla miktarlarda olmamıştır.
Hardal ailesinden olan kolza bitkisi siyanür içeren bileşiklerden meydana gelir. Doğada da vahşi hayvanlar ve hatta böcekler bile bu bitkiden uzak durmaktadırlar.
Kanola yağı olabilmesi için gereken koku giderme ve bununla birlikte beyazlatma işlemleri kolza bitkisi yağının yüksek sıcaklığa maruz kalışıyla olmaktadır. Bu da içerisindeki omega 3’ü çok azaltmaktadır. Omega 3’de bu bitki içerisindeki belki de tek iyi faktördür. Genetiği değiştirilmiş bu besinin tüketilmesi; kas bozuklukları, böbrek, böbrek üstü bezi, kalp ve tiroid bezindeki yağ dejenerasyonuyla ilişkilendirilmiştir. Bunun önüne geçmek için, gıdalardaki etiketleri dikkatle inceleyiniz. Hatta sözde sağlıklı bulunanların etiketlerini bile, çünkü bu asıl olarak her yerde bulunmaktadır. Bugün marketlerde kanola yağı diğer yağlardan daha uygun fiyatlarla satılmaktadır. Market raflarını süsleyen kanola yağları, kolza bitkilerinin olumsuz özelliklerinden arındırılmıştır ve bu kanola yağlarındaki erosik asit oranı %40’lardan %0.1 oranına kadar düşürülmüştür. Bu kadar düşük bir oranın da insan sağlığını olumsuz etkilemediği savunulur. Kanola bitkisi yetiştiren, üretimini yapan kimse kanola yağı zararlıdır demez. Fakat şunu unutmamak gerekir GDO'lu bir bitkinin yağını kullanmaktan bahsediyoruz. Yiyemeyeceğimiz bir bitkinin yağını kullanmaktan bahsediyoruz. Bu yağın ucuz olması sizin için bir tercih olmasın. Kanola yağının yasak olduğu ülkeler vardır. Daha sağlıklı bir yaşam için daha doğal yağlar kullanın.
22 Kasım 2014 Cumartesi
Beyin Sağlığına İyi Gelen Yiyecekler
Beyin Sağlığına İyi Gelen Yiyecekler
Pek çok insan beyin için beslenmenin önemini anlamıyor. Beyninizin düzgün bir şekilde çalışması için katiyyen belirgin miktarda vitamine, minerale, proteine ve daha fazlasına gereksiniminiz var.Hamile bir kadının bebeğinin beyninin gelişimine yardımcı olmak amacıyla yiyecek seviyesi yüksek ve zengin yiyeceklerle beslenmeye ihtiyacı olmasının sebebi de budur.
Dengesiz ve kötü beslenen gebe kadınların, beyinsel özürlü çocuk doğurma rizikosu bulunur.Daha da fazlası, ilk birkaç yıllında iyi beslenmeyen bebekler, ileride ki yıllarda beyinsel problemlere daha çok sahip olabilmektedir. Besin değeri yüksek olan besinlerin beyin işlevi için önemi kesin. Gerekli gıdaları alamadığınız takdirde beyninizin bilişsel fonksiyonlarında düşüş olduğu gibi, nörolojik veya sinir fiberlerinde de problemler yaşayabilirsiniz. Yaşlandıça doğal olarak beyin hücrelerinde kayıplar olabilir. Belirli yiyeceklerden elde edilen vitaminler ve mineraller, yaşlanmadan kaynaklı olarak beyin fonksiyonlardaki düşüşü engellemeye yardım etmektedir.
Beyin sağlığınızı iyi bir duruma getirmeye hazırsanız, o zaman beyniniz için gereken şu yiyeceklere bir göz atın:
Ceviz:
Cevizin içinde, beyninizdeki nöronların birbiri ile iletişiminin gelişimini sağlayan polifenol bulunur.Ceviz, vitamin E ve B6 ile doludur ve bunlar hafızanın ve nöral dokunun gelişmesine destek olmaktadır.Ceviz, beyin fonksiyonunun etkin çalışmasına yardımcı olur, çünkü omega 3 yağ asidi ihtiva eder.
Yabanmersini
Yabanmersini, alzeimer gibi beyin hastalıklarından sizi korur. Yabanmersini tüketilmesi ile, öğrenme kapasiteniz ve bilişsel fonksiyonlarınız gelişir. Yabanmersinindeki antioksidantlar, beyin hücrelerinizin azalmasını durdurur.
Somon Balığı
Somon beyin işlevi için çok önemli olan omega-3 esas yağ asidi ihtiva eder. Omega 3’ den elde edilen antioksidan ve antiinflamatuar, yaşlandıkça meydana gelebilecek beyin sorunlarını engeller.
Avokado
Avokadonun içinde mevcut olan mono doymamış yağ, beyinde kan akışının gelişmesine yardımcı olur, ki bu da beyinde bilinç ve bilişsel becerileri geliştirir.
Ispanak
Bu yeşil bitki sağlıklı bir bedene sahip olmaya yardımcı olması adına çok tavsiye edilen bir bitki tipidir.Ancak, ıspanağın beyine de yararı bulunur.Ispanakta bulunmakta olan magnezyum, beyinde daha çok kan akışı teşkil eder. Her bir kalp atışından beyine %20 kadar kan akışı gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, ne kadar çok kan akışı olursa, beyin için o kadar iyidir. Beyin için gerekli kan akışı olmazsa, bu beyin hasarına sebep olabilir. Ne kadar çok kan akışı olursa, beyin fonksiyonları o kadar güçlü olmaktadır.
Zeytinyağı
Düzenli zeytinyağı tüketilmesi ile beyninizde yağ asitleri ve polifenolleri üretir ve bu da beyninizi etkileyebilecek herhangi bir iltihaplanmanın miktarını azaltır, iltihapları kurutur. Zeytinyağın yapısında bulunuan olecanthal, alzeimer gibi rahatsızlıkların meydan getirebileceği beyin hücre hasarından sizi koruyabilmektedir.
Nane
Nane, beyin sağlığınıza yararlı olan esas yağ asitleri, amino asitler ve antioksidantlar ihtiva eder. Nane,beyninizin bilgiyi hızlı proses etmesini sağlar ve içermiş olduğu mentol muhteviyatı ile yaratıcı düşünce gelişimine destek olmaktadır. Nane,ayrıca, kan dolaşımı sağlar ve bu da sizi canladırıp,beyin bilinç fonksiyonunu geliştirir. Beyin performans seviyesini artırmak amacıyla nane çayı içebilirsiniz.
Aklımızda Bulunması Gereken Başka Tavsiyeler
Besin değeri olan yiyecekleri tüketirken bir yandan da aklımızda olması lazım olan şey; yüksek şeker oranı olan yiyecekleri fazlaca yememek. Bir oturuşta fazlaca yemek, beyninizi uyuşturur. Sağlıklı beslenme kadar, egzersiz ve uyku da beyin sağlığınız yönünden çok önemlidir.Ne kadar egzersiz yapar ve düzenli uyursanız, o kadar sağlıklı düşünme ve karar verme becerisine sahip olursunuz.
Pek çok insan beyin için beslenmenin önemini anlamıyor. Beyninizin düzgün bir şekilde çalışması için katiyyen belirgin miktarda vitamine, minerale, proteine ve daha fazlasına gereksiniminiz var.Hamile bir kadının bebeğinin beyninin gelişimine yardımcı olmak amacıyla yiyecek seviyesi yüksek ve zengin yiyeceklerle beslenmeye ihtiyacı olmasının sebebi de budur.
Dengesiz ve kötü beslenen gebe kadınların, beyinsel özürlü çocuk doğurma rizikosu bulunur.Daha da fazlası, ilk birkaç yıllında iyi beslenmeyen bebekler, ileride ki yıllarda beyinsel problemlere daha çok sahip olabilmektedir. Besin değeri yüksek olan besinlerin beyin işlevi için önemi kesin. Gerekli gıdaları alamadığınız takdirde beyninizin bilişsel fonksiyonlarında düşüş olduğu gibi, nörolojik veya sinir fiberlerinde de problemler yaşayabilirsiniz. Yaşlandıça doğal olarak beyin hücrelerinde kayıplar olabilir. Belirli yiyeceklerden elde edilen vitaminler ve mineraller, yaşlanmadan kaynaklı olarak beyin fonksiyonlardaki düşüşü engellemeye yardım etmektedir.
Beyin sağlığınızı iyi bir duruma getirmeye hazırsanız, o zaman beyniniz için gereken şu yiyeceklere bir göz atın:
Ceviz:
Cevizin içinde, beyninizdeki nöronların birbiri ile iletişiminin gelişimini sağlayan polifenol bulunur.Ceviz, vitamin E ve B6 ile doludur ve bunlar hafızanın ve nöral dokunun gelişmesine destek olmaktadır.Ceviz, beyin fonksiyonunun etkin çalışmasına yardımcı olur, çünkü omega 3 yağ asidi ihtiva eder.
Yabanmersini
Yabanmersini, alzeimer gibi beyin hastalıklarından sizi korur. Yabanmersini tüketilmesi ile, öğrenme kapasiteniz ve bilişsel fonksiyonlarınız gelişir. Yabanmersinindeki antioksidantlar, beyin hücrelerinizin azalmasını durdurur.
Somon Balığı
Somon beyin işlevi için çok önemli olan omega-3 esas yağ asidi ihtiva eder. Omega 3’ den elde edilen antioksidan ve antiinflamatuar, yaşlandıkça meydana gelebilecek beyin sorunlarını engeller.
Avokado
Avokadonun içinde mevcut olan mono doymamış yağ, beyinde kan akışının gelişmesine yardımcı olur, ki bu da beyinde bilinç ve bilişsel becerileri geliştirir.
Ispanak
Bu yeşil bitki sağlıklı bir bedene sahip olmaya yardımcı olması adına çok tavsiye edilen bir bitki tipidir.Ancak, ıspanağın beyine de yararı bulunur.Ispanakta bulunmakta olan magnezyum, beyinde daha çok kan akışı teşkil eder. Her bir kalp atışından beyine %20 kadar kan akışı gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, ne kadar çok kan akışı olursa, beyin için o kadar iyidir. Beyin için gerekli kan akışı olmazsa, bu beyin hasarına sebep olabilir. Ne kadar çok kan akışı olursa, beyin fonksiyonları o kadar güçlü olmaktadır.
Zeytinyağı
Düzenli zeytinyağı tüketilmesi ile beyninizde yağ asitleri ve polifenolleri üretir ve bu da beyninizi etkileyebilecek herhangi bir iltihaplanmanın miktarını azaltır, iltihapları kurutur. Zeytinyağın yapısında bulunuan olecanthal, alzeimer gibi rahatsızlıkların meydan getirebileceği beyin hücre hasarından sizi koruyabilmektedir.
Nane
Nane, beyin sağlığınıza yararlı olan esas yağ asitleri, amino asitler ve antioksidantlar ihtiva eder. Nane,beyninizin bilgiyi hızlı proses etmesini sağlar ve içermiş olduğu mentol muhteviyatı ile yaratıcı düşünce gelişimine destek olmaktadır. Nane,ayrıca, kan dolaşımı sağlar ve bu da sizi canladırıp,beyin bilinç fonksiyonunu geliştirir. Beyin performans seviyesini artırmak amacıyla nane çayı içebilirsiniz.
Aklımızda Bulunması Gereken Başka Tavsiyeler
Besin değeri olan yiyecekleri tüketirken bir yandan da aklımızda olması lazım olan şey; yüksek şeker oranı olan yiyecekleri fazlaca yememek. Bir oturuşta fazlaca yemek, beyninizi uyuşturur. Sağlıklı beslenme kadar, egzersiz ve uyku da beyin sağlığınız yönünden çok önemlidir.Ne kadar egzersiz yapar ve düzenli uyursanız, o kadar sağlıklı düşünme ve karar verme becerisine sahip olursunuz.
Kola İçtikten Sonra Vücuttaki Değişiklikler
Kola İçtikten Sonra Vücuttaki Değişiklikler
Kola içtikten 10 dakika sonra;
Kanınıza 10 çay kaşığı şeker girer. Bu günlük almanız lazım olan miktarın tamamıdır. Fazla şekerin midenizi bulandırmamasının sebebi içerisindeki fosforik asittir.
Kola içtikten 20 dakika sonra;
Kan şekeriniz yükselir. Karaciğeriniz vermiş olduğu tepkiyle fazla şekeri yağa dönüştürür ve aşırı insülin salgılanır.
Kola içtikten 40 dakika sonra;
Kafein bütünüyle emilir. Gözbebekleriniz büyür. Tansiyonunuz artar ve karaciğeriniz kana daha fazla şeker yükler.
Kola içtikten 45 dakika sonra;
Vücudunuz dopamin yapımını fazlalaştırır; ki bu beynin keyif alma merkezini uyarır (eroin de aynı etkiyi yaratmaktadır).
Kola içtikten 1 saat sonra;
Ve nihayetinde şeker tavan yapar, keyfini çıkarın. Size birkaç şok eden gerçek daha.
Hergün bir gazlı içecek içmek şeker hastası olma riskini %85 fazlalaştırır. Şeker esasında kokainden daha çok bağımlılık yapmaktadır. Günde yalnızca bir kutu ekstra olarak içilen gazlı içecek; bir yılda, hemen hemen 7 kilogram almanıza yol açar (bu sizin daha iyi gözükmenizi sağlamaz). Hala gazlı içecek içmeye devam ediyorsanız, bu alışkanlığınızı bırakmak, daha sağlıklı bir hayat sürebilmeniz için çok basit bir yöntemdir. Örneğin, su daha iyi bir seçimdir; veya illa ki gazlı bir içecek istiyor iseniz bir parça limon dilimi ya da suyu ile maden suyunu denemenizde fayda var. Çocuklarınızın bu içecekleri tüketmesinin hiç bir sebebi olamaz. Hiçbirisi, ne kola ne zero ve benzeri. Bunun mazereti yok. "0 şeker" masalıyla bizlere diyet şekersiz kolada kullanılan yapay tatlandırıcıların da son derece tehlikeli olduğunu unutmayalım. Lütfen sorumsuz olmayın. Gördüğünüz gibi birazcık aklımız varsa, meşrubatları neden hayatımızdan bütünüyle çıkarmamız gerektiğini anlamak hiç de zor olmaz. Bu sebeple gazlı meşrubatlari artık tüketmeyin, daha sağlıklı olun ve iyi görünün. Kola yerine belki taze sıkılmış limonata, ayran vb. doğal içecekleri tercih edin.
Kola içtikten 10 dakika sonra;
Kanınıza 10 çay kaşığı şeker girer. Bu günlük almanız lazım olan miktarın tamamıdır. Fazla şekerin midenizi bulandırmamasının sebebi içerisindeki fosforik asittir.
Kola içtikten 20 dakika sonra;
Kan şekeriniz yükselir. Karaciğeriniz vermiş olduğu tepkiyle fazla şekeri yağa dönüştürür ve aşırı insülin salgılanır.
Kola içtikten 40 dakika sonra;
Kafein bütünüyle emilir. Gözbebekleriniz büyür. Tansiyonunuz artar ve karaciğeriniz kana daha fazla şeker yükler.
Kola içtikten 45 dakika sonra;
Vücudunuz dopamin yapımını fazlalaştırır; ki bu beynin keyif alma merkezini uyarır (eroin de aynı etkiyi yaratmaktadır).
Kola içtikten 1 saat sonra;
Ve nihayetinde şeker tavan yapar, keyfini çıkarın. Size birkaç şok eden gerçek daha.
Hergün bir gazlı içecek içmek şeker hastası olma riskini %85 fazlalaştırır. Şeker esasında kokainden daha çok bağımlılık yapmaktadır. Günde yalnızca bir kutu ekstra olarak içilen gazlı içecek; bir yılda, hemen hemen 7 kilogram almanıza yol açar (bu sizin daha iyi gözükmenizi sağlamaz). Hala gazlı içecek içmeye devam ediyorsanız, bu alışkanlığınızı bırakmak, daha sağlıklı bir hayat sürebilmeniz için çok basit bir yöntemdir. Örneğin, su daha iyi bir seçimdir; veya illa ki gazlı bir içecek istiyor iseniz bir parça limon dilimi ya da suyu ile maden suyunu denemenizde fayda var. Çocuklarınızın bu içecekleri tüketmesinin hiç bir sebebi olamaz. Hiçbirisi, ne kola ne zero ve benzeri. Bunun mazereti yok. "0 şeker" masalıyla bizlere diyet şekersiz kolada kullanılan yapay tatlandırıcıların da son derece tehlikeli olduğunu unutmayalım. Lütfen sorumsuz olmayın. Gördüğünüz gibi birazcık aklımız varsa, meşrubatları neden hayatımızdan bütünüyle çıkarmamız gerektiğini anlamak hiç de zor olmaz. Bu sebeple gazlı meşrubatlari artık tüketmeyin, daha sağlıklı olun ve iyi görünün. Kola yerine belki taze sıkılmış limonata, ayran vb. doğal içecekleri tercih edin.
Yemekten sonra meyve yenir mi?
Yemekten sonra meyve yenir mi?
Yemekten sonra meyve yemenin yağlanmaya yani kilo almaya sebep olacağı sanılır. Fakat tek tabakla doymadığınız zaman ikinci tabağa geçmek yerine, 1 porsiyon meyve (1 elma, 1 armut, 1 portakal ya da 2 mandalina) yemek daha az enerji aldırır ve daha az kalori alarak doymuş oluruz. Bu nedenle yemekten sonra doyum sağlanamıyorsa, aşırıya kaçmayıp meyve yemekte sakınca yoktur fakat her gıdanın aşırı tüketimi yağ olarak depo edilmesini fazlalaştırır.093 8
Yemekten sonra meyve yemenin yağlanmaya yani kilo almaya sebep olacağı sanılır. Fakat tek tabakla doymadığınız zaman ikinci tabağa geçmek yerine, 1 porsiyon meyve (1 elma, 1 armut, 1 portakal ya da 2 mandalina) yemek daha az enerji aldırır ve daha az kalori alarak doymuş oluruz. Bu nedenle yemekten sonra doyum sağlanamıyorsa, aşırıya kaçmayıp meyve yemekte sakınca yoktur fakat her gıdanın aşırı tüketimi yağ olarak depo edilmesini fazlalaştırır.093 8
21 Kasım 2014 Cuma
Kepekli Ekmek Kilo Verdirir Mi?
Kepekli Ekmek Kilo Verdirir Mi?
Kepek ekmek ve light ürünler, kilo aldırmaz sanırız. Kepek ekmeğinin kalorisi, beyaz ekmeğe göre birazcık daha az olduğundan, kadınlar genel olarak kepek ekmek yemeyi tercih etmektedir. Lakin kepek ekmek ile beyaz ekmek arasında çok büyük bir kalori farkı yok. "Nasıl olsa az kalorili" diyerek kepek ekmeğini çok yiyenler ise zayıflamak yerine tam tersi kilo alıyor. Aynı şekilde üstünde light ibaresi bulunan yiyecek ve içeceklerin tüketimlerine de dikkat etmek gerekmektedir. Zira bu ürünlerin içinde şeker olmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler bulunur.
Kepek ekmek ve light ürünler, kilo aldırmaz sanırız. Kepek ekmeğinin kalorisi, beyaz ekmeğe göre birazcık daha az olduğundan, kadınlar genel olarak kepek ekmek yemeyi tercih etmektedir. Lakin kepek ekmek ile beyaz ekmek arasında çok büyük bir kalori farkı yok. "Nasıl olsa az kalorili" diyerek kepek ekmeğini çok yiyenler ise zayıflamak yerine tam tersi kilo alıyor. Aynı şekilde üstünde light ibaresi bulunan yiyecek ve içeceklerin tüketimlerine de dikkat etmek gerekmektedir. Zira bu ürünlerin içinde şeker olmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler bulunur.
20 Kasım 2014 Perşembe
Yumurta Kolesterolü Yükseltir Mi?
Yumurta Kolesterolü Yükseltir Mi?
Yumurtayla ilgili uzun yıllardır süregelen çok sayıda yanlıştan şu yakın zamanda yapılan araştırmalar sayesinde dönülmüştür. Yumurtanın sarısının öyle zannedildiği gibi kandaki kolesterolü aşırı yükseltmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Dahası yükselen kolesterol düzeyinin, yani kandaki kolesteroldeki bir miktar artışın damar sağlığını bozacak ciddi bir tesiri de yoktur. Zira yumurtanın sarısı yendiği zaman kanda miktarı artan kolesterol damarlara pek bir zararı bulunmayan iri (large) kolesterol parçaları ve bunların mühim bir aterojenik etkisi gibi bir durum mevzubahis olmaz. Öyle ki haftada 3 ila 5 gün yumurta yemek iyi kolesterol dediğimiz HDL’yi de bir miktar arttırabiliyor. Başka bir açıdan yumurta kalp sağlığı için faydalı kabul ettiğimiz pek çok madde bakımından da zengin bir yiyecektir. Kısaca, yumurta yemeyi abartmadığımız sürece hiç bir sorun olmuyor. Bilhassa yumurtayı haşlanmış olarak yemeye öncelik vermenizi, yumurtayı uzun süre müddet kaynatarak sarısı ile beyazının birleştiği noktada yeşil bir renk oluşmasına da engel olmanızı tavsiye ederim. Bolca bitkisel yağ kullanılarak kızartılan yumurtanın faydası değil, zararı olabileceğini de unutmayın. Canınız çok çekiyorsa bir çay kaşığı miktarda tereyağı veya 1 ila 2 çay kaşığı kadar zeytinyağı kullanılarak pişirilmiş sahanda yumurta yiyebilirsiniz ama kullanıdığınız yağ miktarını fazlalaştırmayın. Tabi kızarma süresini lütfen abartarak aşırı kızartıp besin değerlerini de öldürüp sağlıksız bir hale getirmeyin.. Yumurtayı bol sucuklu, pastırmalı, sosisli şekilllerde sık sık yemekte yanlıştır. Bilindiği gibi salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş etler sağlık açısından zararlıdır. İlle de yumurtayı sahanda yemek istiyorsanız menemen yapıp yiyin.
Yumurta anne sütünden sonra en kaliteli ve en ucuz protein kaynağı olarak kabul edilir. Bu sebeple hiç bir sağlık sorunu olmayan kişiler günde 1 yumurtayı gönül rahatlığıyla yiyebilir. Kolesterol, şeker ya da tansiyon gibi sağlık sorunu bulunan hastaların haftada en fazla 2 yumurta tüketmesi daha uygundur. Yumurtayı haşlama olarak yiyebilecek olduğunuz gibi menemen, omlet, çılbır biçiminde, sadece 1 tatlı kaşığı yağ kullanıp pişirerek tüketebilirsiniz.
Yumurtayla ilgili uzun yıllardır süregelen çok sayıda yanlıştan şu yakın zamanda yapılan araştırmalar sayesinde dönülmüştür. Yumurtanın sarısının öyle zannedildiği gibi kandaki kolesterolü aşırı yükseltmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Dahası yükselen kolesterol düzeyinin, yani kandaki kolesteroldeki bir miktar artışın damar sağlığını bozacak ciddi bir tesiri de yoktur. Zira yumurtanın sarısı yendiği zaman kanda miktarı artan kolesterol damarlara pek bir zararı bulunmayan iri (large) kolesterol parçaları ve bunların mühim bir aterojenik etkisi gibi bir durum mevzubahis olmaz. Öyle ki haftada 3 ila 5 gün yumurta yemek iyi kolesterol dediğimiz HDL’yi de bir miktar arttırabiliyor. Başka bir açıdan yumurta kalp sağlığı için faydalı kabul ettiğimiz pek çok madde bakımından da zengin bir yiyecektir. Kısaca, yumurta yemeyi abartmadığımız sürece hiç bir sorun olmuyor. Bilhassa yumurtayı haşlanmış olarak yemeye öncelik vermenizi, yumurtayı uzun süre müddet kaynatarak sarısı ile beyazının birleştiği noktada yeşil bir renk oluşmasına da engel olmanızı tavsiye ederim. Bolca bitkisel yağ kullanılarak kızartılan yumurtanın faydası değil, zararı olabileceğini de unutmayın. Canınız çok çekiyorsa bir çay kaşığı miktarda tereyağı veya 1 ila 2 çay kaşığı kadar zeytinyağı kullanılarak pişirilmiş sahanda yumurta yiyebilirsiniz ama kullanıdığınız yağ miktarını fazlalaştırmayın. Tabi kızarma süresini lütfen abartarak aşırı kızartıp besin değerlerini de öldürüp sağlıksız bir hale getirmeyin.. Yumurtayı bol sucuklu, pastırmalı, sosisli şekilllerde sık sık yemekte yanlıştır. Bilindiği gibi salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş etler sağlık açısından zararlıdır. İlle de yumurtayı sahanda yemek istiyorsanız menemen yapıp yiyin.
Yumurta anne sütünden sonra en kaliteli ve en ucuz protein kaynağı olarak kabul edilir. Bu sebeple hiç bir sağlık sorunu olmayan kişiler günde 1 yumurtayı gönül rahatlığıyla yiyebilir. Kolesterol, şeker ya da tansiyon gibi sağlık sorunu bulunan hastaların haftada en fazla 2 yumurta tüketmesi daha uygundur. Yumurtayı haşlama olarak yiyebilecek olduğunuz gibi menemen, omlet, çılbır biçiminde, sadece 1 tatlı kaşığı yağ kullanıp pişirerek tüketebilirsiniz.
Sıcak Süte Bal Katılır Mı?
Sıcak Süte Bal Katırılır Mı?
Kendimizi birazcık kötü hissettiğimiz zamanlar, grip olacağımızı düşündüğümüz zaman hemen aklımıza gelir sıcak süte bal ve limon karıştırarak içmek. Sıcak sıcak içmeye özen gösterdiğimiz bu karışımın boğazımıza iyi geleceğini düşünürüz. Genellikle yaptığımız bu yanlış, asıl olarak baldaki protein, mineral ve enzimlerin kaybedilmesine neden olmaktadır. 43 derecenin üstünde ısıya maruz olan bal, bütün besin değerini yitiriyor ve sıcak suyun, sütün veya çayın içinde sadece tatlandırıcı fonksiyonu görmektedir. Bundan dolayı balı; ılık su, süt ya da meyve suyuyla tüketmeye özen gösteriniz.
Kendimizi birazcık kötü hissettiğimiz zamanlar, grip olacağımızı düşündüğümüz zaman hemen aklımıza gelir sıcak süte bal ve limon karıştırarak içmek. Sıcak sıcak içmeye özen gösterdiğimiz bu karışımın boğazımıza iyi geleceğini düşünürüz. Genellikle yaptığımız bu yanlış, asıl olarak baldaki protein, mineral ve enzimlerin kaybedilmesine neden olmaktadır. 43 derecenin üstünde ısıya maruz olan bal, bütün besin değerini yitiriyor ve sıcak suyun, sütün veya çayın içinde sadece tatlandırıcı fonksiyonu görmektedir. Bundan dolayı balı; ılık su, süt ya da meyve suyuyla tüketmeye özen gösteriniz.
Aç karnına limonlu su ya da sirkeli su içilir mi?
Aç karnına limonlu su ya da sirkeli su içilir mi?
Kilo sorunu olan birçok insan, aç karnına sirkeli, limonlu su ya da greyfurt suyu içmenin zayıflatacağını düşünmektedir. Suya eklenen limon ya da greyfurt, Vitamin C muhteviyatından dolayı, güne başladığınızda kendisini iyi hissetmenizi sağlayabilir. Lakin bu uygulamanın ne yazıktır ki zayıflamayı sağlayan hiç bir etkiyi yok. Hatta sindirim sisteminizde huzursuzluk var ise sirkenin zararlı tesirleri de olabilir. Zeytinyağı, katı yağlar gibi kilo almaya sebep olmaz: Zeytinyağı, kalp ve damar sağlığı için faydalı olsa bile kilo yapma bakımından başka yağlardan farksız. Zeytinyağı da olsa margarin de olsa tüm yağların 1 gramında 9 kalori enerji bulunmaktadır. Yani zeytinyağı da gerektiğinden çok tüketildiği zaman kilo yapmaktadır.
Kilo sorunu olan birçok insan, aç karnına sirkeli, limonlu su ya da greyfurt suyu içmenin zayıflatacağını düşünmektedir. Suya eklenen limon ya da greyfurt, Vitamin C muhteviyatından dolayı, güne başladığınızda kendisini iyi hissetmenizi sağlayabilir. Lakin bu uygulamanın ne yazıktır ki zayıflamayı sağlayan hiç bir etkiyi yok. Hatta sindirim sisteminizde huzursuzluk var ise sirkenin zararlı tesirleri de olabilir. Zeytinyağı, katı yağlar gibi kilo almaya sebep olmaz: Zeytinyağı, kalp ve damar sağlığı için faydalı olsa bile kilo yapma bakımından başka yağlardan farksız. Zeytinyağı da olsa margarin de olsa tüm yağların 1 gramında 9 kalori enerji bulunmaktadır. Yani zeytinyağı da gerektiğinden çok tüketildiği zaman kilo yapmaktadır.
19 Kasım 2014 Çarşamba
Etin Yanında Ayran İçilir Mi?
Et Yemeklerinin Yanında Ayran İçilir Mi?
Et yemeklerinin yanında ayran içmek elzem geleneklerimizdendir. Fakat birtakım vitamin ve minerallerin başka vitamin ve mineraller ile olumsuz etkileşime girebilmesi sebebiyle et ve ayranı veya yoğurdu bir arada tüketmemek gerekmektedir. Etteki demirin emilimini, ayrandaki kalsiyum azaltmaktadır. Eğer et yemeklerini yerken Vitamin C kaynağı olan yiyecekleri de beraber yerseniz emilim artacaktır. Örneğin et yemeğinin yanına, içinde maydanoz ve biber olan bol limonlu bir salata yapabilirsiniz. Böylelikle Vitamin C yönünden zengin olan maydanoz, biber ve limon yardımıyla etteki demirden maksimum fayda elde edersiniz.
Et yemeklerinin yanında ayran içmek elzem geleneklerimizdendir. Fakat birtakım vitamin ve minerallerin başka vitamin ve mineraller ile olumsuz etkileşime girebilmesi sebebiyle et ve ayranı veya yoğurdu bir arada tüketmemek gerekmektedir. Etteki demirin emilimini, ayrandaki kalsiyum azaltmaktadır. Eğer et yemeklerini yerken Vitamin C kaynağı olan yiyecekleri de beraber yerseniz emilim artacaktır. Örneğin et yemeğinin yanına, içinde maydanoz ve biber olan bol limonlu bir salata yapabilirsiniz. Böylelikle Vitamin C yönünden zengin olan maydanoz, biber ve limon yardımıyla etteki demirden maksimum fayda elde edersiniz.
Sütle Pekmez Karıştırılmaz Mı?
Sütle Pekmez Karıştırılmaz Mı?
Genelde anneler faydalı olduğunu düşündüğü için çocuklarına yedirdikleri pekmeze yoğurt veya süt katar veya aksine süte pekmez ekler. Oysa ki sütün içinde mevcut olan kalsiyum, pekmezde mevcut olan demirin emilmesini azaltıyor. Demir, Vitamin C ile beraber tüketildiğinde emilim artıyor ve Vitamin C demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlıyor. Bu nedenle pekmez, sütle karıştırılmak yerine portakal suyu ile karıştırılır ise çok daha yararlı olur.
Genelde anneler faydalı olduğunu düşündüğü için çocuklarına yedirdikleri pekmeze yoğurt veya süt katar veya aksine süte pekmez ekler. Oysa ki sütün içinde mevcut olan kalsiyum, pekmezde mevcut olan demirin emilmesini azaltıyor. Demir, Vitamin C ile beraber tüketildiğinde emilim artıyor ve Vitamin C demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlıyor. Bu nedenle pekmez, sütle karıştırılmak yerine portakal suyu ile karıştırılır ise çok daha yararlı olur.
Balıkla Birlikte Yoğurt Yenmez Mi?
Balıkla yoğurt yenir mi yoksa balıkla yoğurt yenmez mi?
Hemen hepimiz kulaktan dolma bilgilerle balıkla yoğurdun aynı anda yenmesinin zehirlenmeye sebep olacağını düşünürüz. Bilinenin tam tersi balık taze ise yoğurtla beraber yenilmesinde sakınca bulunmaz. Zehirlenmenin sebebi yoğurt değil, balığın içinde mevcut olan ‘histamin’ proteinidir. Bu madde yoğurtta da olduğundan, beraber yenildiğinde vücutta bulunan "histamin" miktarı fazlalaşabiliyor ve alerjik durumu bulunanlardakızarıklığa veya kaşıntıya neden olabilmektedir. Balığınızın tazeliğine güveniyorsanız, yoğurtla beraber tüketmenizin hiç bir sakıncası yoktur.
Hemen hepimiz kulaktan dolma bilgilerle balıkla yoğurdun aynı anda yenmesinin zehirlenmeye sebep olacağını düşünürüz. Bilinenin tam tersi balık taze ise yoğurtla beraber yenilmesinde sakınca bulunmaz. Zehirlenmenin sebebi yoğurt değil, balığın içinde mevcut olan ‘histamin’ proteinidir. Bu madde yoğurtta da olduğundan, beraber yenildiğinde vücutta bulunan "histamin" miktarı fazlalaşabiliyor ve alerjik durumu bulunanlardakızarıklığa veya kaşıntıya neden olabilmektedir. Balığınızın tazeliğine güveniyorsanız, yoğurtla beraber tüketmenizin hiç bir sakıncası yoktur.
18 Kasım 2014 Salı
Muzun Az Bilinen Faydaları
Muzun Az Bilinen Faydaları
Muzun faydaları hepimiz tarafından az çok bilinir fakat şimdi sizinle muzun az bilinen faydalarını paylaşacağız.
Depresyonu önler
Muz, bir tür protein olan triptofan ihtiva eder ve vücutta serotonin (mutluluk) hormonunun salgılanmasına destek olmaktadır. Serotonin hormonu, rahatlamamızı sağlar ve mutluluk verir. Bununla birlikte yüklü miktarda B6 vitamini içeren muz; kan şekerinizi arttırır ve enerji vererek ruh halinizde olumlu değişikliklere neden olmaktadır.
Kansızlık sorununu çözer
Yüksek miktarda demir içeren muz, kandaki hemoglobin oranını fazlalaştırır ve kansızlığı önler. Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi, postasyum zengini olan bu tropikal meyvenin kan basıncını düşürdüğünü ve felç riskini önlediğini de yapmış olduğu araştırmalarla destekledi.
Zihni güç verir
İngiltere’deki bir okulda 200 öğrenci üstünde yapılmakta olan araştırmada, kahvaltıda, ara öğünlerde ve öğle yemeğinde muz yiyen çocukların sınavlarda daha başarılı oldukları görüldü. Araştırmada bir potasyum deposu olan muzun çocukların öğrenme yeteneklerini de geliştirmiş olduğu ispatlandı.
Mide ekşimesini önler
Muz, doğal bir asit giderici meyvedir ve midede meydana gelen yanma ve ekşime sorunlarını önler. Bu gibi hallerde midenizi rahatlatmak amacıyla muz tüketebilirsiniz.
Gebelikte mide bulantılarını önler
Ara öğünlerde tüketilen muz, kan şekeri seviyesini yükseltir ve bilhassa sabahları hamilelerde meydana gelen mide bulantısını önler.
Sinek ısırığı olan alanı iyileştirir
Sinek ısırığı olan alana krem veya herhangi bir losyon sürme den evvel bir parça muz sürmeyi deneyin. Muz, sinek ısırığı olan alandaki şişliği ve tahrişi önler.
Sinirleri yatıştırmaya yardımcı olur
Muz, Vitamin B zengini bir meyvedir ve sinir sistemini yatıştırmaya destek olmaktadır. Yoğun stres altında çalışıyorsanız sakinleşmek amacı ile ara öğünlerinizde muz tüketebilirsiniz.
Mide ülserine iyi gelir
Muz, yumuşak ve pürüzü olmayan yapısı sebebiyle bağırsak hastalığı olan hastaların diyet listelerinde sıklıkla yer alan bir mevyedir. Doğal bir asit önleyici olduğundan, ülser gibi mide hastalıklarına karşı oldukça faydalı olmaktadır.
Muzun faydaları hepimiz tarafından az çok bilinir fakat şimdi sizinle muzun az bilinen faydalarını paylaşacağız.
Depresyonu önler
Muz, bir tür protein olan triptofan ihtiva eder ve vücutta serotonin (mutluluk) hormonunun salgılanmasına destek olmaktadır. Serotonin hormonu, rahatlamamızı sağlar ve mutluluk verir. Bununla birlikte yüklü miktarda B6 vitamini içeren muz; kan şekerinizi arttırır ve enerji vererek ruh halinizde olumlu değişikliklere neden olmaktadır.
Kansızlık sorununu çözer
Yüksek miktarda demir içeren muz, kandaki hemoglobin oranını fazlalaştırır ve kansızlığı önler. Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi, postasyum zengini olan bu tropikal meyvenin kan basıncını düşürdüğünü ve felç riskini önlediğini de yapmış olduğu araştırmalarla destekledi.
Zihni güç verir
İngiltere’deki bir okulda 200 öğrenci üstünde yapılmakta olan araştırmada, kahvaltıda, ara öğünlerde ve öğle yemeğinde muz yiyen çocukların sınavlarda daha başarılı oldukları görüldü. Araştırmada bir potasyum deposu olan muzun çocukların öğrenme yeteneklerini de geliştirmiş olduğu ispatlandı.
Mide ekşimesini önler
Muz, doğal bir asit giderici meyvedir ve midede meydana gelen yanma ve ekşime sorunlarını önler. Bu gibi hallerde midenizi rahatlatmak amacıyla muz tüketebilirsiniz.
Gebelikte mide bulantılarını önler
Ara öğünlerde tüketilen muz, kan şekeri seviyesini yükseltir ve bilhassa sabahları hamilelerde meydana gelen mide bulantısını önler.
Sinek ısırığı olan alanı iyileştirir
Sinek ısırığı olan alana krem veya herhangi bir losyon sürme den evvel bir parça muz sürmeyi deneyin. Muz, sinek ısırığı olan alandaki şişliği ve tahrişi önler.
Sinirleri yatıştırmaya yardımcı olur
Muz, Vitamin B zengini bir meyvedir ve sinir sistemini yatıştırmaya destek olmaktadır. Yoğun stres altında çalışıyorsanız sakinleşmek amacı ile ara öğünlerinizde muz tüketebilirsiniz.
Mide ülserine iyi gelir
Muz, yumuşak ve pürüzü olmayan yapısı sebebiyle bağırsak hastalığı olan hastaların diyet listelerinde sıklıkla yer alan bir mevyedir. Doğal bir asit önleyici olduğundan, ülser gibi mide hastalıklarına karşı oldukça faydalı olmaktadır.
17 Kasım 2014 Pazartesi
Kas Yırtılması
Kas Yırtılması
Kas ve tendon yırtılması, kas yaralanması, tendon yaralanması gibi haller esasen gözle görülür belirtiler verir. Zaten öncelikli olarak herhangi bir yırtılma veya yaralanmadan şüpheleniyorsanız bunun meydana gelmesi için gerekli zorlamaya maruz kaldığınızın ya da darbeyi aldığınızın da farkındasınız demektir. Hiçbir şey yapmazken kas yırtılması tendon yaralanması olmayacağına göre şüphesiz ya ağırlık kaldırıyordunuz, ya ağır şartlar altında spor yapıyordunuz ya da bir darbe aldınız. Futbol sırasında tekmelenmek, şiddetli top çarpmasına maruz kalmak bu tür darbelerden birkaç tanesidir.
Kas yırtılması nasıl anlaşılır?
Kas yırtılması ve zedelenmesi, tendon zararlarından daha çok kendisini dıştan gösterir. Genellikle darbe alınan alan kızararak şişmektedir ve dıştan belirgin bir şekilde o alanda bir yaralanma yıpranma olduğu anlaşılmaktadır. Kas zedelenmesi, spor yaparken kaslarınızın aşırı zorlanmaya dayanamadığından yırtılması, kopması gibi haller kas erimesine neden olabilir ya da o alanda deri altında büyük tahriplere sebep olabilir. Bundan ötürü ağırlık çalışırken ya da türlü spor dallarında uğraşırken normalden daha fazla dikkatli olmamız gerekir. Kendimizi fazlaca yormamalı, duracağımız ve dinleneceğimiz yeri iyi bilmemiz gerekir. En mühim hususlardan birisi de doğru nefes kullanımıdır. Spor yaparken eğitmen hocanızdan muhakkak nasıl nefes alarak vermeniz gerektiğine dair bilgiler alınız.
Kas yırtılmasına neler iyi gelir?
Kas yırtılması ve yaralanması halinde eğer bir yük kaldırmakta iseniz ya da aktif olarak spor yapmakta iseniz öncelikli olarak yükü yavaşça bırakıp zedelendiğini düşündüğünüz kası oynatmamaya ve kullanmamaya özen gösterin. Tıbbi müdahale den evvel şişmeyi ve ağrıyı hafifletmek amacıyla buz torbası uygulayabilirsiniz. Eğer spor salonunda başınıza gelmiş ise, eğitmeniniz size ne şekilde davranmanız gerektiği ile ilgili bilgiler verir ve ilk yardım müdahalesini yapacaktır.
Spor yaparken her zamankinden daha dikkatli hareket etmek zaten spor yapmanın bir parçasıdır. Başkaları ile rekabet halinde olup da kendinizi kasarak ve bünyenizin kaldırabileceğinden daha fazla spor yapar ve kaslarınızı gerektiğinden daha fazla çalıştırırsanız ve onlara ihtiyaçları olan proteini sağlayamazsanız eğer daha çok tahrip edebilirsiniz. Her şeyi kararınca ve uzman gözetiminde yapmak en iyisidir. Şunu unutmayalım, ağırlığın çokluğuna göre güçlü sayılmazsınız. Eğer düzenli ve disiplinli çalışılırsa iki tane 5'er kiloluk dambıllarla bile kas yapılmaktadır. Yeter ki kendinize güvenin, azimli ve düzenli çalışın.
Kas ve tendon yırtılması, kas yaralanması, tendon yaralanması gibi haller esasen gözle görülür belirtiler verir. Zaten öncelikli olarak herhangi bir yırtılma veya yaralanmadan şüpheleniyorsanız bunun meydana gelmesi için gerekli zorlamaya maruz kaldığınızın ya da darbeyi aldığınızın da farkındasınız demektir. Hiçbir şey yapmazken kas yırtılması tendon yaralanması olmayacağına göre şüphesiz ya ağırlık kaldırıyordunuz, ya ağır şartlar altında spor yapıyordunuz ya da bir darbe aldınız. Futbol sırasında tekmelenmek, şiddetli top çarpmasına maruz kalmak bu tür darbelerden birkaç tanesidir.
Kas yırtılması nasıl anlaşılır?
Kas yırtılması ve zedelenmesi, tendon zararlarından daha çok kendisini dıştan gösterir. Genellikle darbe alınan alan kızararak şişmektedir ve dıştan belirgin bir şekilde o alanda bir yaralanma yıpranma olduğu anlaşılmaktadır. Kas zedelenmesi, spor yaparken kaslarınızın aşırı zorlanmaya dayanamadığından yırtılması, kopması gibi haller kas erimesine neden olabilir ya da o alanda deri altında büyük tahriplere sebep olabilir. Bundan ötürü ağırlık çalışırken ya da türlü spor dallarında uğraşırken normalden daha fazla dikkatli olmamız gerekir. Kendimizi fazlaca yormamalı, duracağımız ve dinleneceğimiz yeri iyi bilmemiz gerekir. En mühim hususlardan birisi de doğru nefes kullanımıdır. Spor yaparken eğitmen hocanızdan muhakkak nasıl nefes alarak vermeniz gerektiğine dair bilgiler alınız.
Kas yırtılmasına neler iyi gelir?
Kas yırtılması ve yaralanması halinde eğer bir yük kaldırmakta iseniz ya da aktif olarak spor yapmakta iseniz öncelikli olarak yükü yavaşça bırakıp zedelendiğini düşündüğünüz kası oynatmamaya ve kullanmamaya özen gösterin. Tıbbi müdahale den evvel şişmeyi ve ağrıyı hafifletmek amacıyla buz torbası uygulayabilirsiniz. Eğer spor salonunda başınıza gelmiş ise, eğitmeniniz size ne şekilde davranmanız gerektiği ile ilgili bilgiler verir ve ilk yardım müdahalesini yapacaktır.
Spor yaparken her zamankinden daha dikkatli hareket etmek zaten spor yapmanın bir parçasıdır. Başkaları ile rekabet halinde olup da kendinizi kasarak ve bünyenizin kaldırabileceğinden daha fazla spor yapar ve kaslarınızı gerektiğinden daha fazla çalıştırırsanız ve onlara ihtiyaçları olan proteini sağlayamazsanız eğer daha çok tahrip edebilirsiniz. Her şeyi kararınca ve uzman gözetiminde yapmak en iyisidir. Şunu unutmayalım, ağırlığın çokluğuna göre güçlü sayılmazsınız. Eğer düzenli ve disiplinli çalışılırsa iki tane 5'er kiloluk dambıllarla bile kas yapılmaktadır. Yeter ki kendinize güvenin, azimli ve düzenli çalışın.
Kas Zedelenmesi
Kas Zedelenmesi
Belirli kas grupları zedelenmeye daha elverişlidir. Bunlar daha çok karışık yapılı büyük kaslar ve birden fazla eklemi geçen veya çapraza alan kaslardır. Kas Zedelenmesi yalnızca kasın kasılışı ile oluşmaz, kaşın aşırı gerilişi neticesi veya kas kasılırken gerilişi sonucu oluşabilir. Kas yırtıldığında hasar genel olarak kas* tendon bileşkesine yakın yerde olmaktadır. Kasla ilgili bu rahatsızlıklardan sonra, kas ilerideki zedelenmeler için risk altındadır ve eski yapısına nazaran daha zayıftır. Isınma ve germe gibi hareketler yanında sıcaklık artışı da kasın zedelenmesini azaltan faktörlerdir.
Kas Zedelenmelerinde İlk Yardım (RICE Protokolü):
Rest : Dinlenmedir. Hadiseye sebep olan spordan bir müddet uzaklaşmaktır. Bu süre sizi muayene edici doktor tarafı ile verilmektedir.
Ice : Zedelenen alana buz tedavisidir. Buz direkt cilde uygulanmaz arada bir havlu benzeri madde olmalı günde bir kaç kere tekrarlanmalıdır.
Compression : Elastik bandaj yardımıyla hasar görmüş alana baskı uygulanmaktadır.
Elevation : Yine ödemi önlemek amacı ile hasar görmüş alan dinlenme halinde kalp seviyesinden daha yüksekte tutulur.
Belirli kas grupları zedelenmeye daha elverişlidir. Bunlar daha çok karışık yapılı büyük kaslar ve birden fazla eklemi geçen veya çapraza alan kaslardır. Kas Zedelenmesi yalnızca kasın kasılışı ile oluşmaz, kaşın aşırı gerilişi neticesi veya kas kasılırken gerilişi sonucu oluşabilir. Kas yırtıldığında hasar genel olarak kas* tendon bileşkesine yakın yerde olmaktadır. Kasla ilgili bu rahatsızlıklardan sonra, kas ilerideki zedelenmeler için risk altındadır ve eski yapısına nazaran daha zayıftır. Isınma ve germe gibi hareketler yanında sıcaklık artışı da kasın zedelenmesini azaltan faktörlerdir.
Kas Zedelenmelerinde İlk Yardım (RICE Protokolü):
Rest : Dinlenmedir. Hadiseye sebep olan spordan bir müddet uzaklaşmaktır. Bu süre sizi muayene edici doktor tarafı ile verilmektedir.
Ice : Zedelenen alana buz tedavisidir. Buz direkt cilde uygulanmaz arada bir havlu benzeri madde olmalı günde bir kaç kere tekrarlanmalıdır.
Compression : Elastik bandaj yardımıyla hasar görmüş alana baskı uygulanmaktadır.
Elevation : Yine ödemi önlemek amacı ile hasar görmüş alan dinlenme halinde kalp seviyesinden daha yüksekte tutulur.
Hemostaz Nedir? Koagulasyon Nedir?
Hemostaz Nedir?
Damarın herhangi bir nedenden dolayı zedelenmesi neticesinde meydana gelebilecek kan kaybının engellenmesidir. Üç ana elementten olmaktadır.
1. Vasküler Endotel
2. Trombositler
3. Koagülasyon Sistemi
Koagülasyon Sistemi
Kanın sıvı haldeki durumundan katı hale yani akmaz duruma geçişine koagülasyon denilir. Pek çok enzimin ve proteinin yer aldığı oldukça kompleks bir mekanizmadır.
Bu sistemde yer alan proteinleri öncelikli üç grup altında toplayabiliriz.
1. Fibrinojen grubu proteinler; Faktör I, V, VIII, XIII.
2. Protrombin grubu proteinler; Faktör II, VII, IX, X.
3. Kontakt grubu proteinler; Faktör XI, XII, prekallikrein, Yüksek molekül ağılıklı kininojen (HMWK)
Koagülasyon reaksiyonu;
a) İntrinsik yol
b) Ekstrinsik yol
c) Ortak yol olmak üzere üç farklı sisteme bağlı bir şekilde gerçekleşir
İntrinsik Yol
Kontak aktivasyonu tarafı ile başlatılan bir seri enzimatik tepkimedir. Kontak etkinleştirmede vasküler travma ile uyarılan birtakım değişimlerle başlatılır. İnaktif olan FXII aktif FXII’ye dönüşür. Aktif FXII, FXI’yi aktif FXI’e dönüştürür. Aktif FXI ise FIX’u aktif FIX’a dönüştürür. Aktif FIX da fosfolipid, iyonize kalsiyum ve aktiflenmiş FVIII ile beraber protrombin aktivatör kompleks meydana gelmesinde başlatıcı olan FX’u aktif FX’a dönüştürür. Aktif FX, FV ve trombosit fosfolipidi ile kompleks meydana getirir ve bu komplekste protrombini trombine parçalar ve trombinde fibrinojenin fibrine dönüşmesini katalize eder.
Ekstrinsik Yol
Bu reaksiyon zincirinin aktivitesi doku faktörü üzerine odaklanmıştır. FVII’nin aktif FVII’ye dönüşmesi ektrinsik yoldaki tepkimeler sonucu olmaktadır. Aktif FVII Ca+ iyonunun var oluşunda FX’un aktif FX’a dönüşmesine imkan vermektedir. Meydana gelen aktif FX fosfolipid ve FV ile protrombin aktivatörünü yapmaktadır. Bu da protrombini trombine parçalar.
Ortak Yol
Kan koagülasyon sisteminde intrinsik ve ekstrinsik yol tepkimeleri neticesinde FX aktive olmaktadır. Aktif FX protrombinaz kompleksini teşkil eder. Bu kompleks protrombinin trombine dönüşmesini katalize eder. Trombin fibrinojenin fibrine dönüşmesini katalize eder. 1964 senesinde ileri sürülen kaskad hipotezine göre; ekstrintik ve intrinsik sistemler Faktör X’un Faktör Xa’ya aktive olmasıyla birleşirler. Aktif FX, FII, FV, Ca++ iyonları ve fosfolipidlerle birleşerek protrombin aktivatör komplexini teşkil eder. Bu kompleks FII’nin FIIa’ya dönüşmesini katalizler (26, 24). Trombinin fibrinojen üstünde proteolitik etkisiyle fibrin monomerleri polimerize olarak uzun fibrin liflerini oluştururlar. Trombin aynı anda, Ca++ iyonları var oluşunda faktör XIII’ü faalize eder ve fibrin stabilizasyonunun sağlanması ile koagülasyon süreci sonlanır
Damarın herhangi bir nedenden dolayı zedelenmesi neticesinde meydana gelebilecek kan kaybının engellenmesidir. Üç ana elementten olmaktadır.
1. Vasküler Endotel
2. Trombositler
3. Koagülasyon Sistemi
Koagülasyon Sistemi
Kanın sıvı haldeki durumundan katı hale yani akmaz duruma geçişine koagülasyon denilir. Pek çok enzimin ve proteinin yer aldığı oldukça kompleks bir mekanizmadır.
Bu sistemde yer alan proteinleri öncelikli üç grup altında toplayabiliriz.
1. Fibrinojen grubu proteinler; Faktör I, V, VIII, XIII.
2. Protrombin grubu proteinler; Faktör II, VII, IX, X.
3. Kontakt grubu proteinler; Faktör XI, XII, prekallikrein, Yüksek molekül ağılıklı kininojen (HMWK)
Koagülasyon reaksiyonu;
a) İntrinsik yol
b) Ekstrinsik yol
c) Ortak yol olmak üzere üç farklı sisteme bağlı bir şekilde gerçekleşir
İntrinsik Yol
Kontak aktivasyonu tarafı ile başlatılan bir seri enzimatik tepkimedir. Kontak etkinleştirmede vasküler travma ile uyarılan birtakım değişimlerle başlatılır. İnaktif olan FXII aktif FXII’ye dönüşür. Aktif FXII, FXI’yi aktif FXI’e dönüştürür. Aktif FXI ise FIX’u aktif FIX’a dönüştürür. Aktif FIX da fosfolipid, iyonize kalsiyum ve aktiflenmiş FVIII ile beraber protrombin aktivatör kompleks meydana gelmesinde başlatıcı olan FX’u aktif FX’a dönüştürür. Aktif FX, FV ve trombosit fosfolipidi ile kompleks meydana getirir ve bu komplekste protrombini trombine parçalar ve trombinde fibrinojenin fibrine dönüşmesini katalize eder.
Ekstrinsik Yol
Bu reaksiyon zincirinin aktivitesi doku faktörü üzerine odaklanmıştır. FVII’nin aktif FVII’ye dönüşmesi ektrinsik yoldaki tepkimeler sonucu olmaktadır. Aktif FVII Ca+ iyonunun var oluşunda FX’un aktif FX’a dönüşmesine imkan vermektedir. Meydana gelen aktif FX fosfolipid ve FV ile protrombin aktivatörünü yapmaktadır. Bu da protrombini trombine parçalar.
Ortak Yol
Kan koagülasyon sisteminde intrinsik ve ekstrinsik yol tepkimeleri neticesinde FX aktive olmaktadır. Aktif FX protrombinaz kompleksini teşkil eder. Bu kompleks protrombinin trombine dönüşmesini katalize eder. Trombin fibrinojenin fibrine dönüşmesini katalize eder. 1964 senesinde ileri sürülen kaskad hipotezine göre; ekstrintik ve intrinsik sistemler Faktör X’un Faktör Xa’ya aktive olmasıyla birleşirler. Aktif FX, FII, FV, Ca++ iyonları ve fosfolipidlerle birleşerek protrombin aktivatör komplexini teşkil eder. Bu kompleks FII’nin FIIa’ya dönüşmesini katalizler (26, 24). Trombinin fibrinojen üstünde proteolitik etkisiyle fibrin monomerleri polimerize olarak uzun fibrin liflerini oluştururlar. Trombin aynı anda, Ca++ iyonları var oluşunda faktör XIII’ü faalize eder ve fibrin stabilizasyonunun sağlanması ile koagülasyon süreci sonlanır
16 Kasım 2014 Pazar
Harnupun Faydaları
Harnupun Faydaları
Harnup hepimizin bildiği keçiboynuzu yemişidir.
Uzmanlar keçiboynuzunun sağlık yönünden epey yararlı olduğunu belirterek çikolata yerine keçiboynuzu tüketmemizi tavsiye ediyorlar.
Çikolata yemek yerine keçiboynuzu yiyin
Keçiboynuzu lifi 24 polifenolik bileşik içermektedir. Bunlardan yüzde 26’sı flavonoidlerdir. Flavonoidler çok kuvvetli antioksidan özellik gösteren bitkisel kaynaklı bileşiklerdir. Keçiboynuzu aynı zamanda belli miktarda antioksidan bileşikler olan kuersetin ve mirisetin ihtiva eder. 1 tane orta/büyük boy keçiboynuzu yaklaşık 31 kaloridir.
Keçiboynuzu bir kimyasal olan tanenlerden gallik asit içerir, analjezik, anti bakteriyel, anti alerjik, anti viral, antioksidan ve antiseptik özelliğe sahiptir. Gallik asit çocuklarda çocuk felcini önlemede ve çok felcinin tedavisinde etkisi bulunur. Keçiboynuzu sindirimi düzenler ve kandaki kolesterol düzeyini düşürür. Hem çocuk hem de yetişkinlerde 15 ila 20 grama kadar keçiboynuzu ishal tedavisinde kullanılır. Yapılmış bir araştırmaya göre kolesterol yüksekliği seviyelerine sahip bireylere çözünmez keçiboynuzu lifi verildiğinde total kolesterolleri %18 ve LDL kolesterolleri %23 oranında düştüğü görülmüştür. Keçiboynuzu kafein içermediği için yüksek tansiyonu olan bireyler tarafı ile de kullanılabilir.
Keçiboynuzunun düzenli kullanılışı akciğer kanserini önlemede destektir. E vitamini muhteviyatı ile öksürük, grip, anemi ve osteoklazi tedavisilerinde destek olmaktadır. Fosfor ve kalsiyum zenginliği nedeniyle osteoporoza (kemik erimesi) karşı mücadele eder.
Keçiboynuzu, çikolataya karşı süt bulundurmayan bir alternatif olarak, laktoz intoleransı ya da süt alerjisi bulunanlar tarafından kullanılabilir. Çikolataya göre yağ, kalori ve kafeinden fakirdir. Bu manada kilo kaybına da destek olmaktadır. Keçiboynuzu doğal olarak tatlıdır. çikolata gibi eklenmiş şeker ilavesi içermez. Keçiboynuzu tohumlarından elde edilen tragasol adlı zamka benzeyen madde, fırın mamülleri, dondurma, jöleler, reçeller, peynir, salata sosları, konserve etler, salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünleri, hardal ve başka gıda ürünlerinde bir stabilizatör veya koyulaştırıcı madde olarak kullanılır. Keçiboynuzu tozu kakao tozu ya da çikolata yerine kek, kurabiye veya şekerlemelerde kullanılabilir. Sıcak içecekler kahve yerine keçiboynuzu tozu kullanılarak yapılabilir. Kurabiye ya da kek yapmak amacıyla damla çikolatalar yerine keçiboynuzu parçaları kullanılabilir.
Keçiboynuzunun 10 müthiş faydası
Güney Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde yetişen keçiboynuzu kimileri tarafı ile sevilerek yense de birçok kişi tarafından da pek sevilmemektedir. Oysa bu bitki içermiş olduğu protein ve minerallerle yüzyıllardan bu yana sağlık saçıyor.
İşte keçiboynuzunun saymakla bitmeyen faydalarından birkaçı…
Keçiboynuzu antiallerjik ve antibakteriyel olan galik asit içerdiği için bağışıklık sistemini güçlendiriyor, alerjinin sebep olduğu solunum darlığı problemine karşı tesirli bir ilaç görevi görüyor. Alerjik solunum darlığı sorunu bulunanlar için keçiboynuzu pekmezi oldukça fayda sağlıyor. Sabah-akşam 1 tatlı kaşığı keçiboynuzu (harnup) pekmezi yiyebilirsiniz.
Afrodizyaktır. Sertleşme sorunu yaşayan ve iktidarsızlık sorunu yaşayan erkeklerin bu sorunlarının giderilmesine yardımcı olmaktadır. Bu cinsel sorunlaraa sahip erkeklerin keçiboynuzu kürü yapması tavsiye ediliyor. Aynı zamanda keçiboynuzu sperm sayısını arttırıp evlat sahibi olamama riskini azaltmaktadır.
İçerdiği yüksek ham selülozün da yardımıyla bağırsak hastalıklarıyla savaşır. Bağırsak kurdu, tenya gibi bağırsak parazitlerinin yok edilmesini sağlıyor. Çocuklarda ve yetişkinlerde ishale karşı kullanılabilir.
Balgam söktürücü özelliğiyle sigara içenler için epey fayda sağlıyor. Göğsü yumuşatır ve bronşları açar.
Fosfor ve kalsiyum yönünden zengin olması bakımından kemik erimesine karşı tesirli bir koruma sağlar.
İçerdiği vitamin ve mineraller sayesinde diş ve diş eti hastalıklarıyla savaşır.
Mide ve bağırsak gazlarını dışarı atıp şişikliği gidermektedir.
Kanı zehirli maddelerden temizliyor ve kansızlığı gideriyor.
Belleğimizi güçlendirir ve konsantrasyonumuzu arttırır.
Düzenli şekilde tüketilen keçiboynuzu, başta akciğer kanseri olmak üzere diğer kanser türlerine karşı da yakalanma riskini azaltmaktadır.
Harnup hepimizin bildiği keçiboynuzu yemişidir.
Uzmanlar keçiboynuzunun sağlık yönünden epey yararlı olduğunu belirterek çikolata yerine keçiboynuzu tüketmemizi tavsiye ediyorlar.
Çikolata yemek yerine keçiboynuzu yiyin
Keçiboynuzu lifi 24 polifenolik bileşik içermektedir. Bunlardan yüzde 26’sı flavonoidlerdir. Flavonoidler çok kuvvetli antioksidan özellik gösteren bitkisel kaynaklı bileşiklerdir. Keçiboynuzu aynı zamanda belli miktarda antioksidan bileşikler olan kuersetin ve mirisetin ihtiva eder. 1 tane orta/büyük boy keçiboynuzu yaklaşık 31 kaloridir.
Keçiboynuzu bir kimyasal olan tanenlerden gallik asit içerir, analjezik, anti bakteriyel, anti alerjik, anti viral, antioksidan ve antiseptik özelliğe sahiptir. Gallik asit çocuklarda çocuk felcini önlemede ve çok felcinin tedavisinde etkisi bulunur. Keçiboynuzu sindirimi düzenler ve kandaki kolesterol düzeyini düşürür. Hem çocuk hem de yetişkinlerde 15 ila 20 grama kadar keçiboynuzu ishal tedavisinde kullanılır. Yapılmış bir araştırmaya göre kolesterol yüksekliği seviyelerine sahip bireylere çözünmez keçiboynuzu lifi verildiğinde total kolesterolleri %18 ve LDL kolesterolleri %23 oranında düştüğü görülmüştür. Keçiboynuzu kafein içermediği için yüksek tansiyonu olan bireyler tarafı ile de kullanılabilir.
Keçiboynuzunun düzenli kullanılışı akciğer kanserini önlemede destektir. E vitamini muhteviyatı ile öksürük, grip, anemi ve osteoklazi tedavisilerinde destek olmaktadır. Fosfor ve kalsiyum zenginliği nedeniyle osteoporoza (kemik erimesi) karşı mücadele eder.
Keçiboynuzu, çikolataya karşı süt bulundurmayan bir alternatif olarak, laktoz intoleransı ya da süt alerjisi bulunanlar tarafından kullanılabilir. Çikolataya göre yağ, kalori ve kafeinden fakirdir. Bu manada kilo kaybına da destek olmaktadır. Keçiboynuzu doğal olarak tatlıdır. çikolata gibi eklenmiş şeker ilavesi içermez. Keçiboynuzu tohumlarından elde edilen tragasol adlı zamka benzeyen madde, fırın mamülleri, dondurma, jöleler, reçeller, peynir, salata sosları, konserve etler, salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünleri, hardal ve başka gıda ürünlerinde bir stabilizatör veya koyulaştırıcı madde olarak kullanılır. Keçiboynuzu tozu kakao tozu ya da çikolata yerine kek, kurabiye veya şekerlemelerde kullanılabilir. Sıcak içecekler kahve yerine keçiboynuzu tozu kullanılarak yapılabilir. Kurabiye ya da kek yapmak amacıyla damla çikolatalar yerine keçiboynuzu parçaları kullanılabilir.
Keçiboynuzunun 10 müthiş faydası
Güney Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde yetişen keçiboynuzu kimileri tarafı ile sevilerek yense de birçok kişi tarafından da pek sevilmemektedir. Oysa bu bitki içermiş olduğu protein ve minerallerle yüzyıllardan bu yana sağlık saçıyor.
İşte keçiboynuzunun saymakla bitmeyen faydalarından birkaçı…
Keçiboynuzu antiallerjik ve antibakteriyel olan galik asit içerdiği için bağışıklık sistemini güçlendiriyor, alerjinin sebep olduğu solunum darlığı problemine karşı tesirli bir ilaç görevi görüyor. Alerjik solunum darlığı sorunu bulunanlar için keçiboynuzu pekmezi oldukça fayda sağlıyor. Sabah-akşam 1 tatlı kaşığı keçiboynuzu (harnup) pekmezi yiyebilirsiniz.
Afrodizyaktır. Sertleşme sorunu yaşayan ve iktidarsızlık sorunu yaşayan erkeklerin bu sorunlarının giderilmesine yardımcı olmaktadır. Bu cinsel sorunlaraa sahip erkeklerin keçiboynuzu kürü yapması tavsiye ediliyor. Aynı zamanda keçiboynuzu sperm sayısını arttırıp evlat sahibi olamama riskini azaltmaktadır.
İçerdiği yüksek ham selülozün da yardımıyla bağırsak hastalıklarıyla savaşır. Bağırsak kurdu, tenya gibi bağırsak parazitlerinin yok edilmesini sağlıyor. Çocuklarda ve yetişkinlerde ishale karşı kullanılabilir.
Balgam söktürücü özelliğiyle sigara içenler için epey fayda sağlıyor. Göğsü yumuşatır ve bronşları açar.
Fosfor ve kalsiyum yönünden zengin olması bakımından kemik erimesine karşı tesirli bir koruma sağlar.
İçerdiği vitamin ve mineraller sayesinde diş ve diş eti hastalıklarıyla savaşır.
Mide ve bağırsak gazlarını dışarı atıp şişikliği gidermektedir.
Kanı zehirli maddelerden temizliyor ve kansızlığı gideriyor.
Belleğimizi güçlendirir ve konsantrasyonumuzu arttırır.
Düzenli şekilde tüketilen keçiboynuzu, başta akciğer kanseri olmak üzere diğer kanser türlerine karşı da yakalanma riskini azaltmaktadır.
Zeytinyağının Faydaları
Zeytinyağının faydaları say say bitmiyor
* Çocuklarda beyin gelişimini ve kemiklerin güçlenmesini çabuklaştırır. Öncelikle E vitamini olmak üzere A, D, K vitaminleri ihtiva eder. Bu vitaminlerin yardımıyla hücrelerin yenilenmesinde, dokuların ve organların yaşlanmasını geciktirmede etkilidir.
* Cildi besler, saçları korur. İçerdiği linoleik asit yardımıyla anne sütünden kesilmiş bebeklere (4 ila 5 aydan sonra bir kaç damla) yağsız inek sütüne karıştırılıp verilmektedir. Bebekler için doğal yiyecek fonksiyonu görmektedir.
* Zeytinyağının en mühim özelliklerinden biride kalp ve damar hastalıkları üstündeki olumlu yönde etkisidir. Kalp krizi riskini azalttığı gözlenmiştir. Bir çorba kaşığı zeytinyağı 14 gram, 120 kalori ihtiva eder. Akdeniz ülkelerinde yaşayan insanların kalp krizi riskinin başka ülkelerdeki insanlara göre daha az olduğu görülmüştür.
* Zayıflama diyetlerinin içeriğinden zeytinyağını çıkartmak epey sakıncalıdır.
* Gençlik ve ergenlikte vücudun en çok kaliteli gıdaya ihtiyacı olduğu dönemdir ve zeytinyağı burada iyi bir seçenektir.
* Yaşlılarda kalsiyum kaybını önlüyor, kemik erimesine mani olmaktadır.
* Hamilelikte, içinde mevcut olan yağ asitleri hücre ve sinir sisteminin oluşturulmasında çok mühim etkendir.Günde iki çorba kaşığı zeytinyağı tüketilmelidir..
* Sporcular için zeytinyağı çok önemlidir. Zeytinyağın içerisinde mevcut olan oleik asit kaslar tarafı ile en basit yakılan ve en basit hazmedilen yağdır.
* Ağızda çalkalandığı zaman dişlerin beyaz kalmasına yardım eder.
Zeytinyağının Kanseri önlemedeki rolü:
The Archives of Internal Medicine dergisinde yayınlanmış olan bir makaleye göre; yüksek miktarda zeytinyağı tüketen kadınların göğüs kanserine yakalanma riskinin daha az olduğunu göstermiştir. New York'ta Buffalo Üniversitesi araştırmacılarının yürüttüğü ayrı bir çalışmada ise, zeytinyağı gibi bitkisel yağlarda mevcut olan bir madde olan ß* sitosterol'ün prostat kanser hücrelerinin oluşmasını engellemede yardımcı olabildiğini kanıtlamıştır. Bilim adamları, ß-sitosterol'ün hücrelerin bölünmemesi emrini veren hücre içi haberleşme sistemini güçlendirdiği, böylelikle hücre büyüyüşü kontrol dışı duruma gelmeden kanserin önlenebileceği sonucuna varmışlardır. Oxford Üniversitesi'ndeki hekimler tarafı ile yürütülen son incelemede de;
* Zeytinyağının bağırsak kanserine karşı koruyucu özelliğe sahip olduğu belirlenmiştir. Doktorlar zeytinyağının bağırsak kanserinin başlayacağını engellemek amacı ile midedeki asitle tepkimeye girdiğini keşfetmişlerdir.
* Tansiyon düşürücü: Archives of Internal Medicine dergisinin 27 Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan bir çalışma, zeytinyağının yüksek tansiyona olumlu yönde etkisini bir kez daha vurgulamaktadır. Bununla birlikte zeytin ağacının yaprağı ile tansiyon düşürücü ilaçlar yapılır.
* İç organlara olan faydaları: Zeytinyağı mide asidini azaltarak mideyi gastrit ve ülser gibi hastalıklara karşı korur. Bunun yanı sıra safra salgısını harekete geçirerek, sindirimin en mükemmel duruma gelmesine imkan vermektedir. Safra kesesinin boşalma işlemini düzenler ve safra taşı riskini azaltmaktadır. Bununla birlikte içerisindeki klor sayesinde de böbreğin çalışmasına yardımcı olur ve böylelikle vücudun atıklardan arınmasını kolay hale getirir. Bunların yanı sıra beyin damarlarının sağlığına da olumlu yönde etkisi bulunur.
* Yaşlanmayı önlemesi: Zeytinyağının içermiş olduğu vitaminler, hücre yenileyici özelliklere sahip oldukları için, yaşlılık tedavisinde de kullanılır, cildi besler ve korurlar. Yiyeceklerle birlikte bedenimize "serbest radikal" dediğimiz birtakım maddeleri de almaktayız. Zeytinyağı, başta E vitamini olmak üzere, içermiş olduğu çok sayıdaki antioksidan maddeyle bu zararlı maddelerin bedenimizde neden olduğu tahribatı önler, hücrelerimizi yeniler, doku ve organlarımızın yaşlanmasını geciktirir.
* İşte zeytinyağını dışarıdan sürmekle elde edilen faydalardan bazıları:
* Cilde ve saça inanılamayacak şekilde güzellik katar. Kuru cildi canlandırır, kırışıklıkları azaltmaktadır. Zeytinyağı cildi yumuşatır ve esnek, pürüzsüz bir görünüm vermektedir.
* Zeytinyağı, yorgun ayakları dinlendirip canlandırır. Zeytinyağının mükemmel yumuşatma ve nemlendirme kapasitesi bulunur.
Çatlamış ve cildi kurumuş ayakları tedavide birebirdir.
* Zeytinyağı tıraş edilecek alanı yumuşatmada ve rahatlatmada birebirdir.
* Kurumuş ve çatlamış dudak için merhem olarak kullanılabilir.
* Saçtaki kepeği ve saç dökülmesini engeller. Saça parlaklık verir.
* Tırnaklara güzellik verir ve onlara güç vermektedir.
* Pahalı kremler yerine sadece zeytinyağı kullanılarak doğum çatlakları azaltılabilir.
* Yine doğum sonrası emziren anneler için en iyi göğüs ucu bakımı zeytinyağı ile yapılmaktadır.
kaynak:netten aktarmadır
* Çocuklarda beyin gelişimini ve kemiklerin güçlenmesini çabuklaştırır. Öncelikle E vitamini olmak üzere A, D, K vitaminleri ihtiva eder. Bu vitaminlerin yardımıyla hücrelerin yenilenmesinde, dokuların ve organların yaşlanmasını geciktirmede etkilidir.
* Cildi besler, saçları korur. İçerdiği linoleik asit yardımıyla anne sütünden kesilmiş bebeklere (4 ila 5 aydan sonra bir kaç damla) yağsız inek sütüne karıştırılıp verilmektedir. Bebekler için doğal yiyecek fonksiyonu görmektedir.
* Zeytinyağının en mühim özelliklerinden biride kalp ve damar hastalıkları üstündeki olumlu yönde etkisidir. Kalp krizi riskini azalttığı gözlenmiştir. Bir çorba kaşığı zeytinyağı 14 gram, 120 kalori ihtiva eder. Akdeniz ülkelerinde yaşayan insanların kalp krizi riskinin başka ülkelerdeki insanlara göre daha az olduğu görülmüştür.
* Zayıflama diyetlerinin içeriğinden zeytinyağını çıkartmak epey sakıncalıdır.
* Gençlik ve ergenlikte vücudun en çok kaliteli gıdaya ihtiyacı olduğu dönemdir ve zeytinyağı burada iyi bir seçenektir.
* Yaşlılarda kalsiyum kaybını önlüyor, kemik erimesine mani olmaktadır.
* Hamilelikte, içinde mevcut olan yağ asitleri hücre ve sinir sisteminin oluşturulmasında çok mühim etkendir.Günde iki çorba kaşığı zeytinyağı tüketilmelidir..
* Sporcular için zeytinyağı çok önemlidir. Zeytinyağın içerisinde mevcut olan oleik asit kaslar tarafı ile en basit yakılan ve en basit hazmedilen yağdır.
* Ağızda çalkalandığı zaman dişlerin beyaz kalmasına yardım eder.
Zeytinyağının Kanseri önlemedeki rolü:
The Archives of Internal Medicine dergisinde yayınlanmış olan bir makaleye göre; yüksek miktarda zeytinyağı tüketen kadınların göğüs kanserine yakalanma riskinin daha az olduğunu göstermiştir. New York'ta Buffalo Üniversitesi araştırmacılarının yürüttüğü ayrı bir çalışmada ise, zeytinyağı gibi bitkisel yağlarda mevcut olan bir madde olan ß* sitosterol'ün prostat kanser hücrelerinin oluşmasını engellemede yardımcı olabildiğini kanıtlamıştır. Bilim adamları, ß-sitosterol'ün hücrelerin bölünmemesi emrini veren hücre içi haberleşme sistemini güçlendirdiği, böylelikle hücre büyüyüşü kontrol dışı duruma gelmeden kanserin önlenebileceği sonucuna varmışlardır. Oxford Üniversitesi'ndeki hekimler tarafı ile yürütülen son incelemede de;
* Zeytinyağının bağırsak kanserine karşı koruyucu özelliğe sahip olduğu belirlenmiştir. Doktorlar zeytinyağının bağırsak kanserinin başlayacağını engellemek amacı ile midedeki asitle tepkimeye girdiğini keşfetmişlerdir.
* Tansiyon düşürücü: Archives of Internal Medicine dergisinin 27 Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan bir çalışma, zeytinyağının yüksek tansiyona olumlu yönde etkisini bir kez daha vurgulamaktadır. Bununla birlikte zeytin ağacının yaprağı ile tansiyon düşürücü ilaçlar yapılır.
* İç organlara olan faydaları: Zeytinyağı mide asidini azaltarak mideyi gastrit ve ülser gibi hastalıklara karşı korur. Bunun yanı sıra safra salgısını harekete geçirerek, sindirimin en mükemmel duruma gelmesine imkan vermektedir. Safra kesesinin boşalma işlemini düzenler ve safra taşı riskini azaltmaktadır. Bununla birlikte içerisindeki klor sayesinde de böbreğin çalışmasına yardımcı olur ve böylelikle vücudun atıklardan arınmasını kolay hale getirir. Bunların yanı sıra beyin damarlarının sağlığına da olumlu yönde etkisi bulunur.
* Yaşlanmayı önlemesi: Zeytinyağının içermiş olduğu vitaminler, hücre yenileyici özelliklere sahip oldukları için, yaşlılık tedavisinde de kullanılır, cildi besler ve korurlar. Yiyeceklerle birlikte bedenimize "serbest radikal" dediğimiz birtakım maddeleri de almaktayız. Zeytinyağı, başta E vitamini olmak üzere, içermiş olduğu çok sayıdaki antioksidan maddeyle bu zararlı maddelerin bedenimizde neden olduğu tahribatı önler, hücrelerimizi yeniler, doku ve organlarımızın yaşlanmasını geciktirir.
* İşte zeytinyağını dışarıdan sürmekle elde edilen faydalardan bazıları:
* Cilde ve saça inanılamayacak şekilde güzellik katar. Kuru cildi canlandırır, kırışıklıkları azaltmaktadır. Zeytinyağı cildi yumuşatır ve esnek, pürüzsüz bir görünüm vermektedir.
* Zeytinyağı, yorgun ayakları dinlendirip canlandırır. Zeytinyağının mükemmel yumuşatma ve nemlendirme kapasitesi bulunur.
Çatlamış ve cildi kurumuş ayakları tedavide birebirdir.
* Zeytinyağı tıraş edilecek alanı yumuşatmada ve rahatlatmada birebirdir.
* Kurumuş ve çatlamış dudak için merhem olarak kullanılabilir.
* Saçtaki kepeği ve saç dökülmesini engeller. Saça parlaklık verir.
* Tırnaklara güzellik verir ve onlara güç vermektedir.
* Pahalı kremler yerine sadece zeytinyağı kullanılarak doğum çatlakları azaltılabilir.
* Yine doğum sonrası emziren anneler için en iyi göğüs ucu bakımı zeytinyağı ile yapılmaktadır.
kaynak:netten aktarmadır
14 Kasım 2014 Cuma
Down Sendromu Nasıl Olur?
Down Sendromu Nasıl Olur?
Down Sendromu, insanların en küçük yapıtaşı olan kromozomların sayısındaki problemlerden bir tanesidir. Normal her insanın hücrelerindeki sayı 46'dır. Sağlıklı bir kadında 46 adet X kromozomu bulunur. Sağlıklı bir erkekteyse 45 X ve 1 tane Y kromozomu bulunur. Down Sendromunda ise 21. kromozomdan 1 tane fazla olur. Yani 2 tane 21. kromozom ve toplamda da 47 adet kromozom bulunur. Bunu andıran başka isimlerle tanımlanmış 18. ve 13'üncü kromozom fazlalığı ile birlikte farklı sendromlar da bulunmaktadır. Down sendromunun ailesel bir geçişi gibi bir durum mevzubahis olmaz ve tamamen rastlantısal ortaya çıkar. Down sendromunun ortaya çıkışında annenin yaşının mühim rolü bulunur. Down Sendromu yaşamla bağdaşan ve toplumda en fazla saptanan kromozom bozukluğudur. Canlı doğumlardaki sıklığı yaklaşık 850'de 1'dir. Bu sıklık 20'li yaşlarda 1/1500 iken 45 yaşında 1/28'e kadar artış gösterir.
Down Sendromu sorunu olan çocuklarda zeka geriliği daima bulunur. Görülen bu zeka geriliği düşük dereceden çok yüksek derecelere kadar değişir. Yaklaşık %30 ila %35'inde ağır derecede kalp anomalileri ve yaklaşık olarak %15'inde de öncelikle oniki parmak bağırsak tıkanıklığı gibi mide-bağırsak sistemine ilişkin bozukluklar görülür.
İlgili aramalar: down sendromu nasıl olur, down sendromu neden olur, davn sendromuna neden yakalanır, dawn sendromunun nedenleri nelerdir
Down Sendromu, insanların en küçük yapıtaşı olan kromozomların sayısındaki problemlerden bir tanesidir. Normal her insanın hücrelerindeki sayı 46'dır. Sağlıklı bir kadında 46 adet X kromozomu bulunur. Sağlıklı bir erkekteyse 45 X ve 1 tane Y kromozomu bulunur. Down Sendromunda ise 21. kromozomdan 1 tane fazla olur. Yani 2 tane 21. kromozom ve toplamda da 47 adet kromozom bulunur. Bunu andıran başka isimlerle tanımlanmış 18. ve 13'üncü kromozom fazlalığı ile birlikte farklı sendromlar da bulunmaktadır. Down sendromunun ailesel bir geçişi gibi bir durum mevzubahis olmaz ve tamamen rastlantısal ortaya çıkar. Down sendromunun ortaya çıkışında annenin yaşının mühim rolü bulunur. Down Sendromu yaşamla bağdaşan ve toplumda en fazla saptanan kromozom bozukluğudur. Canlı doğumlardaki sıklığı yaklaşık 850'de 1'dir. Bu sıklık 20'li yaşlarda 1/1500 iken 45 yaşında 1/28'e kadar artış gösterir.
Down Sendromu sorunu olan çocuklarda zeka geriliği daima bulunur. Görülen bu zeka geriliği düşük dereceden çok yüksek derecelere kadar değişir. Yaklaşık %30 ila %35'inde ağır derecede kalp anomalileri ve yaklaşık olarak %15'inde de öncelikle oniki parmak bağırsak tıkanıklığı gibi mide-bağırsak sistemine ilişkin bozukluklar görülür.
İlgili aramalar: down sendromu nasıl olur, down sendromu neden olur, davn sendromuna neden yakalanır, dawn sendromunun nedenleri nelerdir
Amniosentez (Amniyosentez)
AMNİOSENTEZ
AMNİOSENTEZ Nedir?
Anne adayının karın derisinden girilen bir iğne yardımıyla rahme ve buradan bebeğin içinde bulunmuş olduğu amnios sıvısına ulaşılışı ve buradan tetkik amacı ile bir miktar sıvı alınması uygulamasına amniosentez denilir.
AMNİOSENTEZ Neden Yapılır?
Amniyosentez daha çok tanı koyma amacı ile uygulanmaktadır. Bu uygulamada:
Kromozomal bozukluk olup olmadığının araştırılması,
Bebekle ilgili metabolik hastalıklara tanı konması,
Bebekte nöral tüp defektlerinin tanısı,
Kan grubu uyuşmazlıklarında bebeğin bu durumdan etkilenme düzeyinin belirlenmesi, amaçlanmaktadır.
Amniosentez ayriyetten ağır polihidramnios (bebeğin sıvısının normalden daha çok oluşu) gibi hallerde gebeyi rahatlatmak amacıyla tedavi amacı ile da kullanılabilir.
AMNİOSENTEZ Yapılması Hangi Gebelerde Daha Çok Önem Taşır?
Bebekte kromozomal bozukluk riski fazla olan ya da amniosentez ile tespit edilebilen bir hastalığı olma riski fazla olan şu hallerde daha çok önem taşır:
35 yaş ve üzeri gebelerde,
Önceleri kromozomal deformitesi (bozukluğu) olan bebek doğuran gebelerde,
Yakın akrabalarda kromozomal bozukluk varlığında,
Anne ve/veya babada genetik hastalık varlığında,
Üçlü testte risk tespit edilmesi halinde,
Tekrarlayan düşüklerde,
Anne veya baba adayına dengeli translokasyon (karşılıklı parça değişimi) taşıyıcılığı veya başka yapısal kromozom kusurlarının olduğunun bilindiği durumlarda,
Önceleri NTD'li (Nöral Tüp Defektli) bebek doğurma hikayesi veya anne ya da baba adayında NTD var oluşunda,
Rutin ya da detaylı ultrasonda bebekte bozukluk tespit edilişi durumunda.
AMNİOSENTEZ Ne Zaman Yapılır?
Amniosentez tanı amacı ile gebeliğin 16 ila 18. haftaları içerisinde uygulanmaktadır. Lakin son zamanlarda 15. gebelik haftasın dan evvel de amniosentez uygulanmaya başlanmıştır. (Bu duruma erken amniosentez denilir.) Tedavi amacı ile ise; gebeliğin herhangi bir süreci boyunca uygulanabilir.
AMNİOSENTEZ Nasıl Yapılır?
Uzman doktor ultrason vasıtasıyla fetusu ve plasentayı görür ve fetusun haline göre en güvenilir yaklaşım noktasını seçip bu alanda cilt temizlenir. Amniosentez iğnesi dediğimiz ince bir iğne bu noktadan rahme doğru sokulup 20 mililitre kadar sıvı alınmaktadır. Daha sonra iğne çekilir ve gereken yara bakımı yapılmaktadır. Doktor tekrar ultrason yardımı ile fetusun sonraki durumunu ve kalp atımlarını kontrol edip uygulamayı sonlandırır..
AMNİOSENTEZ'in Riskleri Nelerdir?
1. Gebelik kaybı (düşük): Amniosentez nedeni ile düşük oluşma riski 1/400 ila 500 dolayındadır. Amniosentezi yapan kişinin tecrübesi arttıkça bu risk oranı azalmaktadır.
2. Enfeksiyon: Oldukça ender gelişir. Genellikle amniosentezden sonrasındaki 24 ila 72. saatler arasında gelişmektedir.
3. Amniosentez yerinde kanama oluşu ve amniotik sıvı sızışı: Oldukça ender gelişir ve olayın düşükle sonuçlanabileceğini gösterdiğinden gebenin hemen doktora başvurması icap eden durumlardır.
4. Kramp: Amniosentez sırasında ya da sonrasındaki kısa süre içinde görülebilmektedir. Görülüşü çok anlamlı olmaz.
AMNİOSENTEZ İle Alınan Sıvı Ne Kadar Sürede Tekrar Yerine Konur?
Amniotik sıvı bebeğin idrar çıkartışıı ile olmaktadır. Amniosentezle alınan sıvı bir kaç saat içerisinde yerine konmaktadır.
AMNİOSENTEZ Sonucu Ne Kadar Sürede Çıkar?
Test neticesi yaklaşık olarak 3 hafta içerisinde rapor edilmektedir.
AMNİOSENTEZ Sonuçları Nasıl Rapor Edilir?
Sitogenetik analiz ile bebeğin kromozomlarında sayısal anomali ve bariz yapısal bozukluk olup bulunmadığı tayin edilmektedir.
Amniosentez yapılışından sonra laboratuvardan bebeğin kromozomlarının durumunu bildiren ve cinsiyetinin de belirtildiği bir rapor gelmektedir. "Normal" olarak gelen bir rapor; bebekte yapısal doğumsal bozukluklar, mikrodelesyon (silinme) ve mikroduplikasyon (sayının iki misline çıkışı) gibi küçük kromozom bozukluklarını ve özel teknik gerektirmiş olan bazı hastalıkların olmadığını gösteremez.
Bebekte bir kromozomal bozukluk belirlenmiş ise laboratuvarın bunu bildiren bir rapor hazırlaması gerekir. "Down Sendromu" "Teizomi 21" gibi.
Şayet özel teknik gerektiren olan bir hastalığın olduğu düşünülüyor ise laboratuvar öncesinden haberdar edilip buna yönelik tetkiklerin yapılması istenebilmektedir.
AMNİOSENTEZ Sonuçları Kesin Midir?
Kromozom analizinin neticesi "normal" olarak rapor edilmiş ise, analizin hatalı olma olasılığı oldukça azdır. Eğer sonuç "anormal" olarak gelmiş ise gerek görüldüğü zaman "kordosentez" gibi bir teknik yardımıyla bu sefer bebekten kan örneği alınıp "anormal durum" un doğrulanması gerekebilir.
İlgili aramalar: amniosentez nedir, amniyosentez ne demek, amniosentez neden yapılır, amniosentez nasıl yapılır
AMNİOSENTEZ Nedir?
Anne adayının karın derisinden girilen bir iğne yardımıyla rahme ve buradan bebeğin içinde bulunmuş olduğu amnios sıvısına ulaşılışı ve buradan tetkik amacı ile bir miktar sıvı alınması uygulamasına amniosentez denilir.
AMNİOSENTEZ Neden Yapılır?
Amniyosentez daha çok tanı koyma amacı ile uygulanmaktadır. Bu uygulamada:
Kromozomal bozukluk olup olmadığının araştırılması,
Bebekle ilgili metabolik hastalıklara tanı konması,
Bebekte nöral tüp defektlerinin tanısı,
Kan grubu uyuşmazlıklarında bebeğin bu durumdan etkilenme düzeyinin belirlenmesi, amaçlanmaktadır.
Amniosentez ayriyetten ağır polihidramnios (bebeğin sıvısının normalden daha çok oluşu) gibi hallerde gebeyi rahatlatmak amacıyla tedavi amacı ile da kullanılabilir.
AMNİOSENTEZ Yapılması Hangi Gebelerde Daha Çok Önem Taşır?
Bebekte kromozomal bozukluk riski fazla olan ya da amniosentez ile tespit edilebilen bir hastalığı olma riski fazla olan şu hallerde daha çok önem taşır:
35 yaş ve üzeri gebelerde,
Önceleri kromozomal deformitesi (bozukluğu) olan bebek doğuran gebelerde,
Yakın akrabalarda kromozomal bozukluk varlığında,
Anne ve/veya babada genetik hastalık varlığında,
Üçlü testte risk tespit edilmesi halinde,
Tekrarlayan düşüklerde,
Anne veya baba adayına dengeli translokasyon (karşılıklı parça değişimi) taşıyıcılığı veya başka yapısal kromozom kusurlarının olduğunun bilindiği durumlarda,
Önceleri NTD'li (Nöral Tüp Defektli) bebek doğurma hikayesi veya anne ya da baba adayında NTD var oluşunda,
Rutin ya da detaylı ultrasonda bebekte bozukluk tespit edilişi durumunda.
AMNİOSENTEZ Ne Zaman Yapılır?
Amniosentez tanı amacı ile gebeliğin 16 ila 18. haftaları içerisinde uygulanmaktadır. Lakin son zamanlarda 15. gebelik haftasın dan evvel de amniosentez uygulanmaya başlanmıştır. (Bu duruma erken amniosentez denilir.) Tedavi amacı ile ise; gebeliğin herhangi bir süreci boyunca uygulanabilir.
AMNİOSENTEZ Nasıl Yapılır?
Uzman doktor ultrason vasıtasıyla fetusu ve plasentayı görür ve fetusun haline göre en güvenilir yaklaşım noktasını seçip bu alanda cilt temizlenir. Amniosentez iğnesi dediğimiz ince bir iğne bu noktadan rahme doğru sokulup 20 mililitre kadar sıvı alınmaktadır. Daha sonra iğne çekilir ve gereken yara bakımı yapılmaktadır. Doktor tekrar ultrason yardımı ile fetusun sonraki durumunu ve kalp atımlarını kontrol edip uygulamayı sonlandırır..
AMNİOSENTEZ'in Riskleri Nelerdir?
1. Gebelik kaybı (düşük): Amniosentez nedeni ile düşük oluşma riski 1/400 ila 500 dolayındadır. Amniosentezi yapan kişinin tecrübesi arttıkça bu risk oranı azalmaktadır.
2. Enfeksiyon: Oldukça ender gelişir. Genellikle amniosentezden sonrasındaki 24 ila 72. saatler arasında gelişmektedir.
3. Amniosentez yerinde kanama oluşu ve amniotik sıvı sızışı: Oldukça ender gelişir ve olayın düşükle sonuçlanabileceğini gösterdiğinden gebenin hemen doktora başvurması icap eden durumlardır.
4. Kramp: Amniosentez sırasında ya da sonrasındaki kısa süre içinde görülebilmektedir. Görülüşü çok anlamlı olmaz.
AMNİOSENTEZ İle Alınan Sıvı Ne Kadar Sürede Tekrar Yerine Konur?
Amniotik sıvı bebeğin idrar çıkartışıı ile olmaktadır. Amniosentezle alınan sıvı bir kaç saat içerisinde yerine konmaktadır.
AMNİOSENTEZ Sonucu Ne Kadar Sürede Çıkar?
Test neticesi yaklaşık olarak 3 hafta içerisinde rapor edilmektedir.
AMNİOSENTEZ Sonuçları Nasıl Rapor Edilir?
Sitogenetik analiz ile bebeğin kromozomlarında sayısal anomali ve bariz yapısal bozukluk olup bulunmadığı tayin edilmektedir.
Amniosentez yapılışından sonra laboratuvardan bebeğin kromozomlarının durumunu bildiren ve cinsiyetinin de belirtildiği bir rapor gelmektedir. "Normal" olarak gelen bir rapor; bebekte yapısal doğumsal bozukluklar, mikrodelesyon (silinme) ve mikroduplikasyon (sayının iki misline çıkışı) gibi küçük kromozom bozukluklarını ve özel teknik gerektirmiş olan bazı hastalıkların olmadığını gösteremez.
Bebekte bir kromozomal bozukluk belirlenmiş ise laboratuvarın bunu bildiren bir rapor hazırlaması gerekir. "Down Sendromu" "Teizomi 21" gibi.
Şayet özel teknik gerektiren olan bir hastalığın olduğu düşünülüyor ise laboratuvar öncesinden haberdar edilip buna yönelik tetkiklerin yapılması istenebilmektedir.
AMNİOSENTEZ Sonuçları Kesin Midir?
Kromozom analizinin neticesi "normal" olarak rapor edilmiş ise, analizin hatalı olma olasılığı oldukça azdır. Eğer sonuç "anormal" olarak gelmiş ise gerek görüldüğü zaman "kordosentez" gibi bir teknik yardımıyla bu sefer bebekten kan örneği alınıp "anormal durum" un doğrulanması gerekebilir.
İlgili aramalar: amniosentez nedir, amniyosentez ne demek, amniosentez neden yapılır, amniosentez nasıl yapılır
12 Kasım 2014 Çarşamba
ALS Nedir?
ALS Hastalığı Nedir?
Son zamanlarda her yerde adını duymaya başladığımız ALS hastalığının sebepleri hakkında fazla bilgi sahibi olmayanlar için ALS hastalığını en detaylı şekilde sizlere aktarmaya gayret göstereceğiz. ALS'nin açılımı Amyotrofik Lateral Skleroz kelimeleridir. Sinir sistemimizde omurilik ve beyin sapı olarak isimlendirilen alanda sinir hücrelerinin kaybından meydana gelen bir hastalık tipidir. Aynı zamanda nöron hastalığı olarakta anılır. Bu hücrelerin kaybı zaman içerisinde hastada kas erimesi ve kemik erimesi gibi durumları ortaya çıkarmaktadır. Hastalarda geç ya da erken hareketler meydana gelebilir.
Kasların zayıflaması; el, ayak, bacak ve yutkunma bölgesinde başlayıp zaman içerisinde başka bölgelere de yayılır. Bu alan insanda yer alan “bulber” alanında bulunan kaslara da zarar vereceği için konuşma ve yutkunma güçlüklerini ortaya çıkarır. Bekleyen günlerde hasta solunum hususunda da şikayetler çekecektir. Bu hastalık kadınlara nazaran erkeklerde 40 ila 50 yaşlarında görülme ihtimali oldukça yüksektir. Hastalığa yakalanan insanların hekimleri genelde 3 – 5 sene kadar yaşayacaklarını söylenmelerine rağmen daha uzun süre yaşayanlarda olur. Bazı zamanlar doktorların ölür dediği hastalarda iyileşme görülmüştür.
ALS HASTALIĞINA YAKALANAN ÜNLÜLER?
İngiliz aktör David Niven
Ünlü beyzbol oyuncusu Lou Gehrig
İngiliz fizikçi Stephen Hawking
Çinli lider Mao Zedong
Leeds United ve İngiltere Futbol Federasyonları menajerleri olan Don Revie ve Dieter Dengler
Metal müzik gitaristi Jason Becker
Amerikanın tanınmış caz müzik basçısı Charles Mingus
Matematikçi Fokko du Cloux
Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarında oynamış Türk futbolcu Sedat Balkanlı
Amerikan politikacı Jacob Javits
Dünya çapında birçok ırkı etkilemiş olan en tehlikeli hastalıklar arasında yer alır. Genç ve yaşlılarda görünme ihtimali yüksek bir rahatsızlıktır.
ALS Belirtileri Nelerdir?
Kaslarda seyirme, titreme ve kas zayıflığı neticesinde kolların bacakların etkilenmesi olarak gösterilebilir. Hastaların % 75’inde ilk belirtiler, kol ve bacak kaslarında görülmüştür. Bacaklarda bazı zamanlar yalnızca tek bir bölümde hissedilen bu hastalık koşma ve hızlı hareketten sonra meydana gelebilir. Hastalık ilk sırada kasları etkilerken zaman içerisinde yayılarak bütün vücudu etkilemektedir.
Bir hastaya ALS tanısı konması için, hastalarda üst ve alt sinir hücresi hasarlarının başka durumlardan kaynaklanmadığına emin olmak gerekir.
Son zamanlarda her yerde adını duymaya başladığımız ALS hastalığının sebepleri hakkında fazla bilgi sahibi olmayanlar için ALS hastalığını en detaylı şekilde sizlere aktarmaya gayret göstereceğiz. ALS'nin açılımı Amyotrofik Lateral Skleroz kelimeleridir. Sinir sistemimizde omurilik ve beyin sapı olarak isimlendirilen alanda sinir hücrelerinin kaybından meydana gelen bir hastalık tipidir. Aynı zamanda nöron hastalığı olarakta anılır. Bu hücrelerin kaybı zaman içerisinde hastada kas erimesi ve kemik erimesi gibi durumları ortaya çıkarmaktadır. Hastalarda geç ya da erken hareketler meydana gelebilir.
Kasların zayıflaması; el, ayak, bacak ve yutkunma bölgesinde başlayıp zaman içerisinde başka bölgelere de yayılır. Bu alan insanda yer alan “bulber” alanında bulunan kaslara da zarar vereceği için konuşma ve yutkunma güçlüklerini ortaya çıkarır. Bekleyen günlerde hasta solunum hususunda da şikayetler çekecektir. Bu hastalık kadınlara nazaran erkeklerde 40 ila 50 yaşlarında görülme ihtimali oldukça yüksektir. Hastalığa yakalanan insanların hekimleri genelde 3 – 5 sene kadar yaşayacaklarını söylenmelerine rağmen daha uzun süre yaşayanlarda olur. Bazı zamanlar doktorların ölür dediği hastalarda iyileşme görülmüştür.
ALS HASTALIĞINA YAKALANAN ÜNLÜLER?
İngiliz aktör David Niven
Ünlü beyzbol oyuncusu Lou Gehrig
İngiliz fizikçi Stephen Hawking
Çinli lider Mao Zedong
Leeds United ve İngiltere Futbol Federasyonları menajerleri olan Don Revie ve Dieter Dengler
Metal müzik gitaristi Jason Becker
Amerikanın tanınmış caz müzik basçısı Charles Mingus
Matematikçi Fokko du Cloux
Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarında oynamış Türk futbolcu Sedat Balkanlı
Amerikan politikacı Jacob Javits
Dünya çapında birçok ırkı etkilemiş olan en tehlikeli hastalıklar arasında yer alır. Genç ve yaşlılarda görünme ihtimali yüksek bir rahatsızlıktır.
ALS Belirtileri Nelerdir?
Kaslarda seyirme, titreme ve kas zayıflığı neticesinde kolların bacakların etkilenmesi olarak gösterilebilir. Hastaların % 75’inde ilk belirtiler, kol ve bacak kaslarında görülmüştür. Bacaklarda bazı zamanlar yalnızca tek bir bölümde hissedilen bu hastalık koşma ve hızlı hareketten sonra meydana gelebilir. Hastalık ilk sırada kasları etkilerken zaman içerisinde yayılarak bütün vücudu etkilemektedir.
Bir hastaya ALS tanısı konması için, hastalarda üst ve alt sinir hücresi hasarlarının başka durumlardan kaynaklanmadığına emin olmak gerekir.
Hafızayı Güçlendirmek İçin Neler Yapabiliriz?
Hafızayı Güçlendirmek İçin Neler Yapabiliriz?
Sakin kalmak, stresten uzak kalmak, egzersiz yapmak, yeşil yapraklı ve canlı parlak renkli meyve ve sebze yemek, şarkı sözü ezberi yapmak belleği güçlendiriyor.
İşte daha iyi hafızaya sahip olmanın 10 kuralı...
Beyin kaslarını harekete geçirip, daha güçlü belleğe sahip olabilmenin olanaklı olduğunu ortaya koyan araştırmanın sonuçları şöyledir:
* Bir şeyi öğrenmek amacı ile el hareketleri kullanmak beynin anımsama yapışında kolaylık sağlamaktadır.
* Televizyon seyretmek, kitap okumak ve müzik dinlemek gibi aktivitelerle beyni yormadan kesintisiz en azından 6 saat uyku çekmek belleği onarıyor.
* Sakin kalmak ve stresten uzak bir hayat sürmeye çalışmak beyne ciddi manada yardımcı olmaktadır.
* Egzersiz, bütün bedene bilhassa beyindeki bilinç bölümlerine ulaşarak kan akımını hızlandırmaktadır.
* Brüksel lahanası, kabak, brokoli, yeşillik dediğimiz tere, roka, marul, nane gibi yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı elma, kiraz, patlıcan ve üzüm gibi parlak renkteki meyve ve sebzeleri yemek hafızayı kuvvetlendiriyor.
* Çeşitli yayınları ve kitapları okumak ve okunanları tartışmak hafızayı güçlendiriyor.
* Beyin içerisinde bulunan ve düşünmeden sorumlu alanı güçlendirmek amacı ile okunan şeyin tercüme edilişi de hafızanın güçlenmesinde tesirli olmaktadır.
* Kokular, hatırlamaya yardımcı olmaktadır. En güçlü ve ekonomik koku ise biberiye ve biberiyeden elde edilen biberiye yağı kokusudur. Konsantrasyon bozukluğu ve dikkat sorunu çeken kişilere biberiye muhteviyatlı parfüm öneriliyor.
* Yalnız bir şeyle ilgilenmek. Örneğin, kitap okurken televizyonun açık olmaması, yemek yaparken telefonla konuşmamak gibi. Bunlar dikkatin bir noktada toplanmasını sağlar.
* Şarkı sözlerini ezberlemek.
* Devamlı yeni şeyler öğrenmek ve öğrenmeye açık olmak.
Sakin kalmak, stresten uzak kalmak, egzersiz yapmak, yeşil yapraklı ve canlı parlak renkli meyve ve sebze yemek, şarkı sözü ezberi yapmak belleği güçlendiriyor.
İşte daha iyi hafızaya sahip olmanın 10 kuralı...
Beyin kaslarını harekete geçirip, daha güçlü belleğe sahip olabilmenin olanaklı olduğunu ortaya koyan araştırmanın sonuçları şöyledir:
* Bir şeyi öğrenmek amacı ile el hareketleri kullanmak beynin anımsama yapışında kolaylık sağlamaktadır.
* Televizyon seyretmek, kitap okumak ve müzik dinlemek gibi aktivitelerle beyni yormadan kesintisiz en azından 6 saat uyku çekmek belleği onarıyor.
* Sakin kalmak ve stresten uzak bir hayat sürmeye çalışmak beyne ciddi manada yardımcı olmaktadır.
* Egzersiz, bütün bedene bilhassa beyindeki bilinç bölümlerine ulaşarak kan akımını hızlandırmaktadır.
* Brüksel lahanası, kabak, brokoli, yeşillik dediğimiz tere, roka, marul, nane gibi yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı elma, kiraz, patlıcan ve üzüm gibi parlak renkteki meyve ve sebzeleri yemek hafızayı kuvvetlendiriyor.
* Çeşitli yayınları ve kitapları okumak ve okunanları tartışmak hafızayı güçlendiriyor.
* Beyin içerisinde bulunan ve düşünmeden sorumlu alanı güçlendirmek amacı ile okunan şeyin tercüme edilişi de hafızanın güçlenmesinde tesirli olmaktadır.
* Kokular, hatırlamaya yardımcı olmaktadır. En güçlü ve ekonomik koku ise biberiye ve biberiyeden elde edilen biberiye yağı kokusudur. Konsantrasyon bozukluğu ve dikkat sorunu çeken kişilere biberiye muhteviyatlı parfüm öneriliyor.
* Yalnız bir şeyle ilgilenmek. Örneğin, kitap okurken televizyonun açık olmaması, yemek yaparken telefonla konuşmamak gibi. Bunlar dikkatin bir noktada toplanmasını sağlar.
* Şarkı sözlerini ezberlemek.
* Devamlı yeni şeyler öğrenmek ve öğrenmeye açık olmak.
11 Kasım 2014 Salı
Hamilelikte Bel Ağrılarından Nasıl Kurtuluruz?
Hamilelikte Bel Ağrılarından Nasıl Kurtuluruz?
Gebelikte maruz kalınan ağrılar sizi mutsuz etmek amacı ile olmaz. Bunlar bedeninizin doğuma hazırlanmasının yan tesirleridir. Bel ve sırt ağrıları da böyledir. Genelde hareketsiz olan kasık bölgesindeki eklemler, doğumda bebeğin geçişini basitleştirmek amacı ile gebelik boyunca, gevşemeye başlamaktadır. Karnınızın iyice büyümesiyle beraber vücudunuzun, kas-iskelet sisteminin dengesi bozulur. Başınızı ve omuzlarınızı geriye atıp dengelemeye çalışırsınız. Gebe olduğunuzu fark etmeyen kimse kalmasın diye göbeğinizi ileri doğru çıkarmanız sorunu daha da karışık hale getirir. Sonuç, belinizdeki yay şeklinin daha da belirgin duruma gelmesi, sırt kaslarının gerilişi ve ağrıdır.
Ağrılarla uğraşmaktansa onları azaltabilirsiniz. Her zaman olduğu gibi en doğru yaklaşım baştan tedbir almaktır. Hamileliği güçlü karın kaslarıyla, düzgün bir vücut duruşuyla ve vücut mekanizmalarını bilerek karşılamaktır. Hamileliğin sebep olduğu sırt ağrılarını asgariye indirecek olan vücut mekaniklerini öğrenmek amacı ile henüz çok geç olmaz.
Kilo artışınızı tavsiye edilen sınırlar içinde tutmaya çabalayın. Fazla kilolar, sırtınıza yalnızca ezici bir yük yükler.
Fazla yüksek topuklu ya da çok düz ayakkabılar giymeyiniz. Bazı hekimler ideal bir vücut dengesi için 5 cm.'lik topuk önermektedirler. Gebelikteki bacak ve sırt problemlerini azaltmak amacıyla üretilmiş ayakkabı ve ayakkabı aparatları bulunmaktadır. Bunları doktorunuza ya da ayakkabı mağazanızdaki satıcıya sorunuz.
Ağır yük (paket, çanta, çocuk, çamaşır, kitap vb.) kaldırmanın en uygun yöntemini öğrenin. Aniden kaldırmayın. Ayaklarınızla omuzlarınız arasında bulunan uzaklık olabildiği kadar büyük olacak şekilde durunuz. Dizleri bükün, sırtınızı bükmeyin ağırlığı belinizle değil bacak ve kollarınızla kaldırın. Eğer sırtta ağrı sizin için sorunsa, taşıdığınız yük miktarını azaltın. Eğer alışverişten dönerken ağır bir paketi taşımak zorunda kalırsanız kucağınızda ağır bir yük taşımak yerine bu paketleri iki torbaya bölün ve her iki elinizde birer torba taşıyın.
Çok uzun süre ayakta durmamaya çabalayın. Eğer çok uzun süre ayakta durmak zorundaysanız, bir ayağınızı sırtın alt bölgesinin gerilmesini önlemek için, ufak bir taburenin üzerine koyarak dizinizi bükünüz. Yemek pişirirken ya da bulaşık yıkarken olduğu gibi, sert yüzeye sahip bir zeminde ayakta dururken, ayağınızın altına küçük bir tabure koyun. Sırt ağrısını önleyecek pozisyon alınız.
Nazikçe oturun. Oturmak, omurgaya başka bir faaliyetten çok daha fazla basınç uygulanmasına neden olur, öyleyse doğru yapmak amacıyla özen göstermeye değer. Mümkünse, içerisine çökmeyen sert bir döşemesi olan, düzgün arkalığı ve kollarıyla (kollarını kalkmanıza yardımcı olması için kullanın) yeterince destek veren bir sandalyeye oturmanızdır. Arkalıksız bir tabureye veya banka hiç oturmayın. Hiçbir zaman kesinlikle bacak bacak üzerine atmayınız. Bacak bacak üzerine atarsanız sadece dolaşım sorununuz artmakla kalmaz, kalçanızın sırt ağrılarınızı artıracak şekilde ileri doğru itilmesine de neden olur. Yapabiliyorsanız bacaklarınız birazcık yüksekte olacak şekilde oturunuz. Araba kullandığınız sırada koltuğunuzu öne çekin ki dizinizi bükebilesiniz.
Fazla uzun süre oturmak da en az yanlış oturmak kadar sakıncalı bir harekettir. Arada yürüme ya da gerinme molası vermeden bir saatten fazla oturmamaya çalışın, hatta bunu yarım saatle kısıtlamanız daha iyi olmaktadır.
Uyurken sert bir yatakta uyuyun, yumuşak bir yatağınız varsa, altına tahta koyun. Rahat bir yatış biçimi uyandığınızda hissedecek olduğunuz ağrıyı azaltmaktadır. Sabahleyin yataktan bir kereden zıplayarak kalkmak yerine, evvela bacaklarınızı yatağın kenarından sarkıtarak oturun. Sonra kalkın.
Doktorunuza gebelik korsesinin size yardımı olup olamayacağını sorun.
Mutfakta tabaklarınızı rafa yerleştirmeye ya da odanızdaki bir tabloyu duvara asmaya çalışırken sırtınızın gerilmesine müsaade etmeyin. Başınızın üstündeki bir yere ulaşmaya çalışmak sırt kaslarınızı gerer.
Kas ağrılarınızı hafifletmek amacı ile ısıtma pedi (havluyla sarılmış şekilde) kullanın ya da ılık duş alın.
Gevşemesini öğrenin. Pek çok sırt sorunu stresle artmaktadır. Eğer sizin için de böyleyse, ağrı atakları esnasında gevşeme alıştırmaları yapın.
Karın kaslarınızı güçlendirecek basit egzersizler yapın.
Gebelikte maruz kalınan ağrılar sizi mutsuz etmek amacı ile olmaz. Bunlar bedeninizin doğuma hazırlanmasının yan tesirleridir. Bel ve sırt ağrıları da böyledir. Genelde hareketsiz olan kasık bölgesindeki eklemler, doğumda bebeğin geçişini basitleştirmek amacı ile gebelik boyunca, gevşemeye başlamaktadır. Karnınızın iyice büyümesiyle beraber vücudunuzun, kas-iskelet sisteminin dengesi bozulur. Başınızı ve omuzlarınızı geriye atıp dengelemeye çalışırsınız. Gebe olduğunuzu fark etmeyen kimse kalmasın diye göbeğinizi ileri doğru çıkarmanız sorunu daha da karışık hale getirir. Sonuç, belinizdeki yay şeklinin daha da belirgin duruma gelmesi, sırt kaslarının gerilişi ve ağrıdır.
Ağrılarla uğraşmaktansa onları azaltabilirsiniz. Her zaman olduğu gibi en doğru yaklaşım baştan tedbir almaktır. Hamileliği güçlü karın kaslarıyla, düzgün bir vücut duruşuyla ve vücut mekanizmalarını bilerek karşılamaktır. Hamileliğin sebep olduğu sırt ağrılarını asgariye indirecek olan vücut mekaniklerini öğrenmek amacı ile henüz çok geç olmaz.
Kilo artışınızı tavsiye edilen sınırlar içinde tutmaya çabalayın. Fazla kilolar, sırtınıza yalnızca ezici bir yük yükler.
Fazla yüksek topuklu ya da çok düz ayakkabılar giymeyiniz. Bazı hekimler ideal bir vücut dengesi için 5 cm.'lik topuk önermektedirler. Gebelikteki bacak ve sırt problemlerini azaltmak amacıyla üretilmiş ayakkabı ve ayakkabı aparatları bulunmaktadır. Bunları doktorunuza ya da ayakkabı mağazanızdaki satıcıya sorunuz.
Ağır yük (paket, çanta, çocuk, çamaşır, kitap vb.) kaldırmanın en uygun yöntemini öğrenin. Aniden kaldırmayın. Ayaklarınızla omuzlarınız arasında bulunan uzaklık olabildiği kadar büyük olacak şekilde durunuz. Dizleri bükün, sırtınızı bükmeyin ağırlığı belinizle değil bacak ve kollarınızla kaldırın. Eğer sırtta ağrı sizin için sorunsa, taşıdığınız yük miktarını azaltın. Eğer alışverişten dönerken ağır bir paketi taşımak zorunda kalırsanız kucağınızda ağır bir yük taşımak yerine bu paketleri iki torbaya bölün ve her iki elinizde birer torba taşıyın.
Çok uzun süre ayakta durmamaya çabalayın. Eğer çok uzun süre ayakta durmak zorundaysanız, bir ayağınızı sırtın alt bölgesinin gerilmesini önlemek için, ufak bir taburenin üzerine koyarak dizinizi bükünüz. Yemek pişirirken ya da bulaşık yıkarken olduğu gibi, sert yüzeye sahip bir zeminde ayakta dururken, ayağınızın altına küçük bir tabure koyun. Sırt ağrısını önleyecek pozisyon alınız.
Nazikçe oturun. Oturmak, omurgaya başka bir faaliyetten çok daha fazla basınç uygulanmasına neden olur, öyleyse doğru yapmak amacıyla özen göstermeye değer. Mümkünse, içerisine çökmeyen sert bir döşemesi olan, düzgün arkalığı ve kollarıyla (kollarını kalkmanıza yardımcı olması için kullanın) yeterince destek veren bir sandalyeye oturmanızdır. Arkalıksız bir tabureye veya banka hiç oturmayın. Hiçbir zaman kesinlikle bacak bacak üzerine atmayınız. Bacak bacak üzerine atarsanız sadece dolaşım sorununuz artmakla kalmaz, kalçanızın sırt ağrılarınızı artıracak şekilde ileri doğru itilmesine de neden olur. Yapabiliyorsanız bacaklarınız birazcık yüksekte olacak şekilde oturunuz. Araba kullandığınız sırada koltuğunuzu öne çekin ki dizinizi bükebilesiniz.
Fazla uzun süre oturmak da en az yanlış oturmak kadar sakıncalı bir harekettir. Arada yürüme ya da gerinme molası vermeden bir saatten fazla oturmamaya çalışın, hatta bunu yarım saatle kısıtlamanız daha iyi olmaktadır.
Uyurken sert bir yatakta uyuyun, yumuşak bir yatağınız varsa, altına tahta koyun. Rahat bir yatış biçimi uyandığınızda hissedecek olduğunuz ağrıyı azaltmaktadır. Sabahleyin yataktan bir kereden zıplayarak kalkmak yerine, evvela bacaklarınızı yatağın kenarından sarkıtarak oturun. Sonra kalkın.
Doktorunuza gebelik korsesinin size yardımı olup olamayacağını sorun.
Mutfakta tabaklarınızı rafa yerleştirmeye ya da odanızdaki bir tabloyu duvara asmaya çalışırken sırtınızın gerilmesine müsaade etmeyin. Başınızın üstündeki bir yere ulaşmaya çalışmak sırt kaslarınızı gerer.
Kas ağrılarınızı hafifletmek amacı ile ısıtma pedi (havluyla sarılmış şekilde) kullanın ya da ılık duş alın.
Gevşemesini öğrenin. Pek çok sırt sorunu stresle artmaktadır. Eğer sizin için de böyleyse, ağrı atakları esnasında gevşeme alıştırmaları yapın.
Karın kaslarınızı güçlendirecek basit egzersizler yapın.
10 Kasım 2014 Pazartesi
Sistoskopi
SİSTOSKOPİ
Sistoskopi nedir?
Bu işlemde esnek fiber optik bir borucuk idrar kanalından sokulur ve bunu yardımıyla mesane (idrarkesesi ) görsel olarak incelenir. Genel olarak bu işlem lokal anestezi uygulaması ile yapılır. Operasyonu izleyen ilk sene içinde genel olarak her üç ya da dört ayda bir uygulanmaktadır. Sonrasında uygulama aralıkları uzatılabilir. Sistoskopi görülebilen tümörlerin belirlenmeside en muteber yöntem olmasına karşın bunların nükslerini öncesinden göremeyebilmektedir.
Sistoskopi Neden Yapılır?
Bu işlem genelde idrar yolları, idrar kesesi, prostat (erkeklerde) ve böbrek hastalıklarının tanısında kullanılmaktadır. Bunlar;
İdrarda kan olması
İdrar yolları ve kesesinin yaralanmaları
İdrar yollarında yabancı cisim
Taş varlığı
İdrar yolları ve böbrek kanserlerinin oluşu
Üriner inkontinans (idrar tutamama)
Prostat hastalıkları (erkeklerde)
Boşaltım sisteminin konjenital hastalıkları
İdrar yollarında darlık
Sistoskopi Nasıl Yapılır?
İşlem uygulanmadan evvel doktora daha öncesinde geçirilmiş olan ameliyatlar, ilaç alerjileri vb. gibi kişisel sağlık bilgileri verilmesi gerekir. Aspirin, ağrı kesici ilaçlar ve başka ilaçlar kullanılıyor ise (ki bunlar kanın pıhtılaşmasını geciktirmektedir) doktora bilgi vermek gerekir. Doktorunuz gerekli ise bu ilaçların dozunu azaltabilir veya bütünüyle kesebilir. İdrar yolları enfeksiyonu mevcut ise işlem öncesi tedavi etmek gerekir.
İşlem için bir giysi giyilir ve bir masanın üzerine sırt üstü uzanılır. Bu sırada her iki bacak yanlara açılır. Uygulamanın yapılacağı vücut bölgesi antiseptik bir sıvı ile temizlenir. Plastik bir şırınga ile üretraya (idrar kanalı girişi) jelyoğunluğunda bir madde verilir . Böylelikle işlem esnasında huzursuzluk duymazsınız.
Neredeyse bir kalem eninde bir tüp idrar kesesine kadar ilerletilir. Bu tüpe sistoskop denilir. Sistoskop sayesinde idrar kesesi sıvı ile doldurulur . Böylelikle kese genişletilir ve uygulamayı yapan doktor daha net araştırma yapabilir. Bu işlem esnasında huzursuzluk duyulabilir ve acil idrar yapma hissi uyanabilir. Tüpün ucunda küçük bir ışık kaynağı ve kamera vardır; bu sayede idrar torbası (idrar kesesi) bir monitör ekranından gözlenebilir. Sistoskopun ucu uzaktan kumanda ile hareket ettirilip kesenin her köşesi değişik açılardan incelenebilir.
Kamera yerleştirilip daha sonra işlem yaklaşık 5 ila 10 dk. kadar sürmektedir. İşlem esnasında biyopsi yapma ihtiyacı duyulursa ilaveten anestezi verilebilir. İşlem önceleri doktor gerekli bilgiyi verecektir.
İşlem bittikten sonra hastaya antibiyotik verilir ve hasta aynı gün içerisinde evine gidebilir.
Genelde sonrasındaki günü normal aktivitelere başlanabilir. Fakat yine de 1 hafta süresince ağır işlerden kaçınmak gerekir.
İşlemden sonra ne tür riskler vardır?
İşlemdan sonra işlemin uygulanmasından kaynaklı olan birtakım durumlarla karşılaşılabilir. Bu haller nelerdir:
Ağrı
Enfeksiyon (ateş ,akıntı vs.)
Kanama (iç çamaşırda lekelenme tarzında)
İdrar yapmada zorlanma, yapamama
Doktara ne zaman haber vermek gerekir?
İdrar yapılamıyorsa
İlaçlara yanıt vermeyen ağrı var ise
Ateş 38,5'in üzerine çıkmışsa
Akıntı var ise
Kanama devam edivorsa
Sistoskopi nedir?
Bu işlemde esnek fiber optik bir borucuk idrar kanalından sokulur ve bunu yardımıyla mesane (idrarkesesi ) görsel olarak incelenir. Genel olarak bu işlem lokal anestezi uygulaması ile yapılır. Operasyonu izleyen ilk sene içinde genel olarak her üç ya da dört ayda bir uygulanmaktadır. Sonrasında uygulama aralıkları uzatılabilir. Sistoskopi görülebilen tümörlerin belirlenmeside en muteber yöntem olmasına karşın bunların nükslerini öncesinden göremeyebilmektedir.
Sistoskopi Neden Yapılır?
Bu işlem genelde idrar yolları, idrar kesesi, prostat (erkeklerde) ve böbrek hastalıklarının tanısında kullanılmaktadır. Bunlar;
İdrarda kan olması
İdrar yolları ve kesesinin yaralanmaları
İdrar yollarında yabancı cisim
Taş varlığı
İdrar yolları ve böbrek kanserlerinin oluşu
Üriner inkontinans (idrar tutamama)
Prostat hastalıkları (erkeklerde)
Boşaltım sisteminin konjenital hastalıkları
İdrar yollarında darlık
Sistoskopi Nasıl Yapılır?
İşlem uygulanmadan evvel doktora daha öncesinde geçirilmiş olan ameliyatlar, ilaç alerjileri vb. gibi kişisel sağlık bilgileri verilmesi gerekir. Aspirin, ağrı kesici ilaçlar ve başka ilaçlar kullanılıyor ise (ki bunlar kanın pıhtılaşmasını geciktirmektedir) doktora bilgi vermek gerekir. Doktorunuz gerekli ise bu ilaçların dozunu azaltabilir veya bütünüyle kesebilir. İdrar yolları enfeksiyonu mevcut ise işlem öncesi tedavi etmek gerekir.
İşlem için bir giysi giyilir ve bir masanın üzerine sırt üstü uzanılır. Bu sırada her iki bacak yanlara açılır. Uygulamanın yapılacağı vücut bölgesi antiseptik bir sıvı ile temizlenir. Plastik bir şırınga ile üretraya (idrar kanalı girişi) jelyoğunluğunda bir madde verilir . Böylelikle işlem esnasında huzursuzluk duymazsınız.
Neredeyse bir kalem eninde bir tüp idrar kesesine kadar ilerletilir. Bu tüpe sistoskop denilir. Sistoskop sayesinde idrar kesesi sıvı ile doldurulur . Böylelikle kese genişletilir ve uygulamayı yapan doktor daha net araştırma yapabilir. Bu işlem esnasında huzursuzluk duyulabilir ve acil idrar yapma hissi uyanabilir. Tüpün ucunda küçük bir ışık kaynağı ve kamera vardır; bu sayede idrar torbası (idrar kesesi) bir monitör ekranından gözlenebilir. Sistoskopun ucu uzaktan kumanda ile hareket ettirilip kesenin her köşesi değişik açılardan incelenebilir.
Kamera yerleştirilip daha sonra işlem yaklaşık 5 ila 10 dk. kadar sürmektedir. İşlem esnasında biyopsi yapma ihtiyacı duyulursa ilaveten anestezi verilebilir. İşlem önceleri doktor gerekli bilgiyi verecektir.
İşlem bittikten sonra hastaya antibiyotik verilir ve hasta aynı gün içerisinde evine gidebilir.
Genelde sonrasındaki günü normal aktivitelere başlanabilir. Fakat yine de 1 hafta süresince ağır işlerden kaçınmak gerekir.
İşlemden sonra ne tür riskler vardır?
İşlemdan sonra işlemin uygulanmasından kaynaklı olan birtakım durumlarla karşılaşılabilir. Bu haller nelerdir:
Ağrı
Enfeksiyon (ateş ,akıntı vs.)
Kanama (iç çamaşırda lekelenme tarzında)
İdrar yapmada zorlanma, yapamama
Doktara ne zaman haber vermek gerekir?
İdrar yapılamıyorsa
İlaçlara yanıt vermeyen ağrı var ise
Ateş 38,5'in üzerine çıkmışsa
Akıntı var ise
Kanama devam edivorsa
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Adıyaman Çiğ Köftecisi Iğdır Telefon Numarası
04762271888 Iğdır Çiğ Köfte, Çiğ köfteci öz adıyaman çiğ köftesi, adıyaman çiğ köftecisi, lezzetli ve hesaplı Iğdır Çiğ Köfte
-
DİSTANDÜ NEDİR? Distandü, kelime anlamı olarak “gergin” anlamında olup, organ üzerinde kullanılan tıbbi bir terimdir. Distandü, safra kese...
-
Kasık Mantarı Nedir? Kasık mantarı, en fazla karşılaşılan mantar enfeksiyonlarındandır ve Tinea Cruris olarak da bilinir. genel olarak e...
-
Türk Halk Müziği listeleri , Türk halk müziği türküleri , En Popüler Türk Halk Müziği Müzik Listeleri , türk halk müziği sanatçıları , türk ...